Erdoğan’ın sınır bölgelerine yığdığı mültecilerin gerçeği yaşanan kriz karşısında çözümsüzlük, çaresizlik, muhatapsızlık, uzun ve ne kadar süreceği belli olmayan bekleyişler ve karşısında Yunanistan’a geçme umudu…
8 Mart zamanları biz kadınların gündemi çok yoğun olur. Çünkü 8 Mart geldiğinde bir başka heyecan, bir başka yorgunluk, bir başka isyan vardır. Tüm yılın birikimini, isyanımızı, taleplerimizi anlattığımız bir tarihtir 8 Mart. Daha çok bir araya geldiğimiz, dayanışmanın, birlikte olmanın, kadın dayanışmasının gücünü her gün daha çok tattığımız bir süreç yaşarız 8 Mart’ı örgütlerken. 2020 yılının 8 Mart’ına sayılı günler kala ise; İdlip’te hava saldırısında en az 33 askerin öldürüldüğü ve sonrasında Erdoğan tarafından Türkiye’deki mülteciler için geçişlerin serbest olduğu bir konuşmaya şahit olduk hepimiz. Yaşananlar ne çok uzağımızdaydı ne de çok uzun bir zaman önceydi. Yaşananlar ne ilkti ve biz bir şeyleri değiştirmezsek ne de son olacaktı!
İktidarın “Mültecilerin Avrupa’ya geçmesine engel olunmayacak” sözleri sonrası günlerdir hem devlet eliyle sınır kapılarına getirilen mültecileri hem de işlerini, evlerini, okullarını, yaşam alanlarını terk ederek sınır kapılarına koşan mültecileri görüyoruz ekranlarda. Edirne’de Pazarkule Sınır Kapısı ve sınır köylerinde Yunanistan’a geçme umuduyla bekleyenlere yapılan muamele karşısında Türkiye’den yükselen ses ise biraz ah, biraz vah oluyor. Bir ah ve bir vah sonrası gördüğümüz başka şeyler de oluyor tabi. Sınır kapılarında bekleyenlere uygulanan insanlık dışı şartlar altındılar. Atılan gaz bombaları, mültecileri hiçbir güvenliği olmayan botlarla Yunanistan’a götürmeye çalışan dolandırıcılar, geri dönmeyi düşünenlere yüksek fiyat karşılığında teklif sunan otobüs firmaları, 5 TL’ye simit satmaya çalışanlar, Yunan güçleri ve ırkçılar tarafından darp edilip soyularak geriye yollananlar… Sınırdan biraz uzaklaşıp Türkiye’ye döndüğümüzde ise Suriyelilerin dükkanlarını basanlar, Twitter’da mülteci/sığınmacılara yönelik nefret dolu, ırkçı, ayrımcı ve düşmanca söylemler…
Kadın Savunması Edirne’de
Sığınmacıların maruz kaldıkları duruma yönelik ahlı vahlı geçen sinir nöbetlerimiz ve İdlip’te ne işimiz vardı sorusunun beynimizi kemirdiği an hepimizin hissettiği bir çaresizlik var. Durumun kendisinin bizi aştığını hissediyoruz. Çaresiz hissediyoruz. Çünkü büyük büyük devletlerin, büyük büyük silahlarıyla dönen savaşlar arasında halklar üstte saydığımız durumlara maruz bırakılıyor ve Türkiye’de bu kadar yukarıdan dönen savaşlara yönelik ciddi bir muhalefet örgütlenebilmiş değil. Kadın Savunma Ağı olarak ancak buna rağmen hissettiğimiz çaresizlik karşısında dahi, politik olarak en ilerici bir eylemi sunmuş olamasak da insani olarak ilerici bir eylem gerçekleştirmek ve mültecilerle dayanışmak için “Kadın dayanışması sınır tanımaz!” dedik ve bir çağrı başlattık. Türkiye’nin dört bir yanından sığınmacı/mülteci kadın ve çocuklar için sadece 1 günde topladığımız yüzlerce çocuk maması, çocuk bezi, ped, ıslak mendil gibi birçok ihtiyacı 2 Mart sabahı Edirne’ye ulaştırdık. Pazarkule Sınır Kapısı’na topladığımız ihtiyaçları getirebildik ve sonrasında bir miktar da olsa o bölgeyi gözlemleme şansımız oldu. Durum çok açıktı. Basından takip ettiğimiz fotoğrafların, videoların çok daha fazlası orada yaşanıyordu. İktidar tarafından pazarlık haline getirilen binlerce mülteci için Yunanistan tarafından sınır kapıları açılmadığı gibi devlette o bölgede asgari bir yaşam alanı oluşturmamıştı. Ne bir sağlık çadırı ne düzenli bir yemek dağıtımı ne bir kriz merkezi ne de yaşanabilir bir alan vardı. Gözlemlediğimiz diğer bir şey ise bekleyenlerin içinde çokça kadının ve çokça küçük çocuğun olmasıydı. Bölgede kadınların maruz kaldıkları bir durum var mı diye sohbet ettiğimizde ise İranlı bir mülteci kadından; özellikle göç ederken kadınların maruz kaldığı şiddet, cinsel saldırı gibi durumlarla henüz karşılaşmadıklarını, şu an için herkesin derdinin sınırı geçmek olduğunu öğrenmiştik. Özetle Erdoğan’ın sınır bölgelerine yığdığı mültecilerin gerçeği yaşanan kriz karşısında çözümsüzlük, çaresizlik, muhatapsızlık, uzun ve ne kadar süreceği belli olmayan bekleyişler ve karşısında Yunanistan’a geçme umudu…
Evet, Erdoğan Türkiye’deki sığınmacıları Avrupa’ya bir koz olarak sınırlara yığdı. Yıllardır yürüttüğü kirli pazarlıklarla Türkiye halklarını savaşa götüren, yaşam alanlarından koparılmış halkları Avrupa’ya karşı pazarlık haline getiren Erdoğan Avrupa’dan da beklediği kozu aldı. Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’den 6 Mart’ta “Daha çok para vermeyi konuşuyoruz” cümlesini öğrendik. Bir yandan mülteciler için 40 milyar dolarlık harcama yaptığını söyleyen Erdoğan, bir yandan daha çok para verelim gelmesinler diyen AB. Her ikisi de insanlık suçu işliyor. Ve biz kadınlar, gençler, Türkiye halkları ırkçılığa, nefret ve ayrımcılığa, savaşa karşı bir araya gelmezsek insanlığımızdan kaybedeceğiz. Amasız, fakatsız, sınırsız bir dünya için, barış ısrarımız için olabilecek en asgari birlikteliklerimizin bu durumun karşısında bir mücadele hattında birleştirmesi ve gündemine alması çok elzem. Biz kadınlar dayanışmanın, birlikteliğin gücüne tanığız ve biliyoruz. Çünkü dayanışma güçlendirir, çünkü dayanışma yaşatır!
Yorumlar