Erkeklerin konforlu alanları yıkılınca kızılca kıyamet kopuyor, oysa kadınlar her gün erkekliğin kendilerine açtığı savaşta ölüyor, şiddete uğruyor, ayakta kalmaya çalışıyor. Emekleri, bedenleri üzerine “adamların” kararlar verdiği, uyguladığı bu düzende kendi yöntemlerini bulmak kadınların mecburiyeti.
Edebiyatı ile yerini sağlamlaştırmış “vasat heriflerin” #UykularınızKaçsın diyen kadınlar sayesinde tek tek döküldüğü günler yaşıyoruz. Leyla Salinger kullanıcı isimli bir twitter hesabından, yazar Hasan Ali Toptaş’ın tacizci olduğu ifşa edildi. Sonrasında ağırlıklı olarak edebiyat dünyasındaki erkeklerin kadınlara uyguladığı taciz ve çeşitli şiddet biçimleri gün yüzüne çıktı. İlk ifşayı gerçekleştiren kadının gördüğü dayanışmanın ardından güçlenen kadınlar, birer birer erkekler tarafından maruz bırakıldıkları şiddeti anlatmaya başladılar. Durum “münferit” bir olay olarak kapanıp gidebilirdi ve dimağımızda bu olay silikleşebilirdi. Ancak görüyoruz ki kadınların dayanışmayı sahici ve örgütlü bir biçime çevirmeleri ile beraber kolektif bir savunma hareketi ortaya çıktı. Kadınların bu birlikteliğinin sonucunda en beklenmedik yayınevleri bile tacizci yazarlarla ilişkilerini kestiklerine dair açıklamalar yaptılar. Daha önce başka alanlarda ifşa edilen tacizcilerin patronlar tarafından korundukları, şirketlerin hukuki süreci beklediklerini ifade ettikleri açıklamalara da şahit olmuştuk. Oysa herkes biliyor ki bu memlekette adalet özellikle iş kadınlara geldiğinde erkekliğe arka çıkan, kadını fail yerine koyan, yargılayan erkek bir adalet. Eğer adalet erkek olmasaydı kadınlar kendi adaletlerini sağlamak için bu denli zorlu yolları göze almak istemeyebilirlerdi.
Makbul kadın çizgisini aşan her kadına olduğu gibi ifşa etme cesaretini bulan ve erkeklerin uykularını kaçıran kadınlara yönelik saldırıların da ortaya çıktığını görüyoruz. Kadınlar biraz da sizin uykularınız kaçsın dediği anda aklıma “hep erkekler mi öldürecek? Biraz da kadınlar öldürsün” diyen Semra Özata geldi. Özsavunma hakkını kullanan Semra, ölmemek için öldürmüştü. Tacize, cinsel saldırıya uğrayan kadınların susup, erkekliğe biat edip, yaralarını uykusuz gecelerde düşünüp, sessizce iyileştirmelerini isteyen aslında patriyarkanın ta kendisi değil mi? Bugün Hasan Ali Toptaş, Ali Lidar ertesi gün Ümitcan Uygun, Çağatay Aksu ve Berk Akand… bir kadının gerçekten şiddete uğradığını ispatlayabilmesi için ölmesi bile yetmiyor. Kadınlar yıllardır görüyorlar ki kadınların birbirine sahip çıkması adaleti sağlıyor. Örgütlü, sahici ve talepler etrafında birleşen bir hareket kurmak dönemin en önemli ihtiyacı. Tüm bu yalnızlaştırmayı da önlemenin en etkin yolu.
Dayanışmadan Kurucu İradeye
#UykularınızKaçsın enternasyonal bir hareketin Türkiye’deki dalgalanması. Tüm dünyayı kasıp kavuran “Me Too” hareketi en kallavi erkeklerin bile koltuklarını sallamıştı. Ekim 2017’de #MeToo diyen kadınlar iş yerlerinde cinsel saldırganları ve tacizcileri ifşa etmeye başladıklarında ünlü yapımcı Harvey Weinstein hakkında onlarca kadın teşhir metni yayımladı. Nüfuzlu erkekleri cesaret ederek ifşa eden kadınlar diğer kadınlara da güç vererek bir dalga yarattı. İşte bu dalganın bir ucu da şu an Türkiye’de. “Me Too” hareketi sahici bir dayanışma hareketi. Feminist özsavunma gücünü kadın dayanışmasından alır ancak bunu patriyarkal kapitalizmi yıkacak kurucu bir politikaya çevirmek asıl hedeftir. Çünkü feminist özsavunma şiddetin kaynağını bulup onu yok etmeyi, beraber ses çıkarmayı, hayır demeyi, birbirimizi mücadele için güçlendirmeyi içerir. Güçlendikçe dünyayı feminist bir politika ile dönüştürebilecek hale geliriz. Tam da bu kurucu iradesi sebebiyle ana akım feminist yaklaşımdan ayrılır. 4. Kuşak olarak adlandıracağımız ve “dijital aktivizmi” de içeren yeni kadın hareketi dalgası, dünyanın dört bir yanında ortak taleplerin örgütlenmesi için kadınlara bir alan açtı. Özellikle pandemi koşulları bağlamında değerlendirildiğinde özerk alanlarını kaybetmiş pek çok kadın yaşadığı şiddetle mücadele etmek için dijital alanı daha çok tercih eder oldu.
Şiddetin kaynağı feministler tarafından tespit ve teşhir edilmiştir. Patrikarya! Ancak patriyarkal sistemi yıkmak için kurduğumuz ağları somut bir dönüştürücü güce çevirmenin yollarını aramaya devam etmeliyiz. 25 Kasım’a gittiğimiz süreç boyunca kadınların büyük bir öfkeyi ağlar biçiminde örgütlediğini gördük. Ancak bu kitlesel öfkeyi ifade eden #hastagler sokakta yeterince kendini gösteremedi. Bu nedenle tüm bu tartışmaları pandemi koşulları bağlamında tekrar düşünmeliyiz. Mevcut kadın hareketlerinin sokağa taşıyamadığı öfke #MeToo gibi bir hareketle sosyal medya aracılığıyla etki alanı kurabilir oldu. Tacizcilerin yayınevleri ile ilişkilerinin kesilmesi de bu biçimin kazanımı olarak tartışılabilir. Yine de bu büyüyen hareketi bireysel ifşaların ötesine taşımak, tacizin kökenindeki sorunu yok etmeye yönlendirmek kafamızdaki asıl sorun olmalı.
Uyku Tutmayan Gecelerimizin Hesabını Soruyoruz
Biz kadınlar her gün her alanda eril tahakkümle baş etmeye çalışıyoruz. Patriyarkanın kadınlara açtığı savaş karşısında savunma yöntemlerimizi oluşturuyoruz. Patriyarkanın önümüze koyduğu sınırı geçen, sesini çıkaran kadınlar olarak da “makbul kadın” çizgisini aşıyoruz. Uyku tutmayan gecelerimizin hesabını soruyoruz. Sormaya da devam edeceğiz. Çünkü bu sadece edebiyat/sanat dünyasındaki erkeklerin tacizleri, bir takım sektörlere özgü sorunlar değil. Bir erkeklik krizinin tam göbeğindeyiz. Kadınlar en vahşi yöntemlerle öldürülüyor, tecavüze uğruyor, şiddetin her türlüsüne maruz kalıyor. Tüm bunlar erkek iktidarlar tarafından cezasızlıklarla ödüllendiriliyor. Erkekler arasında bir ittifak olduğu gerçeğini görüyoruz. Çünkü bu iktidardan her erkek pay alıyor. İstese de istemese de bu dağıtılan iktidar kadınların, çocukların ve doğanın ezilmesine, yok edilmesine neden oluyor. Patriyarkal kapitalist sistem yaşamı en köklerinden kurutuyor. Hasan Ali Toptaş’ın ifşasının ardından kadınların yaşadıklarını anlatması ve onlarca başka ismin tacizci listelerine eklenmesi erkek şiddetinin sistematik bir işbirliğine dayandığını da teşhir etti. #UykularınızKaçsın hareketi patriyarkal iktidara karşı ne kadar etkin, sahici bir hakikat mücadelesinin verilebileceğini gösterdi.
Bu hareketin bu denli hızla büyümesinin önemli bir nedeni var. Biriken, saklanan yaraların sıkışması ile yaşanmıştır bu patlama. Tacize uğrayan kadınlara “neden şimdi” diyenler oldu. Nüfuzlu bir takım erkekler yüzünden işi, gücü engellenen; sosyal ilişkilerine müdahale edilen, reddettiği için “adı çıkarılan” kadınlar olarak bırakın güçlendiğimiz yerden ses çıkaracağımız doğru zamanı da biz belirleyelim. Kadınların kendilerine şiddet uygulayan erkeklerden şikayetçi olmaları, bu isimleri açıklamaları o kadar da kolay değil. Bu herifleri ifşa eden kadınlardan sürekli “ıslak imzalı, damgalı, görüntülü, mesajlı” bir takım kanıtlar isteniyor. Kadınlar bunların hepsini versen de inanmayan seni suçlayan erkek tanrıların dünyasında cesaret edip yaralarının daha çok kanaması ihtimalini göze alıyor. Bunu zorlaştıranlara inat dayanışmayı büyütüp kolaylaştıran kadınlar iyi ki varsınız, varız.
Kantarın topuzu kaçtı mı?
Pandemi ile beraber kazanmaya çalıştığımız özerk alanlarımız erkeklik ile işgal edilmişken, yalnız ve çaresiz hissettirilirken kadınların birbirlerinin yaralarını sağaltmaya çalışması gerçek bir özsavunmadır. Bunu sadece sıkışan bir öfkenin patlaması olarak göremeyiz. Bu yıllardır feminist yöntemlerin, ilkelerin kolektif bir bilinçle en yaygın şekilde örgütlenmesinin sonucu. Arkasında ise “kadının beyanı esastır”, “mağdur suçlayıcılık faille işbirliğidir”, “manipülasyon, rıza inşası bir erkekleme biçimidir”, “ifşa feminist bir yöntemdir” demekte ısrar eden, feriştahınız gelse söylemekten vazgeçmem diyen kocaman bir feminist hareket var. Kadınların yıllarca emek emek ürettiği, deneyimlediği evrensel mücadele yöntemleri bir tacizci erkekliği ile yüzleşemedi diye silinip gidecek değil. Kişiler “eril faillikleri” ile yüzleştiklerini söyleyip özürler diliyorlar, “ben de yeni fark ettim” diyerek kadınların aklı ile dalga geçiyorlar. Bu özür dilemek değil kendini başka bir yönden aklamaya çalışmak. Zaten kadınların özür falan beklediği de yok. Entelektüel olarak köşe başlarını tutan bu herifler neyin taciz olduğunun gayet de farkında. Ama farkında oldukları daha baskın başka bir şey var: İktidar sahibi oldukları. İbrahim Çolak’ın intiharı üzerine ifşa eden kadınlar suçlandı. Tacizci olduğunu bilen, fark eden ama patriyarkaya güvenen erkeklerin bunun sonuçlarına katlanmasını tercih ederiz. Ancak bu sonuca katlanamayacak Çolak nasıl bilinçli olarak kadınları taciz etti ise bile isteye de kendini öldürdü. Tacize uğradığı için kadını nasıl suçlayamazsak tacizcilerin kendilerine verdikleri zarar için de kadınları suçlayamayız. İbrahim Çolak tarafından 17 yaşında tacize uğrayan bir kadın, “Evet gururla yaşadığım, üstesinden geldiğimi sandığım, yürürken, bir kitapçıya girerken korkmadığımı düşündüğüm bir günde tacizcimin öldüğünü duydum. Siz tacizcilerinizden biri öldüğünde ne hissedersiniz?” diyor. O kadının söylediği gibi bizi taciz eden bir sürü vasat heriften sadece “biri” intihar ettiğinde ne hissederiz? Kadınlardan merhamet bekleyeceğiniz zamanı geçeli çok oldu.
Ortak duygular, talepler, yaşanmışlıklar
Erkeklerin konforlu alanları yıkılınca kızılca kıyamet kopuyor, oysa kadınlar her gün erkekliğin kendilerine açtığı savaşta ölüyor, şiddete uğruyor, ayakta kalmaya çalışıyor. Emekleri, bedenleri üzerine “adamların” kararlar verdiği, uyguladığı bu düzende kendi yöntemlerini bulmak kadınların mecburiyeti. Hala dünyada kadınların bedenleri hakkında karar vermelerini engelleyen kürtaj yasakları var. Türkiye’de kadınlar birbirlerini savunurken, tacizcilerin ipliğini pazara çıkarırken Arjantin’de binlerce kadın “serbest ve güvenli yasal kürtaj hakkı” için sokaklardaydı. Meclis’teki oylamayı meydanlara kurdukları dev ekranlardan izlediler. Kadınlar kürtajın yasallaşması için ilk aşamayı geçtiklerini görünce büyük bir coşku ile birbirlerine sarıldılar, ağladılar, güldüler. İşte dedim, işte bu… İşte bu, bizi birbirimize bağlayan şey. Ortak duygular, talepler, yaşanmışlıklar ile kökten birbirimize bağlıyız. Örgütlü erkekliğin karşısında kadınlar olarak feminist özsavunma ağlarımızı kurmak, taleplerimizi haykırmak, “vasat heriflerin” tarumar ettiği hayatımıza sahip çıkmak boynumuzun borcu. Birbirimiz için direnmek zorundayız. Özür dileyenlere son bir sözümüz var;
Tanrım “eril” kullarını sen affetsen feministler affetmez…
Yorumlar