Kayyum darbesiyle geriletilir sanılan sokak, Emine Bulut’un son sözlerinin ülkenin dört bir köşesinde bir isyan çığlığı gibi yankılanmasıyla yeniden öfkeyle iktidarı kuşattı.
Butonlu Süleyman, zaten biliyoruz ki, hiç utanması olmayan bir adam. Tam halkın iradesini gasp ederek Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir belediyelerini hedef alan kayyum darbesini göğsünü gererek savunacakken… Tam 23 Haziran sonrasında halkın artan öz-güven duygusunu ve Kaz Dağları direnişiyle birlikte yeniden canlanan sokak hareketliliğini bu darbeyle topyekun geri püskürtme hayalleri kurarken… O yere batası iktidarı, ölmekte olan bir kadının dudaklarından dökülen, dünyanın en sade özlemine çarpıp yeniden dağıldı: “Ölmek istemiyorum!” Kayyum darbesiyle geriletilir sanılan sokak, Emine Bulut’un son sözlerinin ülkenin dört bir köşesinde bir isyan çığlığı gibi yankılanmasıyla yeniden öfkeyle iktidarı kuşattı. “Bu güzel ülkemizde güya kadına şiddet olduğunu göstermek isteyen istismarcılar” öfkeyle yeniden sokağa çıkınca, Butonlu Süleyman, kendisi için acil durum butonuna bastı: “Kadın şiddeti ile ilgili bizim KADES gibi bir uygulamamız var”. Öyle ya bas butona yok olsun İstanbul Sözleşmesi, 6284, nafaka, boşanma hakkı gasp edilsin diye tepinen “mağdur babalar”, sabah akşam iktidarın en gerici destekçilerini cesaretlendiren kadın düşmanı fetvalar, diyanetin dört bir yana yaydığı “aile eğitimi seminerleri”, halkın parasıyla yayımlanan “aile saadeti” isimli erkek şiddeti tavsiye broşürleri, kravatlı kadın katillerine verilen “haksız tahrik-iyi hal” indirimleri, dört bir yana yayılmış ruhsatsız Kuran kursların��n çocuk tacizcileri… Bas butona Süleyman, “meselemiz Taksim’de yürümek mi?”
Butonlu Süleyman’a göre mesele basit: kadınlar tehlike anında butona basınca, emniyet 3 bin kadın polisi işe alıp karakollarda güven masaları kurunca, “polis merkezlerimizde bugüne kadar getirilen sızlanmalar” sona erecek. “Bir buton bir idam”: sendeleyen iktidarın meşruiyetini en kapsamlı biçimde eriten iki büyük toplumsal sorun haline dönüşmüş olan kadın cinayetleri ve çocuk istismarına yönelik çözümü bundan ibaret.
Fakat bu neo-faşist teknolojik çözüm kurgusu, elbette basit bir kaytarmanın ötesinde, zayıflayan iktidarın erkek egemenliğinin en saldırgan biçimlerini kendi bekasının çimentosu yapma gayretini ifade ediyor. Aileci iktidar, “ölmek istemiyorum” çığlığının kadınların bunca şiddete rağmen bastırılamayan eşitlik ve özgürlük talebinin en keskin biçimi; kadına yönelik şiddetinse kadın-erkek eşitsizliğinin doğrudan bir sonucu ve aracı olduğunu bu laf ebelikleriyle hasıraltı ederken, bir yandan da kadın düşmanı programını engelsiz biçimde ilerletmek istiyor. Çünkü cihatçı zombilerin Suriye sınırını zorladığı, kayyum darbesinin etkisizleşmeye başladığı, ekonomik krizin yeni ataklarının kapıda beklediği, iktidar bloğunun kendi içinden yırtılmaya başladığı bir ülkede AKP gibi gerici bir çıkar birliğini ifade eden bir iktidar başka bir seçeneğe sahip değil. Emek, çevre, halk iradesi düşmanlığı ile kadın düşmanlığı bu iktidarın neo-faşist siyasetinde kopmaz bir biçimde iç içe geçiyor. Üstelik bu siyasetlerin bütün öğeleri yine dönüp dolaşıp kadın düşmanlığını azdıran sonuçlar yaratmakta birleşiyor.
Kayyum darbeleriyle halk iradesinin gasp edilmesi kadın düşmanlığını teşvik ediyor. Kayyum atanan illerin kadın bilançosu, kadın politikaları daire başkanlıklarının, alo şiddet hatlarının, sığınakların, danışma merkezlerinin, belediye kreşlerinin kapatılmasından, 8 Mart ücretli izinlerinin kaldırılmasına, kadına şiddet uygulayan belediye çalışanlarına yönelik yaptırımların kaldırılmasından bütün bu alanların müftülüklere, Kuran kurslarına devredilip, evlendirme dairesine dönüştürülmesine kadar uzanıyor. Kadınların yerel yönetimlere eşit katılımını teşvik etmeyi öngören eş başkanlık kurumu kayyum atamalarının gerekçesi haline getiriliyor.
Emek düşmanlığı kadın düşmanlığı ile iç içe gelişiyor. Ekonomik kriz sürüp giderken, işsizler içinde kadın işsizlerin oranı yüzde 30’u aşıyor; çalışan kadınların yarısı kayıt dışı-güvencesiz bir hayata mahkûm bırakılıyor. İktidar kriz karşısında Kaz Dağları’ndan Salihli’ye çevreye yönelik saldırıları tırmandırırken, doğa talanı kadınların geçim kaynaklarından yaşam alanlarına iş yüklerinden sağlıklarına büyük bedeller ödemesine neden oluyor. Kısacası kadınlar, hem mağdurlar hem direnişçiler olarak, zayıflayan iktidarın beka diyerek azgınlaştırdığı bütün saldırıların merkezinde duruyor.
İktidarın kadınlara yönelik saldırılarının merkezini ise meclis açıldığında gündeme getirilmesi beklenen İstanbul Sözleşmesi, 6284, nafaka, boşanma, miras, çocuk istismarcılarına af gibi konularda yapılmak istenen düzenlemeler oluşturuyor. Bütün bu düzenlemeler birasından reklamına, dizisinden yazarına, emanetçi diyanetinden erkek yargısına büyük bir kadın düşmanlığı ittifakının onayıyla gerçekleşiyor. Kadınların erkeklere bağımlılaştırılması, tüm kaynaklardan yoksun bırakılarak erkekler karşısında ikincilleştirilmesinin doğallaştırılmasına dayalı bu ittifak, “ölmek istemiyorum” sözlerinden hemen öncesinin, “5 yıl evli kaldım, 2013 yılında boşandım. Eski eşime 390 lira nafaka, 6 bin lira tazminat davası açtım ve kazandım, ancak eşim tazminat ve nafakayı bir süre ödemedi” sözleri; ölümün hemen öncesinin sığınakların, kreşlerin, güvenceli iş imkânlarının, şiddetten koruma mekanizmalarının, eşitlik ve özgürlük hakkının olmadığı koşullarda “aileye” mahkûmiyet olduğunu unutmamızı istiyor.
390 lira nafaka için kadınları süründürüp kendilerini “mağdur” ilan edenler, iktidarlarını tacizcinin mağduriyetine dayandıranlar, kadınları şiddetle köhnemiş bir iktidarın kıskacında tutmaya çalışanlar: Eylül, Ekim, Kasım; acil durum butonuna basın! “Ölmek istemiyorum” çığlığı şimdi Kaz Dağları’ndan Diyarbakır’a direnen tüm kadınları birleştirecek; nerede direnen bir kadın varsa, dünyanın bu en sade talebi, iktidarınız batsın ve kadınlar yaşasın diye bizi birleştirecek. Ölmemek için sahip çıkacağız kentlerimize ve ölmemek için ne gerekiyorsa onu talep edeceğiz kentlerimizden. Biralar, diziler, fetvalar ve yazılar kurtulamayacak öfkemizden. Öfke gelip dayanacak kapınıza; meclisinize, iktidarınıza. Seyhan’ın yoksul bir mahallesinin sokaklarında kadınların tacizciye karşı kurdukları “pusu” gibi bu ülkenin tüm giriş ve çıkışlarını kadınlar tutacak artık. “Ölmek istemiyoruz”, pusuyu büyütüyoruz.
Yorumlar