Erkek şiddetinin kaynağını tespit ettiğimiz her adım bizim için bir özsavunma pratiğidir. Bu şiddetin kaynağında erkeğin kadının üzerindeki üstünlüğünü doğallaştıran dinsel ideolojiler varsa dinci gericilik ile mücadele etmek de feminist özsavunmanın bir parçasıdır. Temelinde ise feminist laiklik çizgisi yer almaktadır.
Salgın koşullarında kadınların hayatını daraltan cendere giderek güçlendi. Kadınların özerk varlığı yok sayılıyor. İlk işten çıkarılacak, ilk maaşı kesilecek, ilk eve kapatılacak, ilk sorumlulukları artacak olan hep kadınlar. Her kadının bu dönem yaşadıklarıyla ilgili anlatacakları var. Var oluşumuza saldıran, haklarımızı gasp eden ya da yasaların uygulanmamasını sağlayan bu yönetme biçiminin en önemli sacayaklarından biri dinsel gericilik.
“Kadınlar da, erkekler de görevini yapacak”, “Kadının canı, onuru emanettir”, “Eşcinsellik sapkınlık, nikâhsız ilişki haramdır”, “9 yaşındaki kız çocukları, 12 yaşındaki erkek çocukları ile evlenebilir” sözleri, aklımıza hemen Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ve Başkanı Ali Erbaş’ı getiriyor. Kadınlara ve erkeklere toplum içerisinde roller biçen, kadını erkek ile birlikte var eden, heteroseksist aileyi kutsayan ve çocuk istismarını meşru kılan bu kurumun olduğu bir memlekette yaşamlarımıza saldırı hız kesmeden devam ediyor. Bir gün GATA Başhekim Yardımcısı Ali Edizer’in tarikat üyesi olduğunu öğreniyor, kadın düşmanı sosyal medya paylaşımlarına şahit olabiliyoruz. Bir gün “Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu” adı altında birtakım gericinin egemenliğinde erken yaşta evlilikleri meşru kılan açıklamalar duyabiliyoruz. Bir gün il hıfzıssıhha kurullarının kararıyla kuran kurslarının haziran ayından itibaren yatılı olarak açık olduğunu, bir kadın doktorun Twitter’dan paylaşımı ile öğrenebiliyoruz. Bir gün Konya’da tarikat üyesi bir babanın 13 yaşındaki çocuğuna cinsel istismarda bulunduğunu televizyonlardan izleyebiliyoruz. Kısacası COVID-19 karşısında bir yandan yaşamak için mücadele verirken bir yandan da yaşamımızın dört bir yanının örgütlü bir kötülük ve saldırı altında olduğunu görüyoruz. Bu örgütlü kötülük kendini AKP’den ve onun çocuk-kadın düşmanı politikalarından güç alarak var ediyor ve toplumun en derinlerine kadar işliyor. Bir gün hastanede, bir gün okulda, bir gün adliyede, bir gün ailede… Hayatımızın kamusal/özel her alanında karşımıza çıkıyor.
Bu durum tabii ki birden oluşmadı. Dinci gericilik, kapitalist patriarkal sistemde kurucu bir güç olarak başından itibaren vardı. Kadınların emeği, bedeni ve cinselliği üzerindeki ataerkil denetim dinsel ideoloji ile meşrulaştırılırken, bu denetim “devlet” güvencesi altına alındı. Bu duruma yıllardır adliye koridorlarında katledilen kadınlar için “gerçek adalet”i ararken çoğu kez şahit olduk. “Geç saatte orada ne işi vardı?”, “Bakire miydi?”, “Alkol alıyor muydu?”… Katiller ve avukatları tarafından kadın cinayetleri dinci gericiliği besleyen bu sorularla defalarca meşru kılınmaya çalışıldı. Kadınların nasıl yaşayacağı; bedenleri, cinsellikleri ve hayatları üzerindeki denetim hakkının kimin elinde bulunacağı erk sahipleri tarafından mahkeme salonlarında itiraf edildi. Toplumun her alanı, devletin bütün kurum ve kuruluşları dinsel ideoloji ile kadınların yaşamlarına saldırı için donatıldı.
2011 yılında Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın kapatılması ve yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması, çocuk istismarcılarını aklama tartışmaları, “en az üç çocuk” açıklaması, müftünün nikâh kıyma yetkisi, eğitim kitaplarında kadınlar ve erkeklere biçilen roller, boşanma hakkına yapılan saldırılar… Çok uzak değil yaşananlar ve geride de kalmadı. Aileyi kutsayan ve yücelten adımlarla kadının “aile” üzerinden tanımlanmasını yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. “Kutsal aile” içerisinde kadın; anneliği ile makbul, korunması gereken ve ev içerisindeki erk sahibine itaat etmesi gereken olarak konumlandırılıyor. Kadınların bedeninin, emeğinin ve cinselliğinin bir denetim alanı olan, kadın-erkek eşitsizliği temelinde yükselen bu kurum içerisinde toplumsal cinsiyet rolleri dinsel ideoloji ile pekiştiriliyor. Kadınlar ne zaman kutsanan, yüce, korunması gereken o kadınlık durumunun dışına çıksa şiddet ile iktidarını yeniden kurmaya çalışan birtakım adamlar karşısına çıkıveriyor. Bir diğer yandan COVID-19 salgınının iktidar tarafından sermaye lehine yönetilmesi sonucu eğitimde ortaya çıkan eşitsizlik, çocukların okula başlamasının veli inisiyatifine bırakılması, devletin çocukların güvenliğini sağlamaması ile beraber tarikatlar yoksul mahallelerde eğitimden yoksun kalan çocuklara gericilik aşılıyor. Kız çocuklarının eğitim olanaklarına ulaşımı zorlaştırılıyor. Bütün bunlar açıkça gösteriyor ki dinci gericilik; AKP iktidarının en üstteki yönetiminden en alttaki kurumuna kadar devlet güvencesi altına alınmıştır. Devletin faşist yönetme şeklinin önemli bir parçasıdır. Bunun sonucu olarak da bugün, İslamcı ideoloji ile ataerkil-kapitalist denetim meşrulaştırılıyor. Kadınların kendi biricik varlığı ile var olma hakkı ellerinden alınıp başka bir cinse kadınlar üzerinde iktidar kurma hakkı veriliyor. Kendi erkekliklerini, erkek iktidarlarını kadınların özerk varlığına saldırarak var ediyorlar. Dinci gericiliğin, onun kurumlarının ve kurallarının devletin tüm organlarına yerleşmesi kadınlar açısından bir yaşam hakkı ihlaline dönüşüyor. Böylelikle İstanbul Sözleşmesi’nin maddeleri de fiili olarak uygulanmıyor. Devlet artık kadınlar açısından apaçık bir şiddet failidir.
Kendi özerk varlığımızı yeniden tayin etmek için dinci gericilik karşısında mücadele etmek bizler için kaçınılmaz. Erkek şiddetinin kaynağını tespit ettiğimiz her adım bizim için bir özsavunma pratiğidir. Bu şiddetin kaynağında erkeğin kadının üzerindeki üstünlüğünü doğallaştıran dinsel ideolojiler varsa dinci gericilik ile mücadele etmek de feminist özsavunmanın bir parçasıdır. Temelinde ise feminist laiklik çizgisi yer almaktadır. Sadece devletle din ya da dinle sermaye arasındaki ilişkinin değil, özel alanın da her türlü dinsel ideolojiden, kurallardan, ilişki biçimlerinden arındırılması ve bunun içinde kapsamlı maddi- toplumsal düzenlemeler gerekmektedir. “Bir toplum derinden laikleştiğinde, bir cinsin öteki üzerindeki iktidarı, en değerli meşrulaştırma araçlarından birini yitirir. İktidarın tanrısal dayanağı ortadan kaldırıldığında, erkeğin kadın üzerindeki ‘doğal’ üstünlüğü efsanesinin yıkılması yolu da açılmış olacaktır.”[1]
Geçtiğimiz yıllarda İran’da örtünme zorunluluğuna karşı çıkan Vida Mohaved bir telefon kutusunun üstüne çıkarak başörtüsünü çıkarıp sallamıştı. Bedenlerini ve özgürlüklerini savunma sembolü haline gelen başörtüsünü çıkarıp sallama eylemlerine Türkiye’den “Dinci gericilik karşısında her yerden beyaz bayrağını salla” diyerek destek vermiştik. Uluslararası alanda feminist laiklik bayrağını yükselttiğimiz #BeyazÇarşamba eylemleri kadınlar arası dayanışma ve mücadele birliğinin en güzel örneği olarak deneyimlerimiz arasında. Yaşamamız ve birbirimize sahip çıkmak için mücadele verirken örgütlü kötülüğü aşabilme yöntemlerimizi de geliştiriyoruz. Bir önceki günden daha güçlü olduğumuzun farkındayız.
Mahallemizde, sokağımızda bulunan tarikatları, kuran kursları içerisinde duyduğumuz cinsel istismarı ve erkek şiddetini açığa çıkarmak, kamu kurumlarında yaşamlarımıza saldıran dinci-gerici erkekleri teşhir etmek, toplumsal cinsiyet eğitimlerinin zorunlu hale getirilmesi için mücadele etmek, “Diyanet ve tarikatlar kapatılsın” talebini örgütlemek, çocuk istismarının önünü açan herhangi bir söz ve davranışa izin vermemek, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için mücadele etmek feminist laiklik mücadelesinin parçasıdır. Sadece bunlar değil; bugün dinci gericilikle güçlenen aile içi toplumsal cinsiyet rollerine karşı mücadele etmek, salgınla beraber sorumluluğu üzerimize yıkılan her işte emeğimizin hakkını savunmak, kendi özerk varlığımızı yeniden inşa etme mücadelemiz, kendi kaderimizi elimize alma iddiamız, kadın kadına kurduğumuz dayanışma ağlarımızda feminist laiklik mücadelesinin bir parçasıdır. O halde gelin bulunduğumuz her yerde adımlarımızı hızlandıralım. Yaşamak ve kendi özerk varlığımızı savunmak için feminist laiklik bayrağını elden ele uzatalım.
Dipnot:
[1] Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Metis Yayıncılık, s. 217.
Yorumlar