Eksik filminde, tam da bu bağlamda 12 Eylül ile birlikte ülke ve dünya sorunlarına duyarlı, yeni bir dünya yaratma iddiasında olan bir nesilden nasıl olup da ben-merkezci, bencil, sorgulamayan bir nesile geçildiği; bir ailenin parçalanışı üzerinden anlatılıyor.
Sinemanın önemli yönetmenlerinden biri olan Yunanlı yönetmen Theodoros Angelopoulos’un Yunanistan’daki iç savaş ve komünistlerin yenilgisinin ardındaki süreçte bireylerin sürgün hayatlarına odaklanan “Zamanın Tozu” adlı filmi “Hiçbir şey sona ermedi… Hiçbir şey sona ermez.” sözleriyle başlar. Tıpkı ülkemizde 12 Eylül’ün “gerçekçi olup imkansızı isteyenler” için bir son anlamına gelmediği gibi. Tabii ki 12 Eylül’ün politikleşmiş bir kuşağı bu topraklar üzerinden silme amacıyla toplumsal muhalefetin üzerinden silindir gibi geçtiğini ve devrimcilerin ağır bir yenilgi aldığını biliyoruz. Zira bu yenilgi paranın tek güç olarak belirdiği neoliberal dünyanın kapılarını açtı bize. Dolayısıyla yenilginin bedeli de ağır oldu ve toplumumuzda derin izler bıraktı. İşte o 12 Eylül travmasının derin izlerinden kişisel olarak da nasibini almış olan Barış Atay Eksik filmiyle bizlere kendimizi, yaşamı, 12 Eylül dönemini ve sonrasındaki 30 küsür yılı sorgulatıyor. Zira neden böyle bir film çektiğinin yanıtını da şöyle veriyor Atay: “1981 Eylül doğumluyum, ben doğduğumda babam cezaevindeydi… 1980’in etkilerini aile içinde çok net hisseden bir kuşağın çocuğuyum… O yüzden 1980 ve sonrası yaşanılan travma beni çok daha fazla etkiledi, çok daha fazla merak uyandırdı ve bu hikâyeyi seçmemde en büyük etkenlerden biriydi.” [1]
12 Eylül, hegemonya ve toplumdaki izleri
“Ülkemizde 1970’li yıllarda iktisaden egemen konumunda olan Türkiye burjuvazisi, ekonomik gücü oranında siyasal ve kültürel bir üstünlüğü olmadığından toplum içerisinde hegemonik bir üstünlüğe sahip olamamıştır. Türkiye burjuvazisi bunun için 12 Eylül’ü beklemek zorunda kalmıştır. Çünkü o egemen sınıf olmuş; ama Gramsci’nin tarif ettiği anlamda hegemonik sınıf olamamıştır. Burjuvazi, 12 Eylül ile birlikte bunu başarmak için öncelikle Althusser’in deyimiyle devletin baskı aygıtlarını harekete geçirmiş; ardında da devletin ideolojik aygıtlarıyla değişim ve dönüşümü başlatmıştır. Türk burjuvazisi özellikle özel televizyon ve radyo kanallarının açılmasına paralel olarak kendi kültürünü oluşturmaya ve toplum üzerinde bir kültürel politika güttüğünü kanıtlamaya başlamıştır. Tüm kapitalist toplumlarda olduğu gibi Türkiye’de de burjuvazi hegemonik olmaya yani Gramsci’nin ifadeleriyle, toplumun entelektüel ve moral liderliğini elde etmeye başlamıştır.” [2]
İşte Eksik filminde, tam da bu bağlamda 12 Eylül ile birlikte ülke ve dünya sorunlarına duyarlı, yeni bir dünya yaratma iddiasında olan bir nesilden nasıl olup da ben-merkezci, bencil, sorgulamayan bir nesile geçildiği; bir ailenin parçalanışı üzerinden anlatılıyor.
Film, bir fabrikada güvenlik görevlisi olarak çalışan ve sıradan bir hayata sahip olan Türker’in (Barış Atay) devrimci olan anne (Nur Sürer) ve babasının yakalanıp işkenceden geçirilmesiyle başlıyor. İşkence; Türker’in o sırada hamile olan annesinin engelli bir çocuk doğurmasına yol açıyor. Tüm bu yaşananlardan büyük bir rahatsızlık duyan Türker’in askerlikten emekliye (nedeni ise oğlunun devrimci mücadele vermesi) sevk edilen dedesi (Uğur Polat), Türker’i büyütmek için yanına alıyor ve doğmuş olan engelli çocuğu tüm yaşadıklarının sorumlularından biri olarak gördüğü annesine vererek ona evden gitmesini söylüyor. Böylece engelli olan Devrim (Özgür Emre Yıldırım) annesiyle büyürken; aslında anne ve babasının adını Deniz koydukları Türker ise, dede ve babaannesiyle büyüyor. Bu Türker’in bir yandan koşulların bir yandan da dedesinin (ki bu dedenin askeri geçmişi olmasıyla devleti temsil ettiğini söyleyebiliriz) de etkisiyle anne ve babasının mücadelesini yadsımasına ve onunla hesaplaşmasına neden oluyor. Hiçbir şekilde onları anlayamayan Türker; anlayamadığı gibi de aslında tüm bu yaşadıklarından dolayı onları suçluyor. Peki, suçlu gerçekten kim? Yönetmen, Türker’in dede ve babaannesiyle birlikte Kenan Evren’in (12 Eylül’ün mimarlarından, o dönemde sık sık televizyonlara çıkıp demeçler veren) televizyondaki demecini beraber izleme görüntüsünden, Türker’in Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını izlediği görüntüye geçiş yaparak aslında suçlunun kim olduğunu gayet açık bir şekilde anlatıyor. Yönetmenin bu sahneyle Türker’in tüm yaşadıklarının, Türker gibi nesillerin yaratılmasının ve AKP gibi bir iktidarın Türkiye’yi yönetmesinin sorumlusunu 12 Eylül ve ardılı olarak gördüğünü söyleyebiliriz.
Sonuçta Eksik,12 eylül tahribatının yarattığı bir nesile bir birey (Deniz) üzerinden odaklanıyor. Bu öyle bir tahribat ki her bağlamda (kadın-erkek ilişkileri, aile ilişkileri, işçi hakları vb.) bireyi kuşatarak yaşamını dönüştürüyor. Bu dönüşüm de burjuvazinin dayattığı kültürün toplumda hegemonik olmasıyla yani yeni bir toplum meydana getirilmesiyle gerçekleşiyor. Bu yaratılan toplum da öyle bir toplum ki politikayı anlamamanın ve ondan uzak durmanın bedelini başkalarının ve sistemin boyunduruğu altına girerek ödeyecek bir toplum. Tıpkı filmde Türker’in (Deniz), patronu onu işten kovarken kendisine o kadar hakaret ve küfretmesine rağmen sesini çıkartamayacak ve tepki gösteremeyecek hale gelmesi gibi. Türker bir işçi olduğu halde sınıf bilinci gelişmemiştir. Dolayısıyla politik bilinci de olmayan Türker; tam da darbenin ardından yaratılmak istenen bireyin izdüşümü ve hayatında herhangi bir anlam olmayan kayıp bir neslin temsilidir. Hayata dair derin sorgulamaları da olmayan Türker, çoğunluğu bir anlamda temsil eden; ama kimsenin yerinde olmak istemeyeceği, dolayısıyla özdeşleşemeyeceğimiz bir karakter olarak belirmektedir filmde.
Filmde Türker’in hayata dair anlamı bulması kardeşi üzerinden gerçekleşiyor. Türker yıllar sonra annesiyle hesaplaşmaya gittiğinde ise engelli kardeşiyle de ilk defa karşılaşıyor ve onunla arasında kimseyle kuramadığı bir bağ (annesi ve Devrim arasında da bu bağ mevcuttu) kuruluyor. Böylece filmde Türker, hayatının anlamını ise bir anlamda belki de spastik engelli olan kardeşi (Devrim) sayesinde buluyor. Devrim ona bağlandıkça; o da Devrim’e bağlanarak… Üstelik Deniz onu her ne kadar eksik biri olarak tanımlasa da bütün eksik yanlarına rağmen Devrim, Deniz için kendini feda ediyor. Üstelik burada Devrim karakterinin metaforik bir anlamı da olduğu da söylenebilir. Devrim’in, eksik bırakılmış olarak 12 Eylül ardından darbe vurulan devrimci mücadeleyi ve onun ideolojisini de temsil ettiği iddia edilebilir.
Gücü yeten yetene…
“Dilimizde kadınlar, erkeklerin birbirlerine karşı kullandıkları küfürlerde, aşağılamalarda veya espirilerde malzemedir. Namusun bacak arasında olduğu düşünüldüğünden, karşımızdaki kişiyi cezalandırmanın ve ona haddini bildirmenin en iyi yolu; kadının aşağılandığı, sikmek/ sokmak/ mahvetmek/ becermek/ yapmak/ yapılmak/ vermek/ almak gibi kadın bedeni üzerinden üretilen ve cinsel ilişki ile ilgili kavramların küfür olarak kullanılmasıyla günlük yaşantımızda yer bulmasıdır. Ataerkil toplum yapısında cinsel ilişki de bu bağlamda iktidarı temsil ettiğinden, cinsellik sevginin paylaşımı olarak değil de “etken” olanın (güçlü olan), “edilgen” olan üzerinde fiziksel güç uygulaması şeklinde algılanmaktadır.” [4]
Filmin bu bağlamda ataerkil dünyaya dair de yerinde tespitleri var. Eksik filmindeki Türker, tam da bu cinsiyetçi dili hayatının her alanında kullanarak tam olarak “erkeklik” rolünü yerine getirir. Üstelik filmde annesi dışında tek bir kadınla, Dilek’le (Toprak Sağlam) ilişki kuran Türker’in onunla ilişki kurma biçimi de yalnızca cinsellik üzerinden gerçekleşir. Dilek’le hiçbir duygusal bağ kuramayan Türker, cinsel ilişkiyi de bir iktidar alanı olarak biçimlendirmektedir. Nasıl ki patronu onu insan yerine koymayarak aşağılayabiliyorsa; o da kadını aynı biçimde değersizleştirerek aşağılar. Dilek’e en ufak bir sevgi sözcüğü bile söylemeyen ya da söyleyemeyen Türker’in yaşadığının, aslında hiçbir şekilde kendini ifade edememesi ve dolayısıyla varoluşunu gerçekleştirememesiyle alakalı olduğu söylenebilir. Sonuçta duygularını ifade etme becerisini yitirmiş, hayata ve insanlara karşı derin sorgulamaları olmayan, kitaplara yaklaşımı sıkıcı olup olmaması seviyesinde sığ olan Türker’in, kadına yaklaşımı da aynı sığlıktan nasibini almaktadır. Filmini emekçi, devrimci kadınlara ve annesine adayan Atay, Türker karakteriyle başarılı bir “erkeklik” eleştirisi yapmış olsa da kadınların filmde daha etkin olarak yer alamamış olması filmdeki bir eksiklik olarak belirmektedir.
Sonuç olarak
Sömürüye, baskılara, insandışılaştırma eğilimlerine karşı insanlık, tarih boyunca özgürleşme mücadelesinden vazgeçmemiştir. Bu mücadeleler, her ne kadar insanlığın her döneminde egemenler tarafından ağır baskılar görse, engellenmek istense de hiçbir baskı yöntemi, bu mücadeleleri (zaman zaman geriletse bile) engelleyememiştir. Eksik filminde kayıp bir nesile vurgu yapan Atay, Gezi mücadelesinin simgelerini de filme koyarak bizlere, farklı şekillerde de olsa bugün de mücadelenin devam ettiğini; dolayısıyla tüm baskılara rağmen engellenemediğini açık bir biçimde göstermektedir.
[1] http://www.insanhaber.com/roportaj/baris-atay-eksik-bir-12-eylul-filmi-degil-30-yillik-surecin-filmi-52982
[2] Nur Vergin, Siyaset Sosyolojisi, İstanbul, Doğan Kitap, 2003, s. 96
[3] A.g.e., s. 97
[4] http://www.baraka.cc/down/5_5_s22_23.pdf
Yorumlar