Şüphesiz ki biz kadınlar “hayatta kalmak” ve “kendimizi korumak” sorunsalı ile ne ilk kez karşı karşıya kaldık, ne de salgının sonlanması bizler için bu sorunu ortadan kaldıracak. Tam da bu nedenle 8 Mart’ta bir döviz olarak karşımıza çıkan “Erkekliğin, Koronadan daha öldürücü olduğu” gerçeğini önümüze koymak ve bu süreçte ortaya konan politikalara, alınan tedbirlere bir de bu gözle bakmak zorundayız
80 derece alkollü kolonyalar, antibakteriyel sıvılar ve duyup da uygulamaya çalıştığımız diğer kişisel koruyucu önlemler sarmalında yuvarlanıp malum salgından korunmaya çalıştığımız bu günlerde hayatımıza bir yeni yaşam pratiği girmiş oldu: “Sosyal Mesafelendirme.” En genel haliyle kamusal yaşamdan kaçınmak ve virüsün yayılma hızını düşürmek adına bir sosyal izolasyon yaratmak olarak kabul edebileceğimiz sosyal mesafelendirme, şüphesiz ki toplumdaki varlığımızı bir taşıyıcı olarak sürdürmememiz ve salgının artış katsayısını zıplatmamamız bakımından alınabilecek en gerçekçi tedbirlerden. Doğal olarak hem kendimizi hem de sevdiklerimizi evde ve güvende kalmaya teşvik ettiğimiz, sosyal medya hesaplarımızı bir evde kalma kampanyası şeklinde örgütlediğimiz günler geçiriyoruz. Ancak, evde kalmanın güvende olmakla eşdeğer tutulduğu bu süreçte yüzümüzü dönmemiz ve uyanık olmamız gereken bir başka gerçeklik var ki o da evlerin kadınlar için ne kadar güvenli olduğu gerçeği.
Şüphesiz ki biz kadınlar “hayatta kalmak” ve “kendimizi korumak” sorunsalı ile ne ilk kez karşı karşıya kaldık, ne de salgının sonlanması bizler için bu sorunu ortadan kaldıracak. Tam da bu nedenle 8 Mart’ta bir döviz olarak karşımıza çıkan “Erkekliğin, Koronadan daha öldürücü olduğu” gerçeğini önümüze koymak ve bu süreçte ortaya konan politikalara, alınan tedbirlere bir de bu gözle bakmak zorundayız.
Geçtiğimiz yıl, son 10 yıldakinden daha fazla sayıda kadın erkekler tarafından öldürüldü. Türkiye’de 2016’da 304, 2017’de 353, 2018’de 280 kadının öldürüldüğünü ve 2019 yılında öldürülen kadın sayısının ‘maalesef’ geçen yıldan daha fazla olduğunu ifade eden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu cinayetlerin yüzde 72,8’inin evde işlendiğini, faillerin yüzde 95’inin eş, partner ya da akraba olduğunu açıkladı.* Bir yandan boşanmaları engellemek için bin bir takla atarken öte yandan kadınların kendi evlerinde, kendi tanıdıkları tarafından öldürüldüğünü utanmadan sıkılmadan bu şekilde ifade eden iktidar, kadınları şiddet gördüğü, kendisi için tehditlerle çevrili dört duvar arasına mahkum ediyor. Kadınların tamamına yakınının kendi evlerinde, kendi tanıdıkları erkekler tarafından öldürüldüğü bu açıklıkla dillendirilmişken Korona virüs salgınına karşı “evde kal, güvende kal” lafının kadınlar için tek başına yeterli olmadığı çok açık.
Çok değil daha dün, AKP İstanbul Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı twitter hesabından “Korona istirahatinin berekete ve hayra vesile olacağını” ifade ederken Tayyip Erdoğan’ın 3 çocuk yapma politikasını hatırlattı. Görünen o ki uluslararası bir felaket halinde dahi kadınlara reva görülen her zamankinden daha iyi olmayacak. Kadınlardan şiddet gördüğü, öldürüldüğü evlerde kocalarına itaat ederken bir yandan dişini sıkıp bu kötü günlerin geride kalması için dua etmesi öte yandan bu krizi fırsata çevirip(!) 3 çocuk yapması bekleniyor.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun her koşulda bağlayıcıdır
Hali hazırda zorla uygulatmak için çabaladığımız ve “Aile yıkıyor” yaygaralarıyla anti propagandası yürütülen İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun’un ve olası şiddet durumlarında başvurulacak mekanizmaların bu eve kapanma süreçlerinde nasıl işleyeceği tedirgin edici bir soru işareti olarak önümüzde duruyor. Özellikle ev içi şiddet vakalarında kadınlar tarafından ulaşılması zor olan koruyucu ve önleyici mekanizmaların evde kal- güvende kal sürecinde daha da zorlaşacağını öngörmek zor değil. Virüsün ilk ortaya çıktığı ve yayıldığı Çin’de kadına yönelik şiddet alanında çalışan kadın örgütleri, karantina döneminde gelen şiddet şikayetlerinin öncesine nazaran 3 kat daha fazla olduğunu ve polisin bu bildirimlere salgın nedeniyle gereği gibi müdahale etmediğini açıkladı. Bu deneyimin açıkça gösterdiği üzere ev içine kapandıkça ev içi şiddetin artması da görünmezleşmesi de son derece muhtemel.
Virüs salgınının ve sosyal izolasyon sürecinin ne kadar daha süreceği ya da daha ileri tedbirlerin alınıp alınmayacağı henüz belli değil. Sürecin henüz çok başındayken salgın nedeniyle erkek şiddetine karşı devletin sorumluluklarından kurtulamayacağı İstanbul Sözleşmesi hükümlerinin her koşulda bağlayıcı olduğunu hatırlatarak, devletin 6284 Sayılı Kanun’u ve şiddete karşı önleyici ve koruyucu mekanizmaları bu süreçte en aktif nasıl uygulayacağına yönelik acilen bir politika oluşturması gerekmektedir. Yine virüs salgınından en çok etkilenen ülkelerden biri olan İtalya’nın Roma kentinde karantinanın, kadına yönelik şiddeti artırabileceği tehdidine karşı mücadele birimlerinin 24 saat görevde olması için önlemler alındı. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’nın ivedi olarak kadına yönelik şiddete karşı 7/24 acil durum çağrı hattını, psikolojik, hukuki danışmanlık hizmetini ve 6284 Sayılı Kanun kapsamındaki diğer önleyici-koruyucu tedbirleri erişilebilir, uygulanabilir olmasını garanti altına alan kapsamlı bir programı devreye sokması ve yaygın biçimde duyurması gerekmektedir.
Bu süreçte güvende olmak adına evde kalan her birimiz, birbirimizin güvenliğinden de emin olmak zorundayız. Kadına yönelik şiddet durumlarında acil olarak aranabilecek numaraları birbirimizle paylaşmak, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un olası şiddet durumlarında öngördüğü mekanizmaları tekrardan hatırlatmak hem bir dayanışma ağı kurmamızın hem de devlete “Sakın ha sakın, kadınları eve kapatıp erkek şiddetini görmezden gelmeyi, 6284’ü rafa kaldırmayı aklınızdan bile geçirmeyin!” demenin etkili bir yolu olabilir. 6284 Sayılı Kanun kapsamında düzenlenen koruyucu ve önleyici tedbirler, kanunun doğası gereği bizi oradan oraya yönlendirmeden, uzun süreler bekletmeden, ivedi ve basit şekilde başvurulabilir niteliktedir. Hayat kurtarabilecek bu mekanizmalardan haberdar olarak karakoldan, mülki amirden, hakimden veya savcıdan bu tedbirlerin uygulanmasını istemek bu açıdan yeterlidir. 6284 Sayılı Kanun’un düzenlediği hukuki mekanizmaları işletmeye ve bu tedbirlerin uygulanması için ısrarcı olmaya devam edelim. Erkek şiddeti karşısında başvurabileceğimiz tüm yol ve yöntemleri gündem etmeyi, tazelemeyi ve tazeletmeyi ihmal etmeyelim.
Diyanete değil, sığınaklara bütçe talep ediyoruz
Bu noktada üzerine gitmemiz gerekenlerden bir diğeri kadın sığınaklarının mevcut durumu. Kadına yönelik şiddette olası artışlar ve sığınak talepleri konusunda devletin hazırlıklı olması gerekiyor. Sığınaklardaki sağlık ve hijyen koşullarının virüs salgınından korunmaya uygun hale getirilmesi, sığınak sayı ve kapasitelerinin artırılması, ihtiyaç halinde uygun kamu binalarının bu amaçla kullanıma açılması hali hazırda sığınaklarda olan kadınların ve önümüzdeki süreçte sığınağa yerleşmek isteyebilecek kadınların korunması için atılması gereken en önemli adımlardır. Bu konudaki taleplerimizi ve devletin bu kapsamdaki sorumluluğunun gereğini yerine getirmesi hepimiz için hayati öneme sahip. Sığınaklara gereken bütçenin ayrılmaması dünden bugüne en can yakıcı sorunlardan biriyken ev içi şiddet vakalarının ve sığınak taleplerinin artacağını öngördüğümüz bu süreçte “Diyanet’e değil, sığınaklara bütçe” demekten vazgeçmeyeceğiz. Kadınlardan sakınılan bu bütçenin nereye, neye ve kimlere gittiğini de bunun biz kadınlara dönüşünü de çok iyi biliyoruz. Diyanet’e bağlı kurulan aile ve dini rehberlik büroları şiddet gören kadınlara şiddet gördüğü taktirde suçlayıcı konuşmamalarını hatta hatayı kendinde aramalarını, polisi çağırmak yerine kocalarına sevdiği yemekleri hazırlarını buyuruyor. Diyanet’e ayrılan bütçenin bizlere dönüşü katlanarak artan erkek şiddeti oluyor. Sığınakların sayısını ve kapasitesini artırabilecek, sterilize edebilecek ve çok daha fazla sayıda kadının güvende kalmasını sağlayabilecek bütçenin, gördüğümüz şiddet karşısında bize susmamızı salık veren Diyanet’e ayrılmasını kabul etmiyoruz.
Bu süreçte alınacak eşitsiz tedbirler karşısında itirazlarımızı yükseltelim
Bu salgından korunmak adına uygulanan politikaları ve atılan adımları da teker teker cinsiyet eşitliği açısından ele almamız, bu süreçte bizlere bir lütufmuşçasına sunulabilecek eşitsiz tedbirler karşısında itirazlarımızı yükseltmemiz gerekiyor. Bildiğimiz gibi çocukların ve yaşlıların bakımı halihazırda kadınların, kadın oldukları için üstlenmesi ve ücretsiz şekilde yapması beklenen muazzam bir kadın emeği sömürüsü alanı. Bu eşitsiz yaklaşımın böylesi kriz süreçlerinde derinleşeceğini ve hatta devlet politikası haline geleceğini öngörmek hiçbirimiz açısından zor değil. Keza okulları ara verilen çocukların bakımıyla ilgilenmek üzere kamu kurumlarınca verilen izinlerin istisnalar dışında ebeveynlerden birine değil yalnızca annelere uygulandığını gördük.
En nihayetinde gergin ve can sıkıcı günlerden geçtiğimizi kabul etmekle beraber kendimizi umutsuzluğa ve karamsarlığa hapsetmemeye öte yandan yaşadığımız tüm bu süreci kadınlar olarak kendi yaşamlarımızın gerçekliğiyle görmeye, değerlendirmeye ihtiyacımız var. Biliyoruz ki erkek egemenliği ve cinsiyet eşitsizliği nedeniyle savaş, salgın hastalık, doğal afet gibi durumlarda kadınlar erkeklerden nitelik olarak daha çeşitli ve fazla etkilenir. Bu kriz süreçlerinin ardından ise derinleşen eşitsizlik konumları korunmaya devam edilir. Buna müsaade etmeyecek bir kadın seferberliği için kendi dayanışma ağlarımızı kurmak, sosyal medyayı bu açıdan en etkin şekilde kullanmaya gayret göstermek zorundayız.
“Bu kalabalığı hatırlayalım!”
Böyle zamanlar şüphesiz aynı zamanda toplumsal çürümüşlüğün de en çok gün yüzüne çıktığı anlar. Durumun kontrolü, paniğin ve kaosun önünün alınabilmesi sabırla edilen dualardan değil örülecek toplumsal dayanışmadan ve birbirine karşı sorumluluk duymaktan geçiyor. Kadın dayanışması ise salgın, savaş, afet demeden yaşanan tüm yıkımlarda zaman, mekan ve sınır tanımayan bir ruha sahip olduğunu defalarca kanıtladı. Kendini ve yanı başındaki kadınları savunmaktan bir an olsun geri durmayanlar olarak sırtımızı yine buraya verelim, yaşadığımız bu can sıkıcı ve gerilimli bekleyişte kendimizi iyi ve güçlü hissetmeye ihtiyacımız var. Bu anlarda bir feminist gece yürüyüşü eylemcisinin de ifade ettiği gibi: “Bu kalabalığı hatırlayalım.” Mücadelemizi ve dayanışmamızı hissedelim. Çekilebileceğimiz güvenli alanları saptayalım, evde kalabilenlerimiz evde kalsın, evde güvende olmayanlar için 6284’ü hatırlatalım ve uygulatalım. Kendimize iyi bakalım, birbirimizi gözetelim, umutsuzluğa kapılmayalım.
*Süleyman Soylu tarafından açıklanan resmi kadın cinayetleri verilerinin Rabia Naz, Nadira Kadirova gibi intihar denerek üstü kapatılan veya faili meçhul olarak bırakılan birçok kadını kapsamadığının altını çizelim.
Yorumlar