İsrail devleti, bir erkeklik projesi olarak, erkeksileştirilmiş bir hafızadan, erkeksileştirilmiş bir aşağılanmışlık ve umut öyküsünden türetilen bir erkek kardeşliği olarak inşa edilmiştir. Sömürgeci anlatıların merkezini, sözüm ona bakire bir toprağı dölleme metaforları ve böylece de yerli erkek nüfusu aşağılamak oluşturur.
Feminizm bize toplumsal fenomenlere dair derinlemesine bir perspektif sağlar. Kesişimsel feminizmse, politik analiz aracı olarak, kadın/erkek ikiliğinin dışında, farklı ve karşılıklı ilişkili ezilmişlik biçimleri hakkındaki bakış açımızı zenginleştirip derinleştirir. Kesişimsel feminizm sayesinde, Filistin’de bir halkın topyekun imhasını amaçlayan politik bir proje olarak sürekli tırmanmakta ve genişlemekte olan sömürgecilik süreçlerini okuyabiliriz.
Dolayısıyla, Latin Amerikalı feministler için genelde karmaşık ve yabancı bir sorunmuş gibi sunulan bu sorunu ele almak için, yalnızca Filistin’in neden feminist bir dava olduğunu açıklamak için değil, aynı zamanda kendi bölgelerimizde olup bitenlere dair bakış açımızı zenginleştirmeye de yardımcı olacağı için, kesişimsel bakış açısını kullanmayı önereceğim.
Kesişimsellik derken neden söz ediyoruz?
Kesişimsellik son yıllarda feminist kuram, yazın ve aktivizmde yaygın bir tema haline gelmiş olsa da, bir tür klişeye veya sağduyuya dönüşmektedir. Bu da bu kavramın, feminizmin görünüşte patriyarkayı yıkmak ve genel olarak yapısal şiddet gibi temel ilgi alanlarından uzak gibi görülen Filistin meselesi gibi somut meselelere uygulanmasında karışıklığa yol açmaktadır. Ama aslında bu iki ucun birleştirilmesi yalnızca gerçekten kesişimsel bir bakış açısıyla mümkündür. Feminizm sadece kadınlar için değil, tüm toplum için patriyarkal-kapitalist-heteronormatif sistemin dayattığı ırk, sınıf ve toplumsal cinsiyet hiyerarşilerinin ötesine geçmeyi amaçlayan bir kurtuluş hareketidir.
Kesişimsellik, bir arada var olan kimlikler (kadın, Filistinli) ve birbiriyle bağlantılı ezilmişlik sistemleri (patriyarka, Yahudi etnik-milliyetçiliği) arasındaki dinamikleri araştırmayı amaçlayan bir şemadır. Terim, biz kadınların homojen bir grup olduğumuz varsayımını sorgular ve bir siyasal özne olarak feminist hareketin önündeki imkanları genişletir, çünkü ona ırk ve sınıf gibi farklı faktörlerin toplumsal cinsiyet ile nasıl iç içe geçtiğini anlamayı sağlayan araçlar sunar. Bu bizi ikilikçi yaklaşımlardan uzaklaştırır ve egemen iktidar yapısının, bell hooks’un işaret ettiği gibi nasıl “beyaz üstünlükçü kapitalist patriyarka” olduğunu ortaya çıkartır. İsrail örneğinde, bu temel üzerinde inşa edilen politik projenin sonuçlarına maruz kalanlar sadece Filistin halkı değil, yeni kurulan devlete taşınan Arap Yahudi cemaati de olmuştur.
Keşisimsel feminist bir perspektifi benimsemek, Filistin meselesinin feminist bir mesele olduğunu anlamamızı sağlar. Tıpkı yoksul kadınların sadece kadın oldukları için değil kadın ve yoksul oldukları için daha fazla ezilmesinde olduğu gibi, Filistinli kadınlar da kadın ve Filistinli oldukları için Yahudi etno-milliyetçiliğinin baskı ve şiddetiyle karşı karşıyadırlar. İsrail apartheid’ının yapısal şiddeti, hayatları ve sahip oldukları imkanlar üzerinde orantısız bir etkiye sahiptir; Filistin toplumunun kendisinin de patriyarkal bir toplum olduğunu unutmamak gerekse de, Filistinli kadınların kendi ülkelerinde hareket özgürlüğü, eğitim, çalışma ve istedikleri yerde yaşama, sağlıklı gıda, temiz su ve sağlık hakları, sömürgeci iktidar, yani İsrail devleti tarafından gasp edilmektedir.
Sömürgeciliğe dair feminist yaklaşım
İsrail devleti, kurulduğu 1948’den beri kendisini yabancı topraklarda bir dölleyici; yerli halkı kimliğinden soymaya çalışan kibirli bir tecavüzcü gibi işlev gördü. Irksallaştırılmış sömürgeci alanlar üzerinde inşa edilen modern tek-uluslu devletlerin hepsinin tipik özelliği olan bu eylem biçimi sayesinde, kökleri sömürgeci toplumların tipik özelliği olan toplumsal cinsiyet temelli iktidar ilişkileri içinde köklü biçimde yapılandırılan egemenlik ilişkilerini hala ilerletmekte ve kendisi de bu ilişkilere dayanmaktadır. Şu anda egemenliğini genişletme olduğu itilaflı topraklarda –ki bu kimin ölüp kimin yaşayacağına karar verme hakkı olarak okunmaktadır- kadınların bedenleri, yaşam verme kapasiteleri ve kendi topraklarıyla kurdukları özdeşlik, sadece demografik bir tehdit değil, rejimin özüne de yönelik bir tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle, Filistinli kadınlar özneliğe sahip olmayan, insanlıktan çıkartılıp bir kenara atılmış bir toplumun pasif mağdurları gibi sunulmaktadır.
Patriyarkal iktidar dinamikleri sömürgecilik açısından yaşamsaldır. Sömürgecilikle ilgili feminist yaklaşım, sömürgeleştirilenler ve sömürgeleştirenler arasındaki karmaşık toplumsal cinsiyetçi iktidar dinamiklerini anlamamıza olarak sağlar. Sömürgeci İsrail projesinin Filistinli hayatın sürekliliği karşısındaki gelişimi, tarihsel anlamda kadınlara odaklanmıştır. İsrail devleti, bir erkeklik projesi olarak, erkeksileştirilmiş bir hafızadan, erkeksileştirilmiş bir aşağılanmışlık ve umut öyküsünden türetilen bir erkek kardeşliği olarak inşa edilmiştir. Sömürgeci anlatıların merkezini, sözüm ona bakire bir toprağı dölleme metaforları ve böylece de yerli erkek nüfusu aşağılamak oluşturur. Hakim beyaz erkekliğin dayatılması sadece söylem yoluyla değil, yerel halka terör saçmak, onları topraklarından kovmak ve işgale karşı direnişin gücünü kırmak için, Filistinli kız çocuklarının ve kadınların her türlü şiddete maruz bırakılmasıyla da gerçekleştirilmiştir.
Sömürgeci iktidar, toplumsal cinsiyetçi politik şiddet kullanımı yoluyla, siyasal amaçlarına ulaşmaya ve kadınların direnişe katılmasını engellemeye çalışmaktadır. Bu şiddet biçimi keyfi tutuklamalar veya Filistin toplumu içinde hassas bir konu oluşturan cinsel şiddet tehdidi veya eylemleri olarak ortaya çıkmaktadır.
Yani, Filistinli hayatına karşı sürdürülen haçlı seferleri, kadınları hayatlarının her alanında hedef almaktadır. Sadece hayatın potansiyel yeniden üretici özneleri olarak, anneler ve bakım verenler olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel hayatı yeniden üretenler olarak da. Tüm sömürgeci rejimler gibi, yerli siyasal ve toplumsal hayatı imha etmek için kadınları diz çöktürmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda, Filistin halkının yaşam koşullarının sömürgeci İsrail yönetimi altındaki toprakların tamamında yaşadığı gerileme daimidir ve özgürlüklerini, ekonomik olaraklarını, hareket özgürlüklerini ve üreme sağlıklarını sistematik olarak gasp eden sistematik şiddetle her gün karşı karşıya kalan Filistinli kadınlar açısından özellikle yıkıcı niteliktedir. Denetim noktalarında ve hapishanelerde İsrail askerlerinin cinsiyetçi şiddet eylemlerine maruz bırakılmaktadırlar. Toprakları üzerindeki işgalin sürmesi, şiddet eylemleriyle evlerinin yıkılması ve bütün bunlardan beslenen yoksulluk hali, hayatları üzerinde çifte etkilere sahiptir, çünkü bir yandan da genellikle kadın cinayetleri veya “namus suçları” denilen şiddet biçimlerinin sarmal olarak tırmanmasıyla sonuçlanmaktadır.
Tala’at : İşgal altındaki topraklarda feminizm ve LGBTİ+ aktivizmi
Geçtiğimiz yıl, (İsrail, Batı Şeridi ve Gazze ve mülteci kamplarındakiler dahil) tüm Filistin topraklarındaki kadınları harekete geçiren Israa Graraieb cinayeti konusunda feminist akademisyen ve aktivist Yara Hawari ile bu konu ve bütüncül yeni bir feminist hareketin oluşumu hakkında konuşmuştum: “Gerçekten de Israa Ghreib cinayeti, sadece kadın cinayetlerine ve ev içi şiddete karşı bir yanıt olarak değil, aynı zamanda kadınların siyasal projelerde marjinalleştirilmelerine karşı bir yanıt olarak da kurulan bu hareket için bir katalizör oldu. Ev içi şiddet ve namus suçları hakkındaki söylem, Filistinli kadınların, özellikle de bu hareketin bir parçasını oluşturan kadınların, birbirlerinden ayrı şeyler olarak düşünülemeyeceğini çok iyi bildikleri daha geniş siyasal bağlamdan kopartılmaktaydı. Hem evde hem de sokakta Filistinli kadınların başlarına gelen şeyler bir sömürgecilik bağlamı içinde meydana geliyor ve bu durum görmezlikten gelinebilecek bir şey değil.
Tala’at, radikal feminist hareketimiz, kadınların mücadelesini, kadın işçilerin mücadelesini, siyah kadınların mücadelesini tanıyan bir geleneği sürdürüyor. Ve bu hareket tüm Filistin kentlerinde mücadelemizin basit anlamda sosyal bir mücadele olmadığını, birleşik bir mücadele ve siyasal bir mücadele olduğunu söylemek için sokakları doldurduğumuz 2019 Eylül ayında kuruldu. Ve bu çok önemli, çünkü çok uzun zamandan bu yana “yeşil hat” olarak atlandırılan bölgede, yani İsrail tarafından dikilen (ve İsrail’in içindeki Filistin kentlerini 1967’de işgal edilen topraklardan ayıran) sahte sınır boyunca yaşayan herkes tek bir siyasal sloganda birleşti; en heyecan verici olan da bunun feminist bir slogan olmasıydı. Ama bu sadece bu nedenden dolayı önemli ve heyecan verici değil, aynı zamanda belki de Filistin toplumunda tabu veya zor konular sayılan veya diğer toplumlarda da konuşulması zor konular hakkında konuşuyoruz. Oryantalist ve ırkçı klişelerle mücadele etmeyi, patriyarkanın Ortadoğu veya Üçüncü Dünya dedikleri yerlere has olduğu fikrini konuşuyoruz ki bunun böyle olmadığını da zaten çok iyi biliyoruz”.
Yara’nın sözleri köklü meselelere ışık tutuyor. Filistin halkının yarısını hareketsiz kılmak ve bir bütün olarak geri/kadın düşmanı olarak ilan etmek, sömürgeci iktidarın, modern, eşitlikçi ve LGBİT+ dostu İsrail karşısında sanki doğal bir biçimde homofobik etiketini yapıştırdığı bir başka halk üzerindeki baskılarını meşrulaştırmak için tarihsel olarak kullandığı iki stratejiyi oluşturuyor. Filistinli LGBTİ+ topluluğu bu stratejiyi pinkwashing=pembeye boyamak olarak tanımlıyor.
Pembeye boyamak, Aswat kolektifinden lezbiyen aktivist Ghadir Shafie’ye göre, dikkati derin insan hakkı ihlallerinden ve uluslararası hukuk ihlallerinden uzaklaştırmak için, İsrail hükümeti, İsrail kurumları ve İsrailli LGBTİ+ topluluğunun büyük bölümü tarafından bilinçli olarak suiistimal ediliyor. LGBTİ+ haklarının İsrail hükümeti tarafından, dışarıya verilen görüntülerle sinik biçimde propaganda edilmesi, işgal ve apartheid sistemlerinin hakikatini karartmayı, kendisini de bir homofobi ve kadın düşmanlığı bölgesindeki özgürlükler ve çeşitlilikler savunucusu gibi göstermeyi amaçlıyor. Bu nedenle, Filistinli LGBTİ+ aktivistleri bağlı oldukları kolektifleri tüm Filistin halkının insan haklarını topyekun savunmaya çağırıyorlar.
Tüm dünyada, tüm yerli halklar mücadele içinde direniyor, bilinçleniyor ve birbirlerini buluyor. Filistin’de Filistinlilere ne olduğunu anlamak, bölgesel ve kültürel sömürgeleştirme süreçleri içinde geçmişteki ve bugünkü tarihimizi anlamamızı kolaylaştırıyor. Kesişimsel bir feminist perspektif ve militanlık eğer her şeyi dönüştürmek isteyen bir kurtuluş hareketi olmak istiyorsa, bu gerçeğe gözlerini kapatamaz.
Bu yazı Latfem sitesindeki İspanyolca orijinalinden Çiğdem Çidamlı tarafından Kadın Savunma Ağı için çevrilmiştir.
Yorumlar