Kadın devrimi- Mine Melek

Tam da şimdi kadınların dünyayı sırtında taşıyan emeğinin gücünü, halkın iradesini, emeğini ve İstanbul’unu gasp edenlere karşı bir itaatsizlik silahına dönüştürme zamanı

İktidar tam da olduğu şey olan bir diktatörlükten bekleneni yapmaya devam ediyor: “Sandığın sonu”, “sivil darbe”, “YSK darbesi”; adına her ne denirse densin, 1 Nisan’dan 6 Mayıs’a uzanan bir ayı aşkın sürede göstere göstere gelen halk egemenliği gaspı, aynı zarfın içinde sandığa atılan dört pusuladan birinin kanunsuz sayılmasıyla sonuçlandı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri, tam kanunsuz diktatörün çetesi tarafından iptal edildi; İstanbul Büyükşehir Belediyesi gasp edildi.

Aslında ortaya çıkan durumun ne olduğunu YSK kararını “sivil darbe girişimi” olarak tanımlayan Meral Akşener’den, Ekrem İmamoğlu’nun 6 Mayıs akşamı Beylikdüzü’nde beyaz gömleğinin kollarını sıvayarak yaptığı “Herkes konuşacak” davetine yanıt veren onlarca sanatçı ve iş insanına artık herkes aşağı yukarı biliyor.

Biçimsel anlamıyla bile olsa yurttaşlığın ve siyasal kararlara sandık yoluyla katılım hakkının, aslında “siyasal alan” denen alanın kendisinin bildik anlamıyla ortadan kaldırıldığı bir ülkede 23 Haziran’da yeniden seçime gidiliyor. Hem de ne gidiş! #HerşeyÇokGüzelOlacak sloganı eşliğinde yeni bir sokak hareketi ile yeni bir seçim seferberliği arasında kararsızca dalgalanarak sokakları arşınlayan tencereli-tavalı kitleleri; 23 Haziran’daki kesinleşmiş köpekbalığı saldırıları-kum-kar fırtınalarına karşı şimdiden plajları kapatan muhalif belediyeleri; konserini, düğününü iptal edip dayanışma çağrılarını yükselten esnafı sanatçısıyla halk, 6 Mayıs darbesine karşı tam teşekküllü bir itaatsizlik hareketinin, bir halk direnişinin öğelerini geliştiriyor.

Fakat yanıtı verilmeyen asıl soru da bu itaatsizlik potansiyelinin tam ortasında saatli bir bomba gibi duruyor: “Normal” bir ülkede şimdiye kadar en az üç kez seçimle gitmesi gereken ve yurttaşlık hakkını bir kez daha açıkça gasp eden diktatörlüğün 23 Haziran sürecinde yeni bir irade gaspı için geliştireceği her türlü gerici, faşizan taktiğe karşı, şimdi zihinlerde ve sokaklarda yeniden mayalanmakta olan radikal protesto ruhunu, yurttaşlığı yeniden kuran bir harekete hangi yol ve araçlarla dönüştüreceğiz?

Her seçimi yeni bir darbeye dönüştüren diktatörlüğün karşısında, şimdilik seçim seferberliğine kilitlenmiş gibi görünen direniş potansiyelini, hayatın her alanına damgasını vuran tam teşekküllü bir halk direnişine nasıl akıtacağız? Sorunun yanıtını kaçmış veya olmayan fırsatlarda değil de burada, şimdi ve şu andaki olanaklarda bulmak için, öncelikle mor gömleğimizin kollarını sıvayalım ve soralım: Bir kadın devrimi nedir?

Dil kuşkusuz önemlidir ve toplumsal cinsiyetçi kültürün önemli bir yeniden üretim-dolayım alanıdır. Fakat bir kadın devrimi de kuşkusuz, dildeki toplumsal cinsiyet eleştirisini aşan bir yeniden kuruluş hareketidir: Bu devrim ne dilde başladı ne dilde biter; aslında kökleri, kadınların kendi adlarına konuşan birer insan ve yurttaş olma iddiasını yükselttikleri bütün kadın hareketi kuşaklarına ve dalgalarına kadar gider. Bir kez kendi adımıza konuştuk: Eşit oy, meslek ve eğitim hakkı için.

Bir kez daha konuştuk: Emeğimizin ve bedenimizin özgür varlığı için. Şimdi tüm dünyada bir kez daha konuşuyoruz: Emeğimizin ve bedenimizin özgür varoluşunun koşullarını yaratırken, kendimizle birlikte tüm insanlığı ve doğayı neoliberal faşist iktidar çetelerinin tasallutundan özgürleştirmek için. Bu yüzden Sudan’da da, Arjantin’de de, Brezilya’da da, Türkiye’de de sokaklar ve devrimler artık kadın kokuyor.

Fakat her seferinde olduğu gibi bu kez de bir kadın devrimi amacı “normalleşme” olan bir seçim seferberliğine sığmaz; bu normalleşme seferberliği ortada “normal” hiçbir şey bırakmayan bir diktatörlük çetesine karşı başlatılmış olsa bile; hatta zaten bu seferberliğin itici gücünü oluşturan diktatörlüğün egemenlik gaspıyla mücadelenin kendisi, adı üstünde hiç de “normal” koşullarda yaşanamaz.

Faşizm bir bakıma “anormalliğin normalleştirilmesi”dir; o zaman diktatörlüğe karşı mücadelede kadınlar, bu anormalliğin kurucu zeminlerine karşı mücadeleyi temel alan bir başka “anormal” seferberliği hem yükseltmeli hem de bu seferberliğin bilincini hareketli sokak kitleleri içinde yaygınlaştırmalıdır. Tam da şimdi diktatörlüğün muhalefete karşı ciddi bir silah haline getirmeye çalıştığı halkı halka karşı kışkırtma, muhalefeti Kürt meselesi ekseninde bölme taktiğine karşı, kadınların “halkların kız kardeşliği”ni savunma ve bu kız kardeşliği, yurttaşlığı yeniden kuran radikal bir protesto hareketinin zeminlerinden biri haline getirme zamanı. Tam da şimdi, diktatörlüğün kutsal anne dayatmalarına karşı, anneliğin en politik haliyle, özerk bir kadın perspektifiyle dayanışma zamanı.

Tam da şimdi kadınların kürtaj yasası karşıtı eylemlerden tecavüzü aklama yasası eylemine, 25 Kasımlardan 8 Martlara ve 1 Mayıslara kesintisiz akan ve hayatın her alanına sızan öfkesini geceyi ve gündüzü, evleri ve sokakları kuşatan bir halk direnişinin kurucu, öncü öğelerinden biri haline getirme zamanı. Tam da şimdi kadınların dünyayı sırtında taşıyan emeğinin gücünü, halkın iradesini, emeğini ve İstanbul’unu gasp edenlere karşı bir itaatsizlik silahına dönüştürme zamanı.

Şimdi, kaçmış veya olmayan fırsatlarda değil burada ve şimdi, şu andaki direnişin içinde itaatsizlik zamanı! Şimdi radikal bir itaatsizlik hareketi için mor gömleğimizin kollarını sıvama zamanı.

Yorumlar