Asıl Virüs: Kapitalist, Türcü, Patriyarkal Sistem 1 – Buse Uçer

Eğer mevcut koşulları iyi değerlendirip cüretkar bir politika üretemezsek egemenlerin sömürüye dayalı reformist politikalarına sadece kendimizi değil insan dışı tüm canlıları mahkum etmiş oluruz. Dünyada tüketim alışkanlıkları değişse bile neoliberal politikaların sürdürülmesi gıda, su gibi temel ihtiyaçların eşitsiz dağılımına neden olmaya devam edecektir. Bu durum bizlere sadece tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmemizin yeterli olamayacağını ve sistemi yıkmamızın şart olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

Bu yazıya başlarken oldukça tedirgindim. Çünkü veganlığı, feminizmi ve ekolojiyi çarpık şekilde bir araya getiren yazılar okumuştum. Yer yer cinsiyetçi tandanslara sahip şefkat etiği yada sadece bireysel/yaşam tarzı değişimi ile ekolojik mücadeleyi sınıfsal bakış açısından koparan yaklaşımlar beni korkutmuştu. Bu yazıyı tüm bu korkular nedeniyle ekofeminist bir vegan olmanın ne kadar devrimci bir özü olduğunu hatırlamak ve kendimi cesaretlendirmek için yazıyorum. Yazı umarım sizlere de cesaret verir.

Korona ortaya çıktığından beri hastalığın neden olduğuna dair herhangi bir açıklama yok. Sosyal izolasyon ile “eve kapan ve tüket” anlayışı ile sermaye bizlere tek bir yol gösteriyor. Oysa bizler tüm bu çıkışsız tavrın karşısında güçlenmenin yollarını keşfediyor, dayanışmayı büyütüyoruz. Korona insanlığı yeni bir gerçeklik ile yüzleştirdi. Bu gerçekliğin içerisinde ayakta kalmak için ne yapmalıyız?

Viral hastalıkların nedeni hayvansal kullanım ve doğa talanı ile doğrudan ilişkilidir. Vücudumuzda pek çok virüs bulunur ancak bunlara karşı bağışıklık kazanarak yola devam ederiz. Sıtma, Deli Dana, Kuş Gribi ve daha pek çok salgın hastalığın nedeni hayvanları mal olarak görerek köleleştirmemizdir. Peki tüm dünya bitkisel kaynaklı beslense bu sorun çözülür mü?

Bunu ancak yaptığımızda görebiliriz. Benim görüşüm ise hayvansal kullanımı bırakmanın büyük oranda salgın hastalıkları azaltacağı yönünde. Bu konuda bilim insanlarının görüşleri sanırım çok daha önemli. Bugüne değin ortaya çıkan salgınların hayvanları kullanmamızla doğrudan ilgisi olduğunu söyleyen bilim nedense (!) hayvansal kullanımı tamamen bırakın diyemiyor. Buna neden olarak bilimsel bilginin tekelleşmesi ve bağımsız bilim insanlarının giderek azalması gösterilebilir. Bu nedenlere bağlı olarak dünyanın yok oluşa doğru gitmesini tek başına hayvansal kullanımları bırakmak önleyemeyecektir. Çünkü tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek en fazla ulusaşırı sermayenin kendisine “yeşil kapitalizm” ile yeni pazarlar yaratmasını sağlayacak ama eşitsizliği sona erdirmeyecektir. Bu eşitsizliği yaratan ise neoliberal yağma politikalarını uygulayan erkek egemen sistemin ta kendisidir.

Sistem eşitsizliğe dayalı olarak kendini sürekli yeni hammaddeler ve pazarlar bularak yenilemeye çalışıyor. Ancak pek çok tartışmada artık kapitalizmin sınırlarına dayandığı iddia ediliyor. Bir sınıra dayanmış olduğu doğru dahi olsa yeni ve eşit bir dünya tahayyülümüz var mı? Yerine neyi koyacağımız konusunda ne kadar eminiz? Eğer mevcut koşulları iyi değerlendirip cüretkar bir politika üretemezsek egemenlerin sömürüye dayalı reformist politikalarına sadece kendimizi değil insan dışı tüm canlıları mahkum etmiş oluruz. Dünyada tüketim alışkanlıkları değişse bile neoliberal politikaların sürdürülmesi gıda, su gibi temel ihtiyaçların eşitsiz dağılımına neden olmaya devam edecektir. Bu durum bizlere sadece tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmemizin yeterli olamayacağını ve sistemi yıkmamızın şart olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Tüm dünya bitki temelli beslense ve gıda politikaları bu yönde gelişse hayvancılık için talan edilmiş toprakların ve sağlam kalan ormanların bitkisel beslenmeye yönelik tarım faaliyetleri ile talan edilmeyeceğini kim iddia edebilir? O nedenle vegan olmak bütünleşik özgürlük mücadelesini zorunlu kılar. Vegan olmak hayvan kullanımını ve köleliğini/tahakkümünü reddetmek ise; insandışı hayvanların evlerini yok etmeyi bırakmamız gerekir. Bu ise iklim krizine karşı gerçek bir sistem önerisi ile gerçekleşecek. Bu sömürüye dayalı sistemin krizinin karşısında yeşil kapitalizmden fazlasına ihtiyacımız var.

Tüm bu eşitsizliklere dayalı sistemin yaşadığı krizlerden en çok etkilenenler ayrımcılıklara en çok maruz kalan kişiler olduğu su götürmez bir gerçek. Yani yoksullar, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, LGBTİ+ bireyler…

Mevcut salgın krizinde kapitalist ülkelerin aldığı önlemler konuşulurken ana akım medya yoksul ülkelerin durumu hakkında tek bir söz söylemiyor. Bu krizin ortaya çıkmasında etkisi en az olan ülkelerin tedbir alma olanakları krizin müsebbi olan ülkelere göre oldukça kısıtlı. Kısacası iklim krizinin getirdiği felaketler eşitsiz dünyada en çok ezilenleri etkiliyor.

Burada kadınların bu felaketlerden daha fazla can kaybı yaşaması doğrudan toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ile bağlantısını vurgulamak isterim. Kadınlar yoksul ülkelerde yoğun olarak tarıma dayalı işçilik ve bakım emeği ile sömürü altındalar. Üstelik dünyadaki mülkiyetin %80’inden fazlası erkeklere ait; kısacası paralar erkeklerde toplanıyor. Bu ise kriz durumlarında yoksul erkeklerin yoksul kadınlara oranla hareket alanlarını genişletiyor. Erkekler eğitim, ulaşım gibi olanaklara çok daha kolay ulaştıkları için hayatta kalma oranları çok daha yüksek. Kadınlar bakım emeğini üstlendikleri yaşlı ve çocukları terk edemiyor.

*Yazının devamı ilerleyen günlerde yayımlanacaktır.

Yorumlar