Biz kadınlar, bu süreçten de her zaman olduğu gibi birbirimize tutunarak güçlü çıkacağız. Komşumuzdan gelen sese daha fazla kulak kabartacak, bir çocuğun oyununa arkadaş olup evden hiç çıkamayanlara kendi sesimizden hikayeler okuyacağız.
Birçoğumuz hayatımızda hiç olmadığımız kadar evdeyiz. Belki hiç dışarı dahi çıkmadan tüm günlerimizi evde geçiriyoruz ya da dışarı çıksak da eskisi gibi devam etmiyoruz yaşamımıza. Hepimiz, yıllardır yaptığımız gibi günün ilk ışıklarıyla evimizden çıkıp gecenin karanlığında eve dönmüyor; tıklım tıklım, nefes alınamaz metrolarda yolculuk yapmıyor; birbirimizle yolda karşılaşıp kucak dolusu sarılamıyoruz. İlk birkaç gün dinlenmek için fırsat bulduğumuz evlere sığamıyoruz artık. Belki de hiç sığamıyorduk o dört duvarı kapalı “yuva”ya.
Tam da evlerimizin içindeyken, takvim yaprakları arasından onlarca anıyı biriktirme şansını bulduğum üç ayım gülümsedi yüzüme. Anlatmanın, yazmanın sadece tarihe değil kendimize de not düşmek olduğunu anımsadım. Şimdi içilen bir çayın, sahilde söylenen şarkının, kalabalıkların bizim için nasıl bir anlamı olduğunu anlamaya başlıyoruz. Uzun zamandır yüz yüze göremediğim bir arkadaşımı, “nasılsın?” demek için aradığımda beni o üç ayıma götüren ve beni yazmak için anılarımı bana hatırlayıp güç veren bir telefon konuşmasının ardından okuyorsunuz bu yazıyı.
16 Nisan 2017. Sandıkta “evet” sokaklarda kadınların “hayır”ları vardı. Bu memleketten başka gidecek yerimiz yoksa umudun sesi yankılanacaktı sokaklarda. Şakran*’ın kapısı tam da bu gücün ve umudun adıydı artık. Gürültüyle açılan koğuşun kapısında artık yeni evime ‘Merhaba!’ diyordum. Bu merhaba bambaşka bir hayatın ilk kelimesiydi. Bir hafta önce adımımı saymadan yürüdüğüm sokaklar, bir arada olduğum kalabalıklar o ‘Merhaba’ ile yok oluyordu. Ve ben artık dört duvarın arasında yalnızdım(!) Sevdiklerim demir parmaklıkların ardında kalıyor, sadece fizik dersinde gördüğümüz Einstein’in izafiyet teorisi bir anda gerçek olup kolumdaki saat yavaşlıyordu.
Koğuşun kapısı yalnızlığımı hatırlatır gibi gürültüyle kapandı. O gürültünün ardından bir kadın gelip kucak dolusu sarıldı. Ne hissettiğimi bilmiş gibi tuttu elimden. Beni hücresinde misafir edip bir sıcak çay tutuşturuverdi elime. Yalnızlığım bir gürültüyle başlamış, saniyeler sonra kucak dolusu bir sarılmayla bitivermişti. Ben ise birbirinden farklı onlarca hikayenin arasında, kadınların hayatlarının birbiri ile ne kadar da aynı olduğunu yeniden öğrenmiştim. Her gün birinin hücresine, hayatına misafir olup onları kendi hayatıma misafir ediyordum. Parklarda, sokaklarda görmeye alışık olduğum çocuklar anneleriyle beraber yanı başımdaydı şimdi.
İlk kapalı görüş gününü düşünüyorum. İlk defa, camekanın ardında sıralanmış insanların içinde tanıdık bir yüz arıyorum. Kalabalığın içinde aynı heyecanla arıyor gözleriyle beni. Elimizi koyuyoruz cama ve ikimiz birden yanda duran telefona uzanıyoruz. Sarılmak isteseniz bile o cam engel oluyor, ama sıcak bir gülümseme unutturuyor size o camı. Şimdi bakınca karantina ve cezaevi birbirine ne de çok benziyor aslında. Sevdiklerinize dokunamamak, yaklaşsanız bile uzaktan başka yollarla sarılmaya çalışmak… Ardından, ayda bir yapılan açık görüş zamanı yaklaşıyor ve bir bayram havası esiyor koğuşta. Herkes en güzel kıyafetini çıkarıyor dolaptan. Yatağının altına koyup ütülenmesini bekliyor. Görüş günü bir heyecan sarıyor içeriyi. Herkes sıcak su gitmeden duş alabilmek için sıra oluyor. Saçlar taranıp en güzel şeklini alıyor. Bir önceki kantin alışverişinde görüşçülerimize ikram etmek için aldığımız meyve suları, yiyecekler unutulmamak için hazırlanıyor. Ve kapının açılış saati hep birlikte ortak alanda bekleniyor. Gardiyan elinde bir listeyle geliyor. Adı okunan heyecanla çıkıyor, adı okunmayanları ardında bırakarak. Umutla her görüş günü hazırlanan ama görüşçüsü gelmeyen kadınların o gün umutları bitiyor, ama ertesi gün ‘Belki bu hafta gelirler’ diye yine sarılıyor elindeki en güçlü silahı olan umuda. İçeride en zor hafta sonları geçiyor. Her gün aynı saatte beklenmeye başlanan mektupçu gelmez oluyor. Zamanın akma hızını arttıran mazgal, sadece yemek saatlerinde açılıyor. Kapı hiç açılmıyor, görüşçü gelmiyor. Tam da sokağa çıkma yasaklarında olduğu gibi.
Şimdi fırsatınız varken uzun zamandır görüşmediğiniz dostlarınızı arayın. Elbet anlatılacak onlarca anı birikmiştir. Neyse ki karantinada birbirimize dokunmak için haftada bir gün sınırlamaz ve edilecek sohbetlerimizde zaman sınırlandırmanız yok, uzun uzun sohbetler edebilirsiniz. Her toplantı, her görüntülü konuşma öncesinde kendinizi açık görüşe hazırlar gibi hazırlayın. Umudunu kaybetmeyen kadınlar için ‘Merhaba’ deyin telefonun ucundakine.
İnsana güç veren, anılardır, unutmayın. Bunun için günlük tutun. Hissettiklerinizi saklamadan dostlarınız ile paylaşın. Duygudaşlığımızı kurabilir, birlikte zor duyguların üstesinden gelebiliriz. Sizin tozlu raflarda bıraktığınız anıları bir arkadaşınız size anımsatabilir. Zaman içerisinde anılar kayboluyor, onları diri tutun.
“Çok anahtarlı amcam”ların elinden kurtulup elimize ulaşırsa o mektuplar, içeri taşınan umudun ve nefesin adıdır. Siz de sevdiklerinize umut olacak, nefes olacak mektuplar yazın. Kapıdan uğradığınızda verin ya da şimdilik siz de kalsın. Elbet yan yana geleceğiz, o zaman verirsiniz. Hem yazdığınız mektuplarınızda görüldü ibaresi de olmayacak. Yalnız ikiniz okuyacaksınız.
Kafanızı gökyüzüne kaldırın ve yağan yağmura ellerinizi uzatın. Gözümüzün bir betona ilişmeden göğe baktığı gün yeniden yan yana olacağız ama o zamana kadar aynı göğün altında yıldızlara bırakılan selamları alıp o selamlara yenisini ekleyin.
Tüm imkanlarınızı zorlayın. Havanın sıcaklığına inat avluya havuz yapmak için kovalarla defalarca su taşıyan kadınlardan ilham alın. Evinizin yakınındaki bir çocuğa “Bomba Yapan Bay Bilgin**” şarkısını öğretin. Bir çorabın oyuncak olabileceğini, diş macunun en iyi yapıştırıcı olduğunu unutmayın. Evinizin balkonunda ya da camında küçük bir çiçek yetiştirin. İçeride çiçek dikmelerine izin verilmeyen kadınlar için her gün onları sulayın. Bir çiçek de, bir ağaç da tarihin en yakın tanığıdır. Onlar büyüdükçe hikayesi de dilden dile anlatılır.
En sevdiğiniz şiiri ezberleyin. Evin en geniş yerinde volta atarken en sevdiğiniz şarkıları mırıldanıp dans edin.
Biz kadınlar, bu süreçten de her zaman olduğu gibi birbirimize tutunarak güçlü çıkacağız. Komşumuzdan gelen sese daha fazla kulak kabartacak, bir çocuğun oyununa arkadaş olup evden hiç çıkamayanlara kendi sesimizden hikayeler okuyacağız. Dairelerin kapılarını açacak evlerde demlenen çayı sohbetimize ortak edeceğiz. Nerede olursak olalım “Suçlu sensin!” diyen parmaklarımızın ucunda günün ilk ışığını hissedeceğiz. Umutsuzluğa kapılmayacak kalabalığımızı hatırlayacağız. Ve bir de ‘ağız dolusu gülmeyi’ unutmayacağız.
*Şakran Cezaevi
**Şubadap Çocuk, Bomba Yapan Bay Bilgin – https://www.youtube.com/watch?v=M4J-KVTjOII
Yorumlar