Kültürel Hegemonya Savaşı: Ayşe Barım Operasyonu ve Sanatta İktidarın Tahakkümü – Helin Bingöl

Ayşe Barım operasyonunun asıl nedeni Gezi değil. Yargının talimatla gerçekleştirdiği bu tutuklama kararının ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz. Peki neden şimdi? Neden Ayşe Barım? Bu operasyon, sadece bir menajeri hedef almak değil; sanat ve medya dünyasında AKP’ye karşı şekillenen güç dengelerini yeniden kurma çabasıdır. Öte yandan yıllarca sektörde tekelleşen, gücünü otoriteye yaranmaktan alan figürlere ne diyeceğiz?

Kültürel Hegemonya Savaşı: Ayşe Barım Operasyonu ve Sanatta İktidarın Tahakkümü – Helin Bingöl

Bu yazıyı yazmaya başladığımda Ayşe Barım, Gezi eylemlerini planlamak ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek” suçlamasıyla tutuklanmıştı. Ondan önce ve sonra da tutuklamaların ardı arkası kesilmedi. Sosyalistler, gazeteciler, sosyal medya kullanıcıları… Erdoğan’ın hâkimiyet kuramadığı herkes, her kesim, her kurum hedef tahtasına konuyor. Ama yine de olmuyor işte, kimse biat etmiyor.

Bu operasyonun asıl nedeni Gezi değil. Yargının talimatla gerçekleştirdiği bu tutuklama kararının ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz. Peki neden şimdi? Neden Ayşe Barım? Bu operasyon, sadece bir menajeri hedef almak değil; sanat ve medya dünyasında AKP’ye karşı şekillenen güç dengelerini yeniden kurma çabasıdır.

İktidar kültürel hegemonyasını kurabilir mi?

AKP, yıllardır hayatlarımızın her alanında güç sahibi olmaya çalışırken, kültürel hegemonyayı ele geçirmekte hep zorlandı. TRT dizileri, Osmanlı nostaljisiyle dolu yapımlar ve mizansen 15 Temmuz filmleriyle ne kadar uğraşsalar da halk nezdinde gerçek bir karşılık bulamadılar. Bu başarısızlık, dayatmaya çalıştıkları “değerlerin” aslında ne kadar güçsüz olduğunu açıkça gösterdi. Şimdi ise hem film-dizi sektöründe dönen devasa paraların hem de kültürel hegemonya yoluyla toplumu kuşatma heveslerinin peşindeler. Bu sürecin ilk adımları da düşük gişe rakamlarına rağmen devlet desteğiyle ayakta tutulan filmler ve projelerle atılmıştı.

Peki, iktidarın kültürel hegemonya yaratma çabasıyla ortaya koyduğu projeler nasıl? Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, başrol oyuncusu gerçek hayatta şiddet faili olan “Gassal” dizisi. Şiddet faili bir erkek oyuncuyu başrolde oynatarak verilen mesaj çok açık: “Bir erkek, güçlünün tarafında olduğu sürece istediği suçu işleyebilir. Ama bir kadın daha kolay harcanabilir. Hele de ahlaki kodları devreye sokarsanız.”

Bu tür projeler yalnızca kadınların sanat alanındaki varlığını tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirerek iktidarın kadın düşmanı politikalarını kültürel düzlemde yeniden üretmeye hizmet ediyor.

Ayşe Barım ve sanatta tekelleşme

Burada öncelikle tartışmamız gereken iktidarın baskı mekanizmaları. Ama yalnızca bu değil. Tutuklama kararının siyasi ve ekonomik nedenlerini görüyoruz. Öte yandan yıllarca sektörde tekelleşen, gücünü otoriteye yaranmaktan alan figürler de sorgulanmalı tabi. Ayşe Barım gibi isimler, bünyelerindeki sanatçılara muhalif paylaşımlar yaptırmayan, onları Yenikapı mitingine gönderen, projelerinin yüzeysel ve gündelik kalmasına özen gösteren bir çizgiyi savundular.

Barım’ın yönettiği projelerde kadın temsiline bakarsanız hep aynı kalıbı görürsünüz: Kadın karakterler, tek derdi bir ilişki yürütmek ya da bir erkeği elde etmek olan, toplumsal mücadelelerden kopuk bireyler olarak kurgulanır. Oysa iktidar kanallarında bu durum daha da vahimdir. İktidara yakın yapımlarda kadınlar, etkisiz eleman ya da ikinci insan pozisyonunda, tamamen silik bir varlık olarak resmedilir. Hem Barım’ın yönlendirdiği “mainstream” yapımlarda hem de iktidarın sansürlü projelerinde kadınların temsiliyetini yok eden bu anlayış, sanatın toplumsal gerçeklikle bağını kopardığını gösteriyor.

Bir yandan da tekelleşmenin olmadığı bir sektör yok. Kapitalist ekonomik düzen, sermayenin sınırsız kar etme dürtüsüyle birlikte tekelleşmenin önünü sonuna kadar açıyor. Ortada gerçekten bir rekabet yok! Aslında büyük şirketlerin yararına işleyen bir mekanizma var. Ayşe Barım’ın yönettiği ID ajansı da bu büyüklerden biri. İlk başta tekelleşme ve rekabet kurumu üzerinden konuşulan mesele bir anda yönünü niye geziye çevirdi? Çünkü kapitalist hukuk sistemi içinden tekelleşmeye müdahale edilemez. Faşist bir rejimin tüm “keyfiliği” içinde sermayeyi koruyan yasalar bakidir. Yani tekelleşme bahane; Serenay’ı kürtaj yaptırdı diye, Ayşe Barım’ı geziyi örgütledi diye suçlamak şahane! Siyasal iktidarın sürdürülmesi için kültürel hegemonya hem elzem bir iktidar alanı hem de büyük bir para kaynağı. Dolayısıyla burada dikkat etmemiz gereken bir diğer unsur da bu ekonomik-politik çıkarın hangi ideolojik temellerle sağlandığı.

Geldiğimiz gerçeklik şu; iktidarla iş tutan herkes bilmeli ki, günü geldiğinde aynı güç tarafından harcanırlar. Bugün Ayşe Barım, Gezi gibi onurlu bir halk direnişini organize etmekle suçlanıyor. Neden? Çünkü yıllar önce, bünyesindeki sanatçılardan birkaçı Gezi’ye katılmıştı. Bu sanatçıları Yenikapı mitingine göndermiş olmasına rağmen, bu da onun kredisini kurtarmaya yetmedi. Tam anlamıyla bir 1984 mizanseniyle karşı karşıyayız. İktidar, kurtulmak istediği herkesi Gezi’ye katılmakla suçluyor.

Gezi halkındır, teslim olmaz!

Oysa Gezi, bireylerin ya da grupların sahiplenebileceği bir hareket değildi. Gezi, halkın içinden yükselen, onurlu ve kolektif bir direnişti. Bu gerçeği unutturmak, iktidarın kültürel hegemonya çabasının bir parçası. Halkın belleğine ve direnişin onurlu izlerine saldırarak kendi propagandalarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Ancak bu saldırılar yalnızca iktidarın meselesi değil; sektörde tekelleşmiş, otoriteye boyun eğerek güç kazanan figürler de bu kirli düzenin bir parçası.

Bu noktada biz hangi tarafta olacağız?

Belki de sanat alanındaki herkesin elini taşın altına koyarak, sendikalaşma ve dayanışmayla güçlü bir mücadele başlatması en iyi seçenektir. Aksi takdirde iki kötü seçeneğin arasında sıkışıp kalacağız:

  • Ya iktidarın sansür mekanizmasına hizmet eden bir “sanat”
  • Ya da pragmatik figürlerin kâr hırsında, etliye sütlüye dokunmayan, köreltici mainstream işler…

Bu düzeni değiştirmek, gerçek bir dayanışma ve kolektif mücadeleyle mümkün. Gezi gibi halkın ateşlediği direnişi, iktidarın halka karşı bir silah olarak kullanmasından kurtarmalıyız.