Ücretsiz ped talebi, özel olanın siyasallaştığı, neoliberal ekonomi politiğin kişiselleştiği kesişme noktalarından biri olarak yeni dönem kadın hareketinin toplumsal cinsiyetlendirilmiş tekelci fiyatlandırma politikalarına karşı gelişen damarlarından birine işaret ediyor.
21 Ocak günü, Kadın Savunma Ağı üyeleri Procter&Gamble isimli şirketin İstanbul merkezi önünde “P&G ile AKP bizi soyuyor” diyerek bir eylem yaptı: “Bugün buradayız çünkü her ped aldığımızda devlete yüzde 18 vergi ödemek zorundayız. Bugün buradayız çünkü P&G denen şirket, hatta P&G denen tekel, ped gibi bir temel sağlık ihtiyacını fahiş fiyatlarla dünyanın dört bir yanında satıyor!”
Aslında ekonomik krizin, önce pandemiyle, sonra da TL’de 2021’in son aylarındaki çılgın değersizleşmeye bağlı yüksek enflasyonla derinleştiği dönemden bu yana, menstrual ürünlerdeki çılgın fiyat artışları ve vergi oranları, hem kadın hareketinin hem de muhalefetin gündemine kalıcı biçimde yerleşti. Meclisin, vergi dairelerinin, ped ve çocuk bezi dâhil sayısız ev temizlik ve kişisel bakım ürününü üreten P&G gibi tekellerin önünde yapılan eylemler; sosyal medyadaki hashtag çalışmaları, muhalefet partilerinin verdiği iki ayrı kanun teklifi; çeşitli kadın örgütlerinin ve belediyelerin ücretsiz ped dağıtma/ped dayanışması çalışmaları… Ve LeMan dergisinin kapağına taşınan bir talep: “Pedler Lüks Değil Temel İhtiyaçtır!”
Ne oluyor, feministlerin yeni bir “çılgınlığıyla” veya sadece belirli-dar bir kadın kesiminin çıkarlarını savunan bir tuhaflığıyla mı karşıkarşıyayız? Ücretsiz ped talebi de toplumsallaşır-siyasallaşır mıymış gerçekten? Menstrüal ürünler neden çocuk bezi ve tuvalet kâğıdı gibi ürünlerle birlikte en yüksek fiyat artışının yaşandığı ürünler? Daha da önemlisi gerçekten de fiyatları “kanatlanıp uçan pedlerin” arkasından yaşlı ve çaresiz gözlerle bakakalacak mıyız? Yoksa ücretsiz ped talebi, özel olanın siyasallaştığı, neoliberal ekonomi politiğin kişiselleştiği kesişme noktalarından biri olarak yeni dönem kadın hareketinin toplumsal cinsiyetlendirilmiş tekelci fiyatlandırma politikalarına karşı gelişen damarlarından birine mi işaret ediyor. Evet, ikincisi. Ama önce temel noktalara bakalım.
Türkiye’de Ped Ekonomisi
Türkiye’de ped ekonomisinin güncel verilerine ulaşmak gerçekten zor. Ancak, menstrüal ürünleri ele alan “Türkiye hijyen ürünleri piyasası 2022 ve 2025 tahminleri” başlıklı çok sayıda yeni yapılmış, ancak ücretsiz erişime kapalı piyasa araştırmasında, Türk Lirasındaki yüksek enflasyona bağlı değersizleşmeye rağmen, bu ürünlere yönelik talebin pandemi-evde kapanma döneminde önceki yıllara göre fırladığı ve piyasa hacminin yüzde 30 civarında arttığı vurgulanıyor.
Yaklaşık 30 yıl önce ve son derece tekelci biçimde oluşmaya başlayan menstrüal ürünler “piyasası”, 2008 itibarıyla 18 milyon kişiyle 200 milyon dolara ulaşmış. 2015-2019 arasında ise yıllık yüzde 7,7 büyüyerek toplam 124,1 milyon dolarlık bir gelir elde etmiş. Hızlı kentleşme ve hem menstrüal dönemlerde, hem de diğer zamanlarda ince, pantolon pedi gibi diğer ürünleri kullanma konusundaki alışkanlıkların yaygınlaştırılmasıyla, 2015-2019 arasında piyasa tüketim hacminin yüzde 62 büyüyerek, 2019’da toplam 153,6 milyon birime ulaştığı söyleniyor. Mentrüal ürünler piyasası, en az 400 milyon avroluk Türkiye çocuk bezi piyasasıyla birlikte “hijyen ürünleri” olarak anılan ürünlerin en büyük parçalarından biri. Her iki piyasa da, dünya “kişisel ve ev bakım ürünleri” sektöründeki en büyük iki ABD kökenli tekel olan P&G ve KC ile birlikte, yine kendilerini “küresel şirketler” olarak tanıtan diğer büyük şirketlerin tekelci denetimi altında. Bu şirketlerin tekelci üretim ve dağıtım ağları mentrüal ürünlerden çocuk bezine, tuvalet kâğıdından temizlik ürünlerine kadar geniş bir ürün yelpazesini kapsıyor.
“Rahatlık, kuruluk, esneklik” vaadleriyle pazarı büyütülürken bir yandan da kıyasıya bir tekelci rekabete konu olan bu ürünlerin yaygınlaştırılması, özellikle 2000’li yıllardan bu yana piyasa paylarını büyütmeye çalışan tekeller için çok önemli bir reklamcılık, PR çalışması alanını oluşturuyor. Tekellerin pazarlama alanındaki özel stratejilerinden biri de bu ürünlerin kullanıcıları açısından “marka sadakati veya bağımlılığı” olarak anılan ilişki biçimini yaratıp kalıcılaştırmak. 2008 yılında “tabuları yıkarak” pazarı genişletmek ve marka bilinirlik oranlarını yüzde 99’a çıkartmakla övünen P&G’nin o zamanki Türkiye genel müdürü, piyasadaki paylarının yüzde 60 olduğunu söylüyor. Menstrüal pedi, marka sadakatinin kriz dönemlerinde bile çok yüksek olduğu, “hem teknik hem de psikolojik bir ürün” olarak nitelendiriyor.
Yani menstrüal ürünler ve çocuk bezi, tuvalet kâğıdı gibi ürünlerle birlikte, tıpkı sigaradaki gibi, tekelci üretim dağıtım yapısının çok güçlü ve talep esnekliğinin (fiyata göre ürün talebindeki değişim) ve gerek fiyat, gerek ürün alternatiflerinin oldukça az olduğu bir sektör. Yani tekelci, cinsiyetlendirilmiş fiyat yapısının hâkim kılınabilmesi için gereken herşeyi barındırıyor.
Nitekim Türkiye, yüzde 18’le, menstrual ürünlerde en yüksek KDV alınan dünya ve Avrupa ülkelerinden biri. Macaristan, İskandinav ülkeleri, Çek Cumhuriyeti, Almanya dâhil Orta Avrupa ülkeleri yüzde 27-19 ile daha yüksek KDV ödenen ülkelerken; Yunanistan, Portekiz, Benelüks ülkeleri, Fransa gibi ülkelerde vergi oranı yüzde 13-5 arasında değişiyor. İrlanda, üye ülkelerin menstrual ürünlerden aldığı vergileri 2022’den itibaren sadece yüzde 5’e indirmelerine izin veren 2018 tarihli AB direktifini beklemeden vergileri sıfıra indiren ilk Avrupa ülkesi. Birleşik Krallık da Brexit’le birlikte AB’den ayrılmasının ardından, 2021’de menstrüel ürünlerdeki vergiyi sıfırladı.
Öte yandan Türkiye’de menstrüal ped fiyatları, tüketicinin ödediği yüksek KDV oranlarının da etkisiyle tuvalet kâğıdı, havlu kâğıt ve çocuk beziyle birlikte son bir yılda en yüksek fiyat artışının yaşandığı ürünler arasına girdi. TÜİK verilerine göre, Aralık 2021-2022 arasında ped fiyatları yüzde 51,4 arttı. Aynı dönemde pedin tanesi 0,66 TL’den 1,05 TL’ye; (sadece menstrüal dönemde ve günde en az 4 adet kullanma varsayımıyla), aylık ped gideri en az 45 TL’ye yükseldi. Menstrüal dönem dışındaki günlük ped kullanımı da dikkate alındığında, bu tutarlar yüksek enflasyon ortamında çoğu kadını zorluyor. Derin Yoksulluk Ağı’nın yaptığı araştırma ise yoksulluk sınırının altında yaşayan kadınların yüzde 81’inin pedi lüks tüketim saydığını, pede ulaşamadığını gösteriyor. ABD’de “regl yoksulluğu” her beş gençten birinin regl ürünlerini almakta zorlanmasına neden oluyor.
Ancak, derin yoksulluk sınırının altında bu ürünlerden tamamen vazgeçenler bir yana, yüksek fiyat artışının ortalama etkisinin başka temel ihtiyaçlardan kısmak, aynı temel ürünleri elde edebilmek için daha fazla emek sarf etmek, işsizlik ortamında bulunabilen niteliksiz işlere daha fazla bağımlı kalmak olacağı da tahmin edilebilir.
Aslında, bu durum sadece Türkiye’de de yaşanmıyor. Menstrüal ürünlerin yanı sıra çocuk bezi ve tuvalet kâğıdı fiyatlarında örneğin ABD’de de çok yüksek artışlar yaşanıyor. Ancak, 2021 başında hem P&G, hem de ikinci sıradaki küresel rakibi Kimberley-Clark, mevcut yüksek fiyat artışlarına karşın, 2022’de de “küresel tedarik zincirlerindeki belirsizlikler” nedeniyle fiyat artışlarına devam edeceğini açıklıyor!
Tabii ki biz ölümlü faniler olarak yılda 19 milyar dolar kar eden P&G’nin veya 2, 225 milyon dolar kar eden K-C’ın tam olarak ne dolaplar çevirdiğini bilemeyiz. Fakat P&G’nin yatırımcılarının Vanguard Total Stock Market Index Fund, Vanguard 500 Index Fund, SPDR S&P 500 ETF ve Fidelity 500 Fund isimli dört büyük finans şirketi olduğunu; ayrıca dünyanın en büyük küresel tedarik zincirlerinden birini yöneten şirketin, yine dünyanın en büyük palmiye yağı tedarikçilerinden Malezya’da cebri çalıştırma, çocuk ve mahpus emeği sömürüsü, göçmenlerin pasaportlarına el koyma ve tecavüz iddialarıyla; Kanada, Malezya ve Endonezya’da ormansızlaştırma ve yerinden edilen Yerli halkların hakları ihlalleriyle ve tedarik-operasyon yöntemleriyle iklim krizine bilerek olumsuz katkıda bulunmakla suçlandığını biliyoruz. Ayrıca şirketin, operasyonlarının merkezi haline getirdiği Panama, Kosta Rika gibi Orta Amerika ülkelerinde siyasi-ekonomik müdahaleleriyle ve bütün bu emek-çevre suçlarına karşı yürüttüğü yeşile boyamacı reklam kampanyalarıyla tanındığını da biliyoruz. Elazığ depremiyle ilgili hükümeti eleştiren açıklamalarından sonra Berna Laçin’le reklam anlaşmasını iptal ettiğini ve en son İbrahim Tatlıses’e “Altın Kelebek Onur Ödülü” verdiğini de. Başlıca rakiplerinden biri olan K-C’nın, 3,3 milyar dolar kar ettiği 2018 yılında ilan ettiği Küresel Yeniden Yapılanma Programıyla işgücünün yüzde 13’ü olan 5500 kişiyi işten çıkardığını da… Yani “dünyanın efendileri”, siz birbirinizle güzelce rekabet edeceksiniz diye, “biz taş mı yiyelim” diyor ve manşet fotosundaki sloganı tekrarlayarak devam ediyoruz: “Madem ki regl ürünleri temel ihtiyaç değil, o zaman biz de kullanmayız!”
Özetle, ped-çocuk bezi üreticisi uluslararası tekeller, pandemi-sonrası neoliberalizm ortamında birçok ülkede “hem teknik, hem de psikolojik nitelikteki ürünlerine” yaptıkları sınırsız fiyat artışlarıyla, menstrüal ürünlere ulaşım sorununu zaten kartopu gibi büyümekte olan kamu sağlığı krizine eklemeye cüret edebiliyorlar. Pandemi sonrası dünyada yeniden üretim krizinin merkezine yerleşen bakım krizi, bu ürünlerdeki tekelci-cinsiyetlendirilmiş fiyat-vergi yapısı sayesinde kadınların sırtına yıkılan bir “özbakım krizine” dönüştürülerek yönetilebiliyor. “Bakım için” gereken metalaşmış temel ürünler, tekelci-cinsiyetçi fiyat-vergi yapısının hâkim olduğu ve kamusal korumanın mevcut olmadığı koşullarda sınırsız biçimde pahalılaşıyor. Toplumsal bağları sürdürmek için sarf etmek zorunda kaldığımız kapasiteleri de, özbakım için sarf etmemiz gereken emek ve gelir kapasitelerini de kırılma noktalarına kadar zorluyor.
“Tabu yıkanların” cinsiyetçi fiyatlandırma politikası, pembe vergi ve tampon/vergileri
Özbakım krizini ağırlaştıran ve kadınlar başta olmak üzere regl olanları “ekmek mi ped mi alayım, taş mı yiyeyim” ikilemine sıkıştıran en önemli öğelerden biri, regl dönemi ürünlerinde Türkiye’de de yüzde 18 oranında alınan yüksek vergiler. Aslında “tampon vergisi” denen bu vergilendirme biçimi, özellikle kadınları hedef alan tüketim ürünlerinde uzun süredir uygulanan cinsiyetlendirilmiş fiyat politikasının uzantısı. Kendi piyasa paylarını genişletmek ve ürünlerine marka bağımlılığı yaratmak için büyük PR çalışmaları yürüten “tabu yıkıcı” kişisel bakım ürünü tekelleri, bir yandan da dünyanın her yerinde bu adaletsiz, ayrımcı, cinsiyetçi fiyatlandırma politikasını uygulayarak tekelci konumlarını pekiştiriyor.
Cinsiyetlendirilmiş fiyat politikası veya “pembe vergi”, aslında resmi bir vergi değil; cinsiyetçi bir fiyatlandırma stratejisinin adı. Özellikle 1990’ların sonlarından itibaren genişleyen “kişisel bakım” sektöründe geleneksel olarak kadınları hedef alan ve sadece ambalajı itibarıyla farklı olan ürünlerin fiyatlarının, geleneksel olarak erkekleri hedef alan ürünlerin fiyatlarına göre yaklaşık yüzde 50 daha fazla olmasına yol açan fiili kapitalist bir “vergi”. Daha parlak ürünlerin “lüks” gibi gösterilerek daha yüksek fiyatlandırılmasına yol açan bu uygulama yaygın. Çünkü tekeller tarafından “karları azamileştirmek için yapabiliyorsak neden yapmayalım?”denilerek uygulanabiliyor. Bu yöntem, aynı ürün için küçük değişimlerle katmanlaştırılmış piyasalar yaratmanın, tek bir fiyattan ürün satmaktan daha karlı olduğu her yerde uygulanan bir strateji ve talebin esnek olmadığı, menstrüal ürünler gibi sektörlerde özellikle etkili. Son derece mahrem kullanımı olan bu ürünlerde kalitesiz ürün kullanmanın yaratacağı sağlık riskleri veya regl dönemlerinde ped-tampon kullanamamanın izolasyon, enfeksiyon, “beğenilmeme, kokma, sızdırma” gibi tehlikelere yol açacağı korkusu, bu fiyatlandırma biçiminin işe yaramasına neden oluyor. Özellikle kadınların toplumsal cinsiyetlendirilmiş “beden” ideallerine yaslanan bu stratejiler, bir yandan da aynı beden ideallerini reklam, PR kampanyalarıyla sonsuza kadar besliyor: “Hem regl olup, hem sportif, hem arzu nesnesi, hem işinizin kadını olabilirsiniz!”
P&G gibi şirketler, işte bu ideal beden algıları üzerinden aynı ürünü “kadınlara ve erkeklere” ayrı biçimlerde pazarlayarak ayrı fiyatlardan satabiliyor; pedleri de bu ayrı fiyatlandırılmış gruba dahil ediyor. Neoliberal hükümetlerse, neoliberal “kişisel seçimler” mantığına göre işlediğini varsaydıkları serbest piyasadaki bu ayrımcı-cinsiyetçi fiyatlandırma politikasına, “E o zaman satın almasınlar, alıyorlarsa da sembolik kadınlık üretimi için yüksek fiyat ödemeyi kabul etsinler” diyerek müdahale edilmemesi gerektiğini savunuyor. Patriyarkal kapitalizmin, bir yandan makbul-ideal kadınlık normlarını yüceltip dışına çıkanları şiddetle cezalandıran mantığı işte böyle işliyor. Aslında içinde kalanları da cezalandırıyor ve bir başka verginin yolunu açıyor: Tampon/ped vergisi. Kısacası, Türkiye dahil birçok ülkede fahiş oranlara varan ped vergileri, neoliberal şirketlerin ve hükümetlerin birbirini ağırlamasından başka bir şey değil. Cinsiyetçi biçimde fiyatlandırılarak “lüks” piyasa segmentine sokuşturulan diğer kişisel bakım ürünleriyle birlikte menstrüal ürünler ve benzerleri, işte bu şekilde “lüks tüketim” olarak vergilendirilebiliyor.
Feminist hareketin yeni bir damarı: Menstru-acción veya menstrüel haklar hareketi
Bu ortamda pembe vergi adlı cinsiyetçi fiyatlandırma politikaları, lüks ürün kategorisine sokulan tampon-ped gibi ürünlere konulan yüksek tüketim vergileri, “regl yoksulluğu, regl eşitliği” gibi kavramları da yaygınlaştırarak, dünyanın her yerinde feminist hareketin üstüne kapsamlı kampanyalar, talepler ve dayanışmalar oluşturduğu bir gündeme dönüşüyor. Bazı ülkelerde tampon/ped vergisinin kaldırılması talebi hükümetlerin tekellerin cinsiyetçi fiyatlandırma stratejilerine kamusal müdahalede bulunması talebiyle birlikte gelişiyor. ABD gibi bazı eyaletlerinde çok yüksek vergilerin olduğu bazı ülkelerde birçok kadın örgütü tampon-ped vergilerine karşı “anayasal hak ihlali ve ayrımcılık” gerekçesiyle davalar açarak da mücadele etmeye çalışıyor.
Öte yandan, tekellerin kişisel bakım-menstrüasyon ürünlerinin üretildiği ülkelere yayılan “küresel tedarik zincirlerinde” işlediği emek ve doğa suçları; aynı ürünlerin doğada yarattığı kirlilik ve ürünlerin gerçek anlamda sağlıklı olup olmadıkları gibi meseleler, taleplerin sadece fiyat, vergi indirimleri, ücretsiz ped talepleriyle sınırlandırılmasını imkânsız hale getiriyor. Özellikle radikal menstrüal haklar hareketi, feminist toplumsal cinsiyet-beden-ekonomi-çevre politikalarının birbiriyle bütünleştiği ve reglin “damgalanmasına karşı” özgür, demokratik bir cinsellik-beden kültürünü destekleyen kadınların, lezbiyenlerin ve transların ortak hareketi biçiminde gelişiyor.
Kuşkusuz feminist hareketin “menstruasyonla” ilgili tartışmaları yeni değil. Adet kanının “kirli”, adet görenin “hasta”, adet dönemindeki kadınların “yarı-deli”, menopoza girenlerin cinselliğini yitirmiş sayıldığı ve menstruasyonla ilgili herşeyin siyah poşetlere sarılarak gizli-saklı yaşanmaya zorlandığı bir dünyada, menstrüasyon 1960’ların sonlarından itibaren feminist aktivizmin konusu. 70’ler boyunca kürtaj hakkı hareketi paralelinde devam eden bu aktivizm, menstrüasyon döngülerini kadınlık gücünün ve deneyiminin bedenleşmesi olarak kutsayan feminist spiriüalistlerden kadınlığın patolojikleştirilmesine karşı üreme özerkliği için mücadele eden feminist menstrüal sağlık hareketi aktivistlerine; regl kanını ve regl olan bedeni kamusal alana taşıyan feminist sinemacı ve sanatçılara uzanan radikal bir gelenek oluşturuyor.
Öte yandan, menstrüasyon hareketinin önemli kırılma noktalarından biri, yine bizim P&G’nin seksenli yılların başlarında Rely isimli herşeyi emeceği söylenen tamponuyla 38 kadını toksik şok sendromuyla öldürmesiyle yaşanıyor: Rely Tampon Skandalı. Bu dönemde P&G başta olmak üzere mentrüal ürünler üreten tekeller kullandıkları malzemeler nedeniyle menstrüal sağlık hareketiyle birlikte ekoloji hareketinin de hedefi haline gelmeye başlıyor. Bu kırılma noktasıyla birlikte radikal mentrüasyon hareketi, 1990’larda menstrüasyonun tekelci şirketlerin denetim alanı olmaktan çıkartılması, regle eşlik eden utanç, ayıp ve gizliliğin son bulması için sanat, performans ve eylemi birleştiren radikal geleneği sürdürüyor.
2015’te reglin normalleştirilmesi hedefiyle, regl kanıyla lekelenmiş pantolonuyla uyurken çekilmiş fotoğraflarını yayımlayan Sihk kökenli Kanadalı şair Rupi Kaur, fotoğrafları topluluk normlarını ihlal ettiği gerekçesiyle iki kez kaldıran Instagram’a karşı şu açıklamayı yapıyor: “İç çamaşırlı bedenimi sergileyip küçük bir sızıntıya tamam demeyen kadın düşmanı bir toplumun egosunu ve kibrini beslemediğim için özür dilemeyeceğim. Size göre porno, nesneleştirme, cinselleştirme tamam, kölelik, işkence, aşağılama, taciz tamam, ama bundan rahatsız oluyorlar”. Yine 2015’te, bir yıl boyunca çalıştığı Londra Maratonu’nu regl olduğu ilk gün koşmak zorunda kalan Kiran Gandhi maratonu tamponsuz koşma kararını şöyle açıklıyor: “Her ay çektiğim ağrının yok sayılmasından bıkmıştım. Neredeyse o gün regl olduğum için koşmamaya karar verecektim. Ama bacaklarımdan akan kanla, pede erişimi olmayan ve çektikleri ağrıları saklamak zorunda kalan kız kardeşlerim için koştum ve bu beni çok güçlendiren bir deneyim oldu”.
2015’ler aynı zamanda ana akım medyanın da 28 Menstrüal Hijyen Günü ilan ettiği; BM içindeki WASH (su, sağlık, hijyen) adı verilen kadın sağlık hakkı aktivistlerinin mentrüasyon konusunda lobicilik faaliyetlerine başladığı bir dönem. Radikal mentrüasyon hareketi, “menstrüasyon yönetimi” gibi kavramlar kullanan ve regl yoksulluğunu kapitalist kalkınmayla çözümlenebilecek bir toplumsal cinsiyet sorunu olarak ele alan WASH kanadını mentrüasyonu aşırı tıbbileştirmek, hareketi kapitalizmle uzlaştırmak ve yoksul Afrika’ya pedlerle birlikte uygarlık götürüyormuş gibi davranmakla eleştiriyor. Kadınlara ek olarak kadın olmayan regl olanların da varlığını vurgulamak için cinsiyetsiz “regl olanlar” kavramını kullanan radikal menstrüal aktivizm, WASH yaklaşımının, “regl olan bedenle bağlantılı kültürel rahatsızlığı harekete geçiren toplumsal cinsiyetlendirillmiş, ırksallaştırılmış ve sınıfsallaştırılmış bedenselleşmenin toplumsal inşasını” ve “menstrüasyonun toplumsal ilişkiler aracılığıyla yaşanan biyolojik bir süreç” olduğunu anlamayı imkânsız hale getirdiğini vurguluyor. Güçlenmeyi “reglin sosyal kabulü” ve “metalaşmış regl ürünlerine” erişim hakkına indirgeyen bir yaklaşımı, neoliberalizmin yarattığı bir sorunu çözmek için piyasa eşitçiliğinden ve neoliberal çözümlerden medet ummakla eleştiriyor.
Menstrüal haklar aktivizmi radikal çevreciler, anarşist gruplar, sanatçılar, feminist sağlık aktivistleri, tüketici hakları savunucuları dâhil birçok öğeden oluşuyor. Bir uçta menstrüasyonun damgalanmasına karşı sistem dışı mücadeleyi savunanların, diğer uçta mestrüal deneyimi tıbbileştirerek sistem içi değişim isteyenlerin bulunduğu geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Ancak bütün bu iç ayrımlarına karşın, reglin kamusal alanda görünmez ve temelde biyolojik bir fonksiyon olmaktan çıkartılarak, küresel bir beden siyasetinin farklı pratiklerle birlikte gelişen canlı bir damarı olmasını sağlıyor. Bu damar regl olan kadınların olduğu kadar olmayan kadınların ve regl olan transların da ortak taleplerini kapsıyor.
Menstrüal haklar hareketi bedene dair hakları mahrem, özel ve kişisel sayılan herşeyle birlikte kamusal alana taşıyan; “sapkın” bedenlere karşı işlenen suçlara verilen cezasızlık, kadın cinayetleri, şiddet, tecavüz ve cinsel taciz, kürtaj, doğum kontrolü ve cinsel seçim hakkı gibi konuları neoliberal patriaryal kapitalizme karşı mücadelenin parçası haline getiren yeni dönem feminist hareketin önemli damarlarından biri. Bu damar cinsiyetçi-tekelci fiyat yapısına, tampon vergisine, reglin damgalanmasına karşı mücadele ederken birçok kazanım elde ediyor; menstrüasyon feminist iktisadın önemli bir konusuna; menstrüel haklar yeni bir feminist ekonomi-politiğin neoliberal ekonomi politikle çatışma alanına dönüşüyor. Bu çatışmada neoliberal ekonomi politik, yükü kadınların sırtına bindirilen büyük bir özbakım-yeniden üretim krizini yaratırken, menstrüal haklar hareketi “bakımın” gerçek anlamını küçük bir pedin içine sığdırıyor: “Bakımın, en genel anlamda, içinde olabildiğince iyi yaşayabilmek için dünyamızı korumak, sürdürmek ve onarmak için yaptığımız herşeyi içeren türümüze dair bir etkinlik olarak görülmesini öneriyoruz. Bu dünya bedenlerimizi, benliklerimizi ve çevremizi içerir ve bizler bunların hepsini karmaşık, yaşamı sürdüren bir ağ içinde örmeye çalışırız”.
Ve Arjantin’de Aborta Legal kampanyasının da üyesi olan feminist Ecofeminita ağı kadın yoksulluğu ve işsizliği konularını da vurgulayarak yürüttüğü uzun soluklu Menstru Acción kampanyasıyla hepimizin en acil taleplerini özetliyor:
- Menstrüel ürünler lüks değil temel bir ihtiyaçtır, bu ürünlerdeki KDV kaldırılsın.
- Okullarda, hapishanelerde, hastanelerde ve kamusal merkezlerde ücretsiz dağıtılsın
- Menstrüel ürünlerin güvenirliği, sağlıklılığı, çevreye zararı konusunda bilgiler şeffaflaştırılıp kamuoyu erişimine sunulsun, en sağlıklı ve çevre dostu menstrüal ürünlerin üretimi piyasanın konusu olmaktan çıkartılarak kamusal müdahalenin konusu haline getirilsin.
Yararlanılan Kaynaklar:
- The Palgrave Handbook of Critical Menstruation Studies, The messy politics of menstrual activism, Bobel-Fahs.
- Seeing the colour red: Menstruation in global body politics, Gaybor-Harcourt.
- Menstrual politics in Argentina, Gaybor.
- Pink Tax and the Law, Discriminating against women consumers, Alara Efsun Yazıcıoğlu.
Yorumlar