Kadın Savunma Ağı olarak Türkiye’de yaşayan İranlı kadınlar ile hem İran ve Türkiye’deki rejim ve kadın politikaları üzerine hem de İran’daki isyana dair konuştuk.
İran’da başörtüsünü düzgün takmadığı gerekçesi ile rejimin ahlak polisleri tarafından işkence ile tutuklanan ve aldığı darbeler nedeni ile beyin kanaması geçirerek hayatını kaybeden Jina Mahsa Amini’nin ardından İran sokaklarında direniş başladı. Kadınların öncülüğünde başlayan direniş kısa bir sürede toplumsallaştı. Kadınların saçlarını kestiği, başörtülerini yaktığı eylemlere üniversite öğrencileri boykot, akademisyenler grev ile katılırken aynı zamanda İran’da petrol, şeker ve çelik gibi birçok farklı iş kolunda üretim yapan fabrikaların işçi konseyleri grev kararı aldı. Kadın Savunma Ağı olarak Türkiye’de yaşayan İranlı kadınlar ile hem İran ve Türkiye’deki rejim ve kadın politikaları üzerine hem de İran’daki isyana dair konuştuk.
Kadınların güvenliği açısından isimler değiştirilerek kaleme alınmıştır.
İran’da Mahsa Amini’nin öldürülmesinin ardından dünyada kadınlar, kadın dayanışmasını yükseltmek, kadın bedeni ve emeği üzerindeki tahakküme karşı direnmek için sokakları doldurdu. İran’da rejimin bir kadını öldürmesinin ardından neler değişti? Kadınlar şuan neler yaşıyorlar?
R.K. : İran’da Mahsa Amini’nin öldürülmesi senelerdir biriken odunlara kıvılcım oldu. Bu İran’daki kadınların özgürlük için verdiği ilk mücadelesi değil ama şimdiki kadar azimli de hiç olmamıştı. Kadınların başlattığı eylemler, erkeklerin katılması ile kısa sürede İran’ın birçok şehrine yayılarak bir devrim isteğine dönüştü. İnsanların istekleri farklı olmakla birlikte ataerkil bir hükümetin toplum üzerinde baskısı, ekonomik kriz, işsizlik, temel insan haklarına sahip olmamak, eşitsizlik, zorunlu örtünme ve kadın hakları bu isyanın en önemli nedenleri arasındadır. Şuan kadınlar yaptıkları eylemlerde vahşice İran polisleri tarafından kurşunlanarak, dövülerek öldürülüyorlar veya yakalanıp hiç bilmediği bir yere götürülüyorlar. Hatta bazı kişileri gece yarısı evlerine baskın yapıp götürüyorlar. Artık toplumda Z diye kuşağı adlandırdığımız bireyler bu isyanın liderleri haline gelmişler. Değişen en bariz şey insanların bu kuşağa bakışının değişmesi oldu. Görünen o ki zorunlu başörtüsü sadece kadınların değil toplumun birçoğunun sorunu haline gelmiştir. Artık İslam Cumhuriyetinin Ahlak Polisi bir korku mekanizması olmaktan çıkmıştır. Ne yaparsalar yapsınlar insanlar artık bu hükümetten korkmuyor. İnsanlar değişti ve bu hükümeti de değiştirecek.
F.M. : Mahsa Amini’nin kıyafet seçimi nedeniyle ölümü en üzücü olaylardan biridir. Kadınların hakları için öldürülmesi ilk defa değil ama bu belki de en acısıydı. Mahsa’nın ölümüyle tüm kadınlar yas tuttu. Bütün kadınlar özgürlük ve normal yaşamak için sokağa çıktılar. Gördüğünüz gibi Mahsa’nın cenazesinde başörtülerini çıkardılar ve bu mücadele hala devam ediyor.
Özellikle başörtüsü yakma ve saç kesme eylemleri İran’dan başlayarak birçok ülkede kadınların ataerkil sisteme, dini baskılara bir başkaldırı biçimi olarak yerini aldı. Yakılan örtüler, kesilen saçlar neyi temsil ediyor?
R.K. : İran kültüründe öldürülen birinin yakınları adaletsizliğe itirazda bulunmak için saçlarını keserler ve Mahsa Amini için kesilen saçlar bir adaletsizliğin olduğunu ve bu adaletsizliğe karşı bütün kadınların isyanının simgesidir. Başörtüsü dinin ve zorunlu kapanmanın göstergesidir ve senelerdir zorunlu kapanmaya karşı kadınların verdiği mücadelede zorunlu kapanmanın aracı olan başörtüsü yakılmaktadır. Bunlar İran İslam Cumhuriyeti’nin kadınlar üzerinden yürüttüğü söylemin içi boş bir söylem olduğu ve bittiği anlamına gelmektedir.
F.M. : İran tarihinde Farengis adında bir kadınımız var. Şehname’nin kahramanlarından Siavash adlı birinin annesidir. Siavash gençken öldürüldüğünde, Farangis uzun saçlarını kesti ve beline bağladı. Bu hem bir yas işareti hem de savaş ilanıydı. Bugün İran’da kadınlar başörtülerini yakarak ve saçlarını keserek hükümete savaş ilan ediyorlar.
Peki kadınların sokakları dolduran bu isyanında talepleri neler? Kadınlar için nasıl bir İran istiyorlar?
R.K. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi İran’daki kadınlarda her alanda özgürlük ve eşitlik istiyorlar. Kadınların siyaset, ekonomi ve toplumda bir statü sahibi olmasını istiyorlar. İran İslam Devrimi’nden sonra kadın bir insan olarak değil belki yarım-erkek olarak kabul edilmiştir. İran’da kadınlar cumhurbaşkanı adayı bile olamıyor. Bir kadının şahitlik etmesi bile mahkemelerde kabul edilmiyor. Kadın mahkeme başkanı olamıyor. Kadınlar evlenmeden önce babasının ve evlendikten sonra eşinin izni ile pasaport alabiliyor. Bir kadın İran’da boşanma dilekçesi veremiyor ve bu baskı ve aşağılamaların yanı sıra ne giyeceğine bile karar veremiyor. Kadın toplumdan soyutlanmıştır. İran’daki kadınlar artık birisine ait olmak istemiyorlar ve bir insan olarak o toplumda yaşamak istiyorlar.
F.M. : İranlı kadınlar artık sadece başörtüsü yasasını değiştirmekle yetinmiyor. Özgürlük ve eşitlik talep ediyorlar. Laik bir hükümet ve siyasetin şeriattan ayrılmasını istiyorlar çünkü eğer kanun şeriata uymak zorundaysa kadınlar için bir şey değişmeyecek.
Türkiye’de kadınlar, İranlı kadınlar ile dayanışma göstermek, aynı zamanda burada gerçekleşen kadın düşmanı politikalara karşı feminist laiklik talebini dile getirmek için eylemler düzenledi. İranlı kadınların da katılımı ile gerçekleşen bu eylemlere sizler katılırken ne gibi zorluklar, tehditler ile karşı karşıyasınız? Korkularınız, kaygılarınız neler?
R.K. : Bu olaylarda Türkiye’deki kadınlar ve feminist gruplar tam anlamıyla destekçimiz oldular. Kesinlikle bu İran toplumu tarafından unutulmayacak. Garip görünebilir ancak biz İranlı kadınlar burada bile İslam Cumhuriyetinin ajanlarından korkuyoruz. Bu eylemlere katılırken hep ailemizi düşünürüz. “Acaba bizim fotoğrafımızı çekip ailemize bir baskı aracı olarak kullanabilirler mi?” diye kendimize soruyoruz. Biz İran’da veya dünyanın neresinde olsaydık bu eylemlere katılırdık. Kendi başımıza geleceklerden korkumuz yok ama ailemizi düşünüp ve onlara karşı yapılacak herhangi bir baskıdan korkuyoruz.
F.M. : Gördüğünüz gibi, elimizde pankartlar tutmamıza izin verilmedi. Polis, barışçıl toplantıya geniş güvenlik önlemleriyle müdahale etti. Bazı katılımcılar tutuklandı. Bazıları sınır dışı edilmekle tehdit edildi. Bunlar Türkiye’deki göçmen toplumu için tehlikeli.
Dini tahakkümlerin kadınların yaşamını belirlediği bir rejime aslında bizler de çok uzak değiliz. Müftülük yasası, aile irşat büroları, fetvalar, kadını aile içerisinde annelik rolü ile tanımlamaya çalışan aynı zamanda kadının emeği ve bedenini denetim altına almaya çalışan politikalar dört bir yanımızda. Bu topraklarda yaşayan İranlılar olarak neler yaşıyor ve görüyorsunuz?
R.K. : Aslında İran gibi kapalı bir toplumdan çıkıp Türkiye’ye gelen bir kadın için Türkiye müsait bir ortam. Bazen haberlerde Türkiye’de kadın cinayetinin olduğunu duyuyoruz ki bu bizleri kaygılandırıyor. Bazı erkeklerin otobüs, metro ve sokaklarda kadınların giyimine karışması da hem bizi şaşırtıyor hem de kaygılandırıyor. Ancak Türkiye’deki feminist gruplar ve genellikle kadınların gücüne inanıyoruz ve bu durum biz İranlı kadınları çok hoşnut ediyor.
F.M. : Türkiye’de sivil toplum çok ilerici. Sınırlamalara rağmen, siz kadın aktivistler, genç nesiller için eğitim atölyeleri düzenleme olanağına sahipsiniz. Parlamentonuzda cesur kadın temsilciler var. Öte yandan İran’ın kaderi gözlerinizin önünde. Özgürlüğe giden yol direniş ve çabadan geçiyor.
Türkiye ki kadınlara çağrınız, mesajınız var mı?
R.K. : Eğer bir alanda bir özgürlüğünüz varsa bu mücadelenin sona vardığı anlamına gelmiyor. Bir an bile mücadele etmekten geri adım atmayın. Siz bir adım geri atarsınız onlar sizi on adım iter.
F.M. : Kadın kardeşlerimin sesini duyan Türkiye’deki kız kardeşlerime minnettarım. Hayatımızın en zor günlerinde yanımızdaydınız. Öldürülen kadınlardan bahsetmiştin. İşkence ve esaret altında ağlayacak sesi olmayanların sesi olmamıza yardım ettin. Tekrar teşekkürler.
Yorumlar