Bulunduğumuz her yerde kadınlar olarak kolektif savunma ağlarını geliştirmeli ve bu savunma ağları içinde kendi somut koşullarımıza uygun savunma stratejilerimizi geliştirmeli; birbirimizle paylaşmalıyız
Dört bir yandan gelen şiddet haberleri, pek çok kadını “şiddete karşı nasıl mücadele edeceğim” sorusuyla karşı karşıya bırakıyor. Belediye binalarından sokaklara, billboardlardan sosyal medyadaki sponsorlu gönderilere kadar her yandan savunma sporlarına ilişkin reklamlar, ilanlar yayılmaya başladı. Peki gerçekten kara kuşak karateci olduğumuzda şiddet hayatımızdan yok olup gidecek mi? Yoksa özsavunmayı basitçe fiziksel savunma tekniklerinden ibaret görmek yerine, şiddetin köklerine inip ona müdahale etmemizi sağlayacak bir kavrama, “feminist özsavunma” kavramına mı başvurmalıyız?
Özet bir tarif gerekirse; feminist özsavunma, hayatlarımızı kuşatan şiddetin kaynağına ulaşmamıza ve ona son vermemize imkân veren tüm zorunlu araçlar, yaklaşımlar ve tepkiler olarak ifade edilebilir. Şiddetin kaynağı kadınların hayatını, bedenini, emeğini denetim altında tutan ataerkil sistemdir. Feminist özsavunmanın da ilk adımı, tarihsel olarak ataerkil sistem içinde kurulan toplumsal cinsiyet rolleri karşısında geliştireceğimiz feminist bilinç; yani özbilincimizdir. Özbilincimiz bize şunu söyler: Kadınlar özgür ve özerk olma; kendi hayatlarının sahibi olma arzusuna, hakkına ve gücüne sahiptir!
İşte bu arzuya, hakka ve güce dayanarak kendi güvenliğimizi pekiştirmeli; güvenliğimizi almak için belki hiç farkında bile olmadığımız yeteneklerimiz, vasıflarımız olduğuna inanmalı; kendimizi kendi hayatlarımızın, kararlarımızın, bedenlerimizin ve geleceğimizin sahibi gibi hissetmeliyiz. Kendi hayatlarımızın ve o hayatı yaşamamızı sağlayan bedenlerimizin özerklik hakkını, özsavunmanın ikinci adımı olarak görmeliyiz. Kendimizi sevmek, kendimize saygı duymak ve gerekli olan her yerde kendimize uygun sınırlar çizme hakkına sahip olduğumuza inanmak, kendi özerk varlığımızı savunmamızı sağlayacak en önemli araçlardır.
Her şeyden önce kendimizi değerli bulmalıyız ki, cinsiyetçi yaklaşımları ve o yaklaşımlara dayalı şiddeti saptayabilelim. Şiddet gören birçok kadının, şiddetin nedeni olarak faili değil de kendisini suçladığını; failin şiddet eyleminin sürekliliğini ancak şiddet göreni şiddetin nedeni olduğuna inandırarak sağladığını biliyoruz. Şiddete ilişkin mitleri bir kenara bırakıp, şiddetin faillerinin “tanımadığımız saldırganlardan” ziyade, yanı başımızdaki “sevdiklerimiz” olduğunu; şiddetin sözel-duygusal şiddetten fiziksel-cinsel şiddete doğru basamak basamak tırmandığını hatırladığımızda, feminist özsavunmanın ilk adımının neden basit fiziksel savunma tekniklerine indirgenemeyeceğini daha iyi anlayabiliriz. Çünkü “sevgi” bağları şiddetin sınırlarını; aslında bizim kendi kendimizi savunma yetilerimizi bulanıklaştırır ve bu bağlar içinde oluşan şiddetle dar anlamda fiziksel savunma teknikleriyle baş etmek mümkün değildir.
Oysa kendimizi şiddetin sorumlusu saymak veya şiddetle sevgiyi ayırt edememek, kadınların “nesneleştirilmesi”, şiddet görenin egemenlik ve güç ilişkilerini içselleştirmeye zorlanmasından başka bir şey değildir. Şiddetin nedeni kadınlar değil, şiddetin faili ve faili harekete geçiren güç ilişkileridir.
Feminist özsavunma için fiziksel savunma tekniklerinden önce gelen üç temel şartın, özbilinç, özsaygı ve özerklik hakkı olmasının anlamı ise zaten burada ortaya çıkar: Kendimizi şiddete karşı ancak, bu güç ilişkilerinin “nesnesi” olarak görmeyi bırakıp, öznesi olarak görmeye başlayarak savunabiliriz. Feminist özsavunmanın ilk adımı da bu yüzden, sadece fiziksel savunma değil, kendi hayatlarımızın her alanında “özneler” olduğumuza dair kolektif bilincimizi yükseltmek, hayatımızı çevreleyen iktidar dinamiklerini anlamak ve bunlara karşı somut stratejiler oluşturmaktır.
Kendi benliğimizin iktidarı bize ait!
Öncelikle özsavunma kavramının temelini oluşturan öz/benlik kelimesinin, sadece tekil olarak bize, kendimize değil, tüm kadınlara, kadın topluluğuna atıfta bulunduğunu görmeliyiz. Saldırıya uğradığımızda bunun nedeni bizim kişisel özelliklerimiz değil, kadın olmamızdır. Tersten söylersek, tek bir kadına yönelik her aşağılama, her hakaret veya her saldırı da, tüm kadınlara yönelik bir saldırıdır. Feminist öz-savunma bu yüzden basit anlamda “kişisel güçlenmeyi” değil, kadınların kolektif güçlenmesini öngörür.
Bu kolektif güçlenme, kadınların farklı ülkelerde ve farklı çağlarda feminist özsavunma yöntemlerini kullanarak hayatlarını savunmalarına imkân verir. Kadınlar, bu kolektif güçlenme sayesinde, sessizce veya yüksek sesle, tek başlarına veya hep birlikte, hayatta kalmak ve/veya saldırılara karşı koymak için stratejiler oluştururlar. Bazen 30-40 kişilik kadın grupları kocaları tarafından taciz edilen kadınları korumak için evlerin önünde nöbet tutar; bazen ellerinde sopalarla pembe çeteler kurar. Hak mücadelesi de feminist özsavunmanın bir parçasıdır. Ancak feminist mücadele sayesinde kamusal ve toplumsal bir sorun olarak görülmeye başlanan cinsiyetçi şiddeti sona erdirmek için öngörülen/kurulan kamusal mekanizmalar işlemediğinde, bu durum, kadınların kendi bedenlerini ve kendi benliklerini savunma düşüncesini bir kenara koymasına neden olmamalıdır.
Kadınlar kurbanlar değil, direnişçilerdir ve feminist özsavunma sadece şiddete uğrayan bedenimizi savunmak için başvurduğumuz fiziksel bir eylem değil, bu şiddetin dayandığı ve dayattığı hetero-patriyarkal egemenlik ilişkilerini ve toplumsal cinsiyet rolleri içinde kurulan “kadınlık” kalıplarını sarsan politik bir eylemdir. Savunduğumuz “benlik”, kaçınılmaz olarak bir bedene sahiptir ve biz benliğimizi her biri bir güç ilişkisinden ibaret olan toplumsal ilişkilere maruz bırakılan bedenimizin sınırları içinde deneyimleriz. O halde benliğimizi savunmak, hem onu ikincil kılan güç dinamiklerini anlamayı ve bu dinamiklere birçok cephede birden meydan okumayı, hem de bu güç ilişkilerinin bilincimizle birlikte bedenimizi nasıl biçimlendirdiğini kavramamızı gerektirir.
Feminist özsavunma: Bedenin feminizmi
Kadınlar şiddete hayatlarının her alanında maruz kalırlar. Ekonomide, toplumsal ve siyasal örgütlenmelerde, kültürel ve ideolojik alanlarda… Hetero- patriyarkal sistem kadınlık ve erkekliğin yegâne modeller olduğu hiyerarşik iktidar ilişkileri yaratır ve şiddet bu hiyerarşik iktidar ilişkilerinin başlıca aracıdır. Kadınların kontrol altına alınmasını, kadınlar üzerindeki egemenlik ilişkilerinin ideolojik anlamda yeniden üretilmesini sağlar. Kendisini sistemli bir yapıya yaslayarak sürekli olarak kadınlarının hayatlarının değişik anlarında ortaya çıkar. Ve her defasında egemenlik ilişkilerinin meşrulaştırılmasını sağlayan varsayımlara dayanır; bu varsayımlar şiddetin failinin daha güçlü, daha akıllı, daha ahlaki ve daha rasyonel olduğunu ima eder. Tersten söylersek, şiddet erkeklerin güçlü ve akıllı, kadınlarınsa kırılgan ve duygusal olduklarını ima eden toplumsal cinsiyet kalıplarından beslenir. Bu yüzden feminist özsavunma eğitiminin ilk adımı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yaratan ve sürdüren bu varsayımların ve mekanizmaların sadece saptanmasına değil, ters yüz edilmesine de dayanır.
Şiddeti mümkün kılan, kadınlar veya erkekler olarak bizleri oluşturup bedenlerimizle birlikte yoğuran sosyal-kültürel normlar ve süreçlerdir. “Aşağıdan bir direniş” olarak feminist özsavunma, hem bu sosyal-kültürel normları hem de bu normlarla yoğrulmuş olan bedensel/ duygusal alışkanlıklarımızı ihlal ederek, bizi kendi hayatımızın öznesi haline getirir. Bilinçli bir feminist özsavunma eğitiminde, bize neredeyse doğduğumuzdan bu yana “çok doğal ve sorunsuz” gibi görünen öğrenilmiş kadınsı tavırlarımızın, örneğin her zaman aşırı nazik, diğerkâm veya “arzu nesnesi” olma zorunluluğunun, bizi gerçek bir çatışmada neden zayıf düşürdüğünü de hep birlikte kavrarız. Yüksek sesle bağıramamanın, belirli bedensel duruşların, davranış biçimlerinin veya reflekslerin bize nasıl kırılganlığı dayattığını, bizi nasıl savunmasız bıraktığını bilince çıkartırız. Kırılganlığın aslında cinsiyetçi kültür tarafından egemenlik ilişkilerinin estetize edilmesi anlamına geldiğini kavrarız. Bu “yapısal olarak dayatılan kırılganlık” (fedakarlık, diğerkamlık), bizi fiziksel savunma tekniklerinde çok becerili olsak bile saldırıyı saptayamaz hale getirir; savunma eyleminin önünde zihinsel bloklar oluşturmamıza ve saldırıya herhangi bir yanıt veremememize neden olur.
Yapısal kırılganlığı dayatan rollerin dışına çıkan bir kadınlık bilincine sahip olmak ise arzu nesnesi/bakıcı rollerinin dışına çıkarak siyasal özneler haline gelmek demektir. Bu kadınlık bilincini feminist özsavunma teknikleriyle donattığımızda ise, sadece bilincimizde değil bedenimizde de bir dönüşüm yaşayabiliriz. Feminist özsavunma bu yüzden “bedenin feminizmi” olarak da adlandırılır; çünkü bu bilinçli tekniklerle, ataerkil şiddete karşı hayatımızı savunurken, aynı anda hem bedenimizi hem de zihnimizi harekete geçirebiliriz. Kendi arzularımıza, ihtiyaçlarımıza, tercihlerimize, yani özerkliğimize saygı duyar ve saygı talep ederiz. Hayır deriz. Kendi sınırlarımızı belirler, öfkemizi gösterir ve kendimizi savunabiliriz.
Korku yer değiştirsin!
Feminist özsavunma sadece en “cesur ve güçlü” kadınların becerebileceği özel bir vasıf değil, feminist bilinç ve dayanışma ile tüm kadınların edinebileceği kolektif bir niteliktir. Kadınlar korkuyla eğitilir. Korkuyu öğrenmek, kamusal alanları işgal etme hakkımızı ve hatta öz saygı/özerklik alanlarımızı sınırlar ve koşullandırır. Ama korku hem gerçek bir duygu hem de bir savunma aracıdır. Korkumuzu bastırmak yerine korkunun bize tehlikeyi haber veren ve savunmayı harekete geçiren bir araç olduğunu anlayarak, korkuyla başa çıkmayı öğrenebiliriz.
Kadınlar tıpkı korku gibi, oğlan çocuklarının geliştirdiği saldırganlık ve öfke duygusundan da yoksun bırakılır. Bizlere resmi, zayıf, zarif, duyarlı veya kırılgan olmamız öğretilir. Bağımlı olmak, başkalarının ihtiyaçlarını kendimizinkinin önüne koymak ve daima gülümsemek öğretilir. Kadınlar suçluluk duymadan saldırgan ve öfkeli olmayı yeniden öğrenmelidir.
Savunma: Tanımla, direktif ver, tekrar et, bitir
Karşılaştığımız saldırılar çok çeşitli biçimlerde olabilir. Bu nedenle her durum için geçerli kesin veya mutlak bir savunma yanıtı yoktur. Kişi, yer, zaman, mekân, bağlam… Bütün bunlar herhangi bir saldırıya karşı verilebilecek olası yanıtları belirler ve verilecek tepkilerin hepsi meşrudur. Kritik olan yanıtımızı açık bir bilinçle saptamak ve bilinçli bir yanıt vermektir. Kadınlar aynı anda, hem öfkeli hem de mantıklı davranabilir!
Kendimizi savunabilmek için bedensel alışkanlıklarımızı değiştirmenin ve fiziksel tekniklerin yanı sıra uyanık bir bilinci ve dört temel becerimizi geliştirmeliyiz. Öncelikle bize yönelik davranışın, sözlü, duygusal, fiziksel veya cinsel sınır-özerklik ihlalinin adını koymalı ve tanımlamalı ve bunu mümkün olan en yüksek sesle söylemeliyiz. Böylelikle karşımızdakinin ne yaptığını bilmesini sağlar, uyarı yaparken durma ve düşünme aralığı yaratır, varsa çevredeki insanlara tehlikeyi duyurmuş oluruz. Ama en önemlisi, bir ihlalin adını koymak, niye olduğunu bilmeseniz de size kendinizi kötü hissettiren bir davranışı berrak biçimde görmenizi sağlar. Kafamızdaki önsezisel veya sezgisel bir rahatsızlığı, ne kadar belirsiz olsa da, ancak adını yüksek sesle koyarak netleştiririz.
İkinci olarak, karşımızdaki kişiye mümkün olan en bilinçli ve açık biçimde ne yapmasını istediğimizi söylemeliyiz. “Hayır” demek, “çek git” demek, “elini çek” demek kısacası direktif vermek bazen karşımızdaki insan için net ve kararlı bir duruşu gösterir ve bu davranışı devam ettirmesini engelleyebilir. Ses, beden, duruş; bunların hepsi kararlılığımızı gösterir.
Direktifimiz yerine getirilene kadar odağımızı kaybetmeden, yaptığımız tanıma sadık kalarak tekrar etmeli, ısrarcı olmalıyız. Bu durum karşımızdakine ne kadar net olduğumuzu gösterir ve kurnazlıklarla maniple edilmemizi engeller.
Ama bazen tüm net sınır belirlemelerimiz bile istediğimiz sonucu vermeyebilir. Bazen karşımızdaki ihlalci tüm bunlara karşın bize saygı göstermez, sınırları ihlal etmeye devam eder. Ne bundan ne de bundan dolayı duyduğumuz öfkeden biz sorumlu değiliz; bu davranışı kontrol de edemeyiz. O zaman rahatsızlık veren durumu bitirmek, sona erdirmek için gerekli savunma yöntemi her ne ise onu hayata geçirmeliyiz. Bazen kaçmak veya hiçbir şey yapmamak bile bir yanıt olabilir. Kas gücüyle yanıt vermek olası tek yol değildir. Önemli olan önsezi, hız, yaratıcılık hatta mizah ile saldırıya mutlaka yanıt vermektir.
Unutmayalım ki, feminist özsavunma bulunduğumuz yerin, koşulların dışında, uzağında, saldırının gerçekleştiği bağlamın dışında “ütopik veya fantastik” bir eylem değil, saldırının gerçekleştiği yer, zaman, mekan, bağlam içindeki her türlü aracı uygun biçimde savunma araçlarına dönüştürebilme yeteneğimizdir. Önemli olan çevremizde, elimizin altında her ne varsa onunla kendimizi savunmanın meşruiyetine inanmak ve buna cüret edebilmektir: Sesle, taşla, kalemle, iğneyle, şemsiyeyle, şişeyle…
Tek başına değil, birlikte!
Farklı kültürlerden ve kökenlerden geliyor olsak da, yaşlarımız ve konumlarımız farklı olsa da, kadınlar olarak hepimiz şiddete ve sonuçlarına maruz kalıyoruz. Şiddetin sonuçlarına hepimiz maruz kalıyorsak, feminist özsavunmayı kadınlar arası yardımlaşma, dayanışma, kolektif direniş ve karşılıklı koruma olmadan mümkün kılmak da mümkün değildir. Bu yüzden bulunduğumuz her yerde kadınlar olarak kolektif savunma ağlarını geliştirmeli ve bu savunma ağları içinde kendi somut koşullarımıza uygun savunma stratejilerimizi geliştirmeli; birbirimizle paylaşmalıyız.
Hayır: Kendimizi savunmak, kendimizi savunmamaktan daha tehlikeli değildir! Feminist özsavunma eğitimi, ister yabancılar isterse yakınımızdakiler tarafından gerçekleştirilen şiddete ve özellikle de cinsel şiddete karşı en etkili müdahale biçimlerinden biridir. Hayır: Feminist özsavunma kadınları korkutup davranışlarını ve hayatlarını sınırlandırmayı değil, kadınları güçlendirmeyi ve özgürlük alanlarını genişletmeyi öngörür. Hayır: Feminist özsavunma imkânsız değildir. Birçok örgütlü özsavunma örneği, kadınların kendi yaşam koşullarına uygun savunma stratejileriyle sadece şiddeti durdurabildiklerini değil aynı zamanda hayatlarının her alanına müdahale edebildiklerini de göstermektedir. Ve Hayır: Feminist özsavunma “kendini savunamayan” kadınlara yönelik mağdur suçlama kültürünü pekiştirmez. Kadınlar asla, kendilerine yönelik saldırıların suçlusu değildir.
Hadi kadınlar, bulunduğumuz her yerde şiddeti durdurmak için iyi bir kolektif strateji çizelim. Bir araya gelip, düşüncelerimizi paylaşalım, özsavunma ağlarımızı kuralım, yeteneklerimizi çoğaltalım.
Yorumlar