25 Ekim’i 26 Ekim’e bağlayan gece, KYK’ya bağlı Aydın Güzelhisar Kız Öğrenci Yurdu'nda 22 yaşındaki Zeren Ertaş asansörün düşmesiyle hayatını kaybetti, pek çok öğrenci yaralandı. Zeren'i kaybetmeden önceki 10 gün içinde birçok ilden üniversite öğrencilerinin geleceksizlik kaygısıyla intihar ettiği haberleri geliyordu. Üstüne Zeren’in katledilmesiyle öğrencilerin göz göre göre ölüme terk edildiği gerçeği ayan beyan ortaya çıktı. Ülkenin dört bir yanından üniversiteliler "Kız kardeşiniz mi de isyan çıkarıyorsunuz?" diyerek dayanışmalarının önüne geçmeye çalışanlara karşı bir araya geldi ve kan bağına dayanmayan bir kız kardeşliğin varlığını haykırdı. Hepimiz aynı yaşam çabası içindeyiz ve bizleri bu şekilde hayattan koparan sorumluları tanıyoruz.
25 Ekim’i 26 Ekim’e bağlayan gece, KYK’ya bağlı Aydın Güzelhisar Kız Öğrenci Yurdu’nda bir öğrenci 16 kişinin bindiği asansörün düşmesiyle hayatını kaybetti, pek çok öğrenci yaralandı. Olayın üzerine yurttaki öğrenciler hem ne olduğunu anlamak hem de tepki vermek için toplandı fakat arkadaşları hakkında bilgi alamadan uzaklaştırılmaya çalışıldılar. Adnan Menderes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde 4. sınıf öğrencisi olan 22 yaşındaki Zeren Ertaş’ın hayatını kaybettiği tespit edildi. İsyan eden öğrencilerin karşısına hiç zaman kaybetmeden kolluk kuvvetleri dizildi. Asansörün daha önce de defalarca kez arızalandığını ama şikayetlerinin dikkate alınmadığını söyleyerek “Katil KYK” sloganları atan öğrenciler darp edildi.
Öğrenciler dehşet içinde yurttan çıkan ceset torbalarını saymaya çalışırken Aydın Valisi Yakup Canbolat’tan “kaza”nın 15 kişilik asansöre 16 kişi binmeye çalıştığı için yaşandığı ve 15 kişinin hayatta olduğu şeklinde akıl almaz bir açıklama geldi. Biz kadınların çok da alışık olduğu bir mağdur suçlayıcılıkla sorumluluğu kendi üstünden alıp öğrencilere atmaya çalışan Vali Canbolat, Zeren’in de panik yaptığı için arada sıkıştığını öne sürdü. Olay yaşandığından beri uzmanlardan, ustalardan asansörün düşmesinin mutlaka ihmal gerektiren bir durum olduğunu dinliyoruz. Zaten herhangi biri de fazladan bir kişinin binmesiyle asansörün düşmeyeceğini düşünebilir ama biz halkın aklıyla dalga geçen açıklamalara da alışığız tabii.
Depremde “kader”, iş cinayetlerinde “kaza” denilen ölümlerimizi sineye çekmemiz, neden öldüğümüzü sormamamız, birilerinin cebine para girsin diye felaket üstüne felaket yaşamaya devam etmemiz bekleniyor. Çünkü sorguladığımızda görüyoruz ki bunlar tekil olaylar ya da ihmalkar bir iki yöneticinin sorumsuzluğu değil. Ne olursa olsun kar etmek üzerine kurulu bir sistemde hayatlarımızın nasıl da harcanabilir olduğunun göstergeleri. Bunu üniversitelilerin ölümlerinde de görüyoruz.
Zeren’in öldüğü asansörün denetim yetkisi 2020 yılında belediye tarafından tek taraflı bir iptalle Makine Mühendisleri Odası’ndan alınıyor ve Akreditest isimli bir taşeron firmaya veriliyor. Hatta odanın bu yüzden belediyeye açtığı dava hala yargı sürecinde (MMO, bu süreçte yaptığı açıklamada denetimin özelleştirilmesini halkın müşteriye dönüştürülmesi olarak eleştiriyor). Denetim yetkisi MMO’dan alındıktan hemen sonra asansör tescil alıyor. Eylül ve Aralık 2022’deki kontrollerinde ise (asansörün kullanılamayacağını belirten) kırmızı etiket almasına rağmen bu yıl Temmuz ayında mavi etiket alana kadar çalıştırılmaya devam ediyor. O etiketin de nasıl alındığı meçhul. Ne yurt yetkilileri, ne denetleyen ne de bakım yapan firma bir tane asansörün güvenliğini sağlamaya yeltenmiyor. Devlet, yurt müdürünü görevden alarak sorumluluktan kurtulmuş gibi yapıyor.
Bu arada bütün ülke asansör üzerine uzmanlaşadursun, öğrenciler olarak yurtlar konusuna çok daha geniş bir açıdan bakarak kabul edilemez yaşam şartlarını tekrar tekrar duyurmaya çalıştık, çalışıyoruz. Zeren’i kaybetmeden önceki 10 gün içinde de birçok ilden üniversite öğrencilerinin geleceksizlik kaygısıyla intihar ettiği haberleri geliyordu. Üstüne Zeren’in katledilmesiyle öğrencilerin göz göre göre ölüme terk edildiği gerçeği ayan beyan ortaya çıktı. Ülkenin dört bir yanından üniversiteliler “Kız kardeşiniz mi de isyan çıkarıyorsunuz?” diyerek dayanışmalarının önüne geçmeye çalışanlara karşı bir araya geldi ve kan bağına dayanmayan bir kız kardeşliğin varlığını haykırdı. Gençleri sokaklara taşıran bu son olayın etkisi daha çok yeniyken üst üste intihar, zehirlenme, asansör “kazası” haberleri almaya devam ettik. Hepimiz aynı yaşam çabası içindeyiz ve bizleri bu şekilde hayattan koparan sorumluları tanıyoruz. Üniversiteliler olarak barınamıyoruz, beslenemiyoruz, taciz ediliyoruz ve en sonunda öldürülüyoruz.
Eve çıkmak başlı başına bir ekonomik yük iken geçen sene kiraların artmasıyla birçok öğrenci yurda çıkmak zorunda kalmıştı. KYK’ların kapasitesi ise buna yeterli değildi. 5 kişinin zor kaldığı odalara 10 kişi daha yerleştirip öğrencilere yaşayacak bir alan sağladıklarını iddia ettiler, buna yaşamak denirse. Bunun üstüne üniversiteliler özel yurtlara, tarikat yurtlarına mecbur bırakıldı. Geçen sene tarikat yurtlarından üst üste intihar haberleri geldi. Tarikatlar devlet desteğiyle çocukları istismar ederken gençleri de intihara sürükledi.
Derinleşen ekonomik kriz, öğrencilere yalnızca barınma sorunu olarak değil beslenme sorunu olarak da yansıdı. Üst üste yapılan yemekhane zamlarıyla başa çıkamaz hale geldik. Yemekhanelerde verilen yemekler ise sağlıksız ve haşere dolu. “Zehirlenecek miyim?” korkusuyla ağzımıza atıyoruz her lokmamızı. “Öğle yemeği mi yesem, akşam yemeği mi?” diye seçim yapmak zorunda kalıyoruz. Yemek kartında para olmadığı için intihar eden Sibel’in sesi duyulsaydı, geçen hafta üniversitenin yemekhanesinde intihar eden bir başka arkadaşımızı daha kaybetmezdik. Sorumlular, üniversiteliler yaşayamadıklarını haykırırken kulaklarını tıkayıp kaybettikleri sıra arkadaşlarının hesabını sormak için toplandıklarında bizleri biber gazıyla tehdit ediyor, darp ediyor, gözaltına alıyor.,
Genç kadınlar ve LGBTİ+lar olarak bunların üstüne bir de yurtlarda ve kampüslerde karşılaştığımız heteroseksist tavırlarla baş etmeye çalışıyoruz. Zeren’in haberi ile birlikte birçok üniversiteli kadından şunu duyduk: “Sözde güvenliğimiz bahane edilerek yurda giriş çıkışlarımızı kısıtlayan ve kontrol edenler, biraz geç gelecek olsak ailemizi arayanlar güvenliğimizi gerçekten önemsiyor olsalardı Zeren şu an hayatta olurdu.” Evet, kaçta nerede olduğumuza, kiminle ne yaptığımıza, ne giydiğimize karışarak hayatımızın kontrolünü elimizden almaya çalışanların amacının bizim güvenliğimiz olmadığını biliyoruz. Kurdukları güç dengelerini sürdürebilmek için itaat etmemizi bekleyenlere karşı susmuyoruz.
Bütün bu zorluklarla geçen öğrencilik yıllarımızın sonunda mezun olduğumuzda da bir gelecek beklemiyor bizleri. Enes Kara mektubunda “Bu şekilde yaşamaya mezun olana kadar katlansam bile ne ailemin baskısı bitecek ne de yaşamaya değer bir hayatım olacak.” demişti. Mezun olduktan sonra aile evine dönmenin baskısını en iyi biz kadınlar ve LGBTİ+lar biliriz. Yeniden o baskı, şiddet, istismar ve fobi dolu evlere dönmek zorunda kalmanın kaygısını pandemide başlayan online eğitim sürecinden beri yaşıyoruz.
Pandemiyle başlasa da üniversitelileri aile evlerine kapatmanın iktidara sağladığı kolaylık nedeniyle (ülke genelinde her türlü hareketliliği pandemiyi bahane ederek kısıtlamanın da bir parçası olarak) uzadıkça uzayan, depremle birlikte bambaşka boyutlara ulaşan bir online eğitim faciası yaşadık. Öğrencilerin kampüs hayatını deneyimleyemeden mezun olduğu bu dönem, üniversite hareketinin dinamiklerini de etkiledi. En çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda birbirimizi bulabileceğimiz alanlardan uzaklaştırıldık. “Normal”e döndüğümüzde pek çoğumuz kendisini tek başına ve çaresizce vermeye çalıştığı bir yaşam mücadelesinin içinde buldu.
İktidarın sayısını artırmakla övündüğü, yandaş “akademisyen”lerle doldurduğu fakat öğrencilere ne özgür bir düşünce ortamı ne de yaşanabilir koşullar sağlamadığı üniversitelerin sorunları pandemi ve deprem sürecinde online eğitimle bir süre görünmez kılındı. Bu süreçte yürütülen online eğitim politikalarında sorun çözme anlayışının yalnızca öğrencilerin okula gitmemesinden ibaret olduğunu; internet erişimi, çalışmak ve derse girmek için kendilerine ait bir alan ihtiyacı, sosyal ilişkilerden uzaklaşma, yalnızlaşma, aile baskısı ve şiddeti gibi sorunların sorumluluğunun tamamen öğrencilerin omuzlarına yüklendiğini gördük. Yüz yüze eğitime döndüğümüzde ise kötü imkanların büsbütün imkansızlıklara dönüştüğü, eski yetersiz yaşam standartlarını bile bulamadığımız bir durumla karşılaştık. Bize biçilen geleceğin yaşam değil ölüm olduğunu gördük.
Biz üniversiteliler olarak bu geleceksizliği kabul etmiyor, hak ettiğimiz yaşamı kurmak için birlik olma yollarını aramaktan vazgeçmiyoruz. Bizi öldürerek, baskılayarak ve susturarak yönetmeye çalışan bu düzeni yıkmakta ısrarcıyız. Her zaman kampüslerden sokaklara mücadeleyi büyüttüğümüz gibi devletin katlettiği sıra arkadaşlarımızın seslerini de yükseltmeye devam edeceğiz. Zeren’in, Sezen’in, Sibel’in, Enes Kara’nın hesabını soracağız. Bir arkadaşımızı daha bu düzene kaybetmemek için, insanca bir yaşam için…