Korona Şoku ve Patriyarka – 3. Bölüm

Hükümetlerin neofaşist ideolojiden ilham alarak benimsediği, çekinmeden nefreti destekleyen ve kadın düşmanı davranışları teşvik eden söylemleri, kadına şiddetin faillerini meşrulaştırıyor. Böyle olunca da şiddet, yetkililerin önlemeyeceği ve mücadele etmeyeceği hatta aksine teşvik edeceği sıradan ve normal bir şeye dönüşüyor.

Korona Şoku ve Patriyarka – 3. Bölüm

Tricontinental’da yayınlanan 5 Kasım 2020 tarihli “CoronaShock and Patriarchy” başlıklı çalışmanın çevirisidir. Salgının çeşitli topluluklar üzerindeki etkisini dört ana başlıkta inceleyen araştırmayı beş bölümde 5Harfliler sitesinde yayınlanıyor. Yazı dizisini Selen Güler çeviriyor. Önsözünü Arjantin’in Kadın, Toplumsal Cinsiyet ve Çeşitlilik Bakanı Eli Gómez Alcorta’nın yazdığı ilk bölüme buradan, ikinci bölüme ise şuradan ulaşabilirsiniz. 

III. Korona Şoku’nun Etkisiyle Artan Ataerkil Şiddet 

Salgından önce de her gün ortalama 137 kadının aile bireylerinden biri tarafından öldürüldüğü küresel bir gerçeklikle karşı karşıyaydık. BM Kadın Birimi’nin tahminlerine göre, dünyada 15-49 yaş arası her 5 kadından 1’i partneri tarafından fiziksel ya da cinsel saldırıya uğramış. Yirminci yüzyılın sonlarından beri dünyanın dört bir yanından kadın hareketlerinin en büyük talebinin kadına şiddetle mücadele olması tesadüf değil elbette. İmkânsız gibi görünse de, karantina önlemlerinin başından beri  ataerkil şiddet giderek arttı. Dünyada nefret söylemleri ve insan hakları karşıtı ideolojinin son yıllarda artmasıyla birlikte trans kadın cinayetlerinin de arttığını görüyoruz.

Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet rakamlarının özellikle Küresel Güney’de yüksek olduğu bilinse de buna dair net istatistiklere ulaşmak kolay değil. Ancak COVID-19 nedeniyle uygulanan mevcut evde kalma önlemleri sürecinde olduğu gibi, kriz ve karantina zamanlarında bu rakamların arttığını biliyoruz. İşsizlik, aşırı kalabalık, uzaktan çalışma, yeniden üretim emeğinin fazla yükü, artan yoksulluk, kişinin ekonomik olarak geçimini sağlayamayacak duruma gelmesi, uyuşturucu ve alkol kullanımı toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti arttırıyor. Salgın sırasında bu artış daha çok görülüyor. Kadın birlikleri, karantina koşullarının istismarcılar tarafından partnerlerinin güvenliğe ve desteğe erişimini engelleyerek davranışlarını kontrol edebilmek için kullanılabileceği konusunda uyarıyor.

Bu geçmişi bilen feminist aktivistler ve siyasi yetkililer, dünya çapında uygulanan fiziksel mesafe ve karantina önlemlerinin cinsiyetler için farklı sonuçları olacağını öngörerek, alınan bu önlemlerin kadınlar için daha kötü sonuçlar doğurabileceği konusunda erkenden uyardı. Ev içi şiddete maruz kalan kadınları etkileyen en önemli şeylerden biri, bütün sosyal ve mesleki bağlardan yoksun kalmaları ile birlikte aile, arkadaş ve meslektaşlarından giderek uzaklaşmaları, dolayısıyla istismarcılarına daha bağımlı hale gelmeleri oluyor. Bu nedenle, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete maruz kalan kadınları desteklerken onlara duygusal açıdan yardımcı olacak ve bu sayede ekonomik, duygusal, bilişsel ve barınma özgürlüklerini geri kazandıracak bir destek ağı kurmak çok önemli.

Salgından önce bile ortalama her 15 saniyede 1 kadının saldırıya uğradığı Brezilya’da, kadın cinayetleri (kadınların cinsiyeti nedeniyle öldürülmesi) 2020 yılında diğer yıllara göre zirve yaptı. Örneğin São Paulo eyaletinde kadın cinayetleri Mart 2019 – Mart 2020 tarihleri arasında %46.2 oranında artarken, Rio Grande do Norte eyaletinde bu oran %300’e, Mato Grosso’da ise %400’e ulaştı. Polisin müdahale ettiği ev içi istismar aramaları sadece São Paulo’da %44 artarken devletin suçüstü yakaladığı istismarcı sayısında ise %51 artış yaşandı. Bu rakamlar sadece polise ihbar edilen vakaları yansıtıyor, ihbar edilmeyen vakalar istatistiklere dahil edilmiyor. Arjantin’de karantina uygulamaları sırasında ortalama her gün bir kadın cinayeti ihbar edildi. Bu vakaların %66’sı kurbanın kendi evinde yaşandı.

Güney Afrika’da kadın cinayeti oranları salgından önce küresel ortalamanın 5 katıydı. Ancak ülkede analizlere yansıyan istatistikler çıkarılmıyor ya da toplumsal cinsiyete dayalı şiddet verileri toplanmıyor çünkü buna dair güvenilir veri toplamak zor. Güney Afrika polisi Nisan 2018 – Mart 2019 tarihleri arasında kadınlara karşı 179.683 adet temaslı suç (“şiddetin hedefinin mağdurun kendisi olduğu”) işlendiğini bildirdi. Bu suçlar arasında cinayet, cinayete teşebbüs, cinsel suçlar, yaralama ve “niteliksiz saldırı” suçları bulunuyor. Bunların 82.728’i niteliksiz saldırı, 54.142’si kasıtlı ağır yaralama suçlarıydı. O yıl 2.771 kadın öldürüldü, 3.445 cinayet teşebbüsü oldu (polis bu teşebbüslerin sebebine dair veri paylaşmadı); kadınlara karşı işlenen 36.597 cinsel suç vakası tespit edildi. Cinsel suçlar, tecavüz, tecavüze teşebbüs, cinsel saldırı ve temaslı cinsel suçları içeren geniş bir kategori.

Güney Afrika’da karantina önlemlerinin uygulanmaya başladığı 27-31 Mart 2020 haftası, polise toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle ilgili 2.300 arama yapıldı. 20 Nisan 2020 tarihinde internet üzerinden gerçekleştirilen bir konferansta Güney Afrika merkezli sivil toplum örgütü Sonke Toplumsal Cinsiyet Adaleti, açıklanan bu rakamların kadın ve çocukların maruz kaldığı şiddetin boyutlarını tam anlamıyla yansıtmadığını çünkü şiddete uğrayan kadınların bu şartlarda evden çıkıp şikayette bulunamadığını belirtti.

Salgının başından beri kadına şiddet vakalarında dünya genelinde hızlı bir artış görüyoruz. Arjantin’den yükselen el femicidio no se toma cuarentena (“kadın cinayetleri karantina dinlemiyor”) sloganı, zaten vahim olan durumun giderek daha kötüye gittiğini vurguluyor. Karantina uygulamasının ilk günlerinde ev içi şiddette %32’lik bir sıçramanın yaşandığı Fransa’da hükümet, bu duruma çözüm olarak ev içi şiddete maruz kalanları otel odalarına yerleştirdi ve eviçi şiddete uğrayan kadınlara destek olacak danışmanlık merkezlerinin kurulacağını duyurdu.

Kadın hareketleri bu sorunlarla mücadele edebilmek için yeni yollar buluyor. Arjantin’de karantinanın ikinci haftasına denk gelen 30 Mart’ta yaşanan iki kadın cinayetinden sonra, yerel feminist hareket ataerkil şiddete karşı ruidazo federal (sesli federal eylem) düzenledi. Dışarı çıkma kısıtlamaları sırasında topluluk ve mahalle ağları, destek sistemlerinin kurulmasında önemli bir rol üstlendi. Bunun sonucunda hükümetler, kadınları koruyan hizmetlerin ve ağların önemini kavramak ve insan hayatının bakımı ve korunması için gerekli olan bu hizmetleri sağlamaya devam etmek zorunda kaldı. Brezilya ve Arjantin gibi Latin Amerika ülkeleri, karantinanın ilk fazında eve kapanmanın toplumsal cinsiyete dayalı şiddet üzerindeki etkileriyle mücadele için yeni politikalar uyguladı. Atılan ilk adımlar, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete maruz kalan kişilere destek sağlamak için akıllı telefon uygulamaları geliştirmek ve acil yardım hatları kurmak oldu. Arjantin’in bazı bölgelerinde karantinanın ilk bir buçuk ayında, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet acil yardım hatlarına yapılan aramalarda karantina ilan edilmeden önceki aya göre ortalama %40 artış görüldü. Karantina süresi uzatıldığında kamusal kaynaklar yeni destek stratejileri, acil yardım hatları ve Nación’un (ülkenin) Buenos Aires eyaleti ile başkent Buenos Aires işbirliğiyle güçlendirildi. Karantinanın ikinci fazında Arjantin’de şiddete maruz kalan kadınlara sağlanacak feminist destek, temel iş ilan edildi ve feminist grupların şiddete uğrayanlara yardım etmeye devam etmesi sağlandı.

Brezilya’da toplumsal hareketler ve örgütlerin yaptığı girişimlere ilgi arttı. Bu girişimlerden biri olan Mapa do Acolhimento, yani “sığınma evi haritası,” psikolojik veya yasal danışmanlığa ihtiyacı olan kadınları, çevrimiçi ve yüz yüze hizmet veren gönüllü psikologlar ve avukatlarla buluşturuyor. Dünya Kadın Yürüyüşü, salgınla ve kadın sorunlarıyla mücadelede devletten ve toplumdan talep ettiği şeylerin bir listesini yayınlayarak ülke çapında tartışmalara ve dayanışmaya ön ayak oldu. (Çalışmanın sonunda yer alan “İnsanların Feminist Talepleri” bölümü de bu liste doğrultusunda oluşturuldu.)

Kadın örgütleri ve feminist örgütler, karantina sırasında artan ataerkil şiddete dikkat çekerken istismar vakalarında artan vahşetin de altını çiziyordu. Rita Segato’nun belirttiği gibi bu durum, kadınlar üzerinde egemenlik kuran neofaşist görüşlerin, kadınlara dair daha aydın düşünceleri gölgede bırakmasının bir sonucu. Brezilya’da Bolsonaro hükümeti, Hindistan’da Modi hükümeti yönetiminde ve sağcı muhafazakar yönetime sahip pek çok başka ülkede bu görüşler hızla yayılıyor.

Hükümetlerin neofaşist ideolojiden ilham alarak benimsediği, çekinmeden nefreti destekleyen ve kadın düşmanı davranışları teşvik eden söylemleri, kadına şiddetin faillerini meşrulaştırıyor. Böyle olunca da şiddet, yetkililerin önlemeyeceği ve mücadele etmeyeceği hatta aksine teşvik edeceği sıradan ve normal bir şeye dönüşüyor. Bu da şiddet vakalarının daha da artmasına yol açıyor. Barbarlığın kaidesi insanlarla kavga etmek ve onları yok etmektir. Nefret söylemleri, failleri eylemlerinden sorumlu tutmamak ve davranışlarını cezasız bırakmak bu barbarlığı besler.

 

Kruttika Susarla (Hindistan), Başlıksız, ilk defa Smashboard’da Cinsel Şiddet vs. İdam Cezası serisinde yayınlandı, 2020

Nefret söylemleri ve cinsiyetçi ideolojiyle birlikte artan homofobik ve transfobik söylemler, LGBTQIA+ haklarının ihlaline yol açan sonuçlara neden oluyor. Salgın boyunca translar ayrımcılığa, tacize, istismara, polis ve güvenlik güçlerinin zulmüne maruz kaldılar. Birçok ülkede siyasi yetkililerin uygulamaya koyduğu politikalara translar dahil edilmedi ve ikili cinsiyet sistemi pekiştirildi.

Çoğu ülkede dışarı çıkma kısıtlamaları “biyolojik cinsiyete” göre belirlendi. Bazı günler erkeklerin diğer günler kadınların dışarı çıkabildiği kısıtlamalara, na-binaryler ve translar dahil edilmedi. Bu politikaların uygulanması güvenlik güçlerinin kararına bırakıldı. Yani trans bir kadının kadınlarla birlikte mi yoksa (doğumda atanan cinsiyetine göre) erkeklerle birlikte mi dışarı çıkabileceğine ya da arada kalıp hiç dışarı çıkamayacağına onlar karar verdi. Bu belirsizliğin ortasında polis ve diğer güvenlik güçleri translara ve na-binarylere şiddet uyguladı, ya açıkça transfobileri nedeniyle ya da hükümetin emirlerine uymadıkları için yetkililer tarafından ceza almaktan korktuklarından dükkân sahipleri onlara hizmet vermeyi reddetti.

Salgın LGBTQIA+ örgütlerine ve aktivistlere yapılan tacizleri ve saldırıları arttırmak için kullanıldı. Translar kimliklerini saklamaya ya da inkâr etmeye zorlandılar. Bu durumun sonucunda Amerikalılar Arası İnsan Hakları Komisyonu (Inter-American Commission on Human Rights) Nisan ayında bir çağrı yaparak Amerika eyaletlerinden, salgınla mücadele önlemleri uygulanırken LGBTQIA+’ların haklarının korunacağına, eşitliğin sağlanacağına ve onları ayrımcılığa uğratmayacağına dair güvence talep etti.

Politik tutumların yarattığı toplumsal sonuçlar, dünyanın birçok ülkesinde karantina sırasında artan ataerkil şiddetten ayrı düşünülemez ya da görmezden gelinemez. Böyle bir senaryoda, ister Brezilya’da ister Hindistan’da ya da başka bir yerde olsun, yaşamak imkânsız hale gelir. Bu, tarihsel ve toplumsal problemlerin daha da büyümesine yol açan salgınla ilgili değil sadece, kendi verimsizliğini ve çöküşünü tetikleyecek kadar bozulan toplumla da ilgili aynı zamanda. Artık geçmişin hiyerarşileri ve sefaletinden kurtulma ve gelecek için gerçekleşmesi muhtemel (ve gerekli) ütopyalar inşa etme zamanı.

*Bu yazı 5Harfliler sitesinden derlenmiştir.

Yorumlar