Patriyarka kadınları ve kadınların mücadelesini bölerek kendini güçlendirmeye çalışırken, feminist siyaset bugünden başlayarak AKP sonrasında da aynı anda hem İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüş hem Diyarbakır’da Batman’da vd. kapatılan Kürt kadın örgütlerinin yeniden açılması ve tutuklanan arkadaşlarımızın serbest bırakılması için ses yükseltmeli. Tıpkı bugün Aysel Tuğluk’u cezaevinden almak için hep birlikte dayanışmayla yükselttiğimiz ses gibi. Dayanışmayla…
KP’nin yirmi yıllık iktidarı süresince kolektif tutum alma, tepki gösterme ve toplumun önemli bir bölümünde (hatta AKP seçmeni kadınlar arasında) meşruiyet kazanma becerisini gösteren feminist hareket/kadın hareketi oldu. TCK değişikliğinde, zinanın tekrar suç haline getirilmesi girişiminde, Novamed- SSGSS-İstihdam Yasası kampanyalarında, kadın cinayetlerine ve erkek şiddetine karşı mücadelede ve [her kesimi içermese de] barış mücadelesinde feministler, Kürt kadınlar ve ağırlığını sosyalist kadınların oluşturduğu kadın hareketi bileşenleri kolektif bir siyasal mücadele çizgisi yakalayabildiler. 2011 seçimlerinin hemen öncesinde Kadın ve Aile Bakanlığı’nın adından kadın kelimesinin çıkarılmasıyla başlayan süreç, 2012’deki kürtaj yasaklama girişimiyle AKP’nin ikinci on yılının nasıl olacağının işaretini vermiş(ti). Ardından gelen çocukları tecavüzcülerle evlendirme, boşanmayı zorlaştırma girişimleri, müftülük nikâhı yasası ve en nihayet İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi feminist hareketin/kadın hareketinin memleket sathında örgütlü biçimde direniş gösterdiğini ortaya koydu.
Yirmi yıllık AKP iktidarı boyunca Kürt kadın hareketi parça parça da olsa erkek devlet şiddetine, gözaltılara, tutuklamalara her daim maruz kalırken, 2009’da başlayan KCK operasyonlarında ve 2015’ten bugüne, vekiller, eşbaşkanlar, hareket sözcüleri, kadroları, aktivistleri dâhil olmak üzere daha yaygın ve sistematik saldırılara maruz kalmaya başladılar. Kürt kadın hareketinden arkadaşlarımızın 2009 KCK operasyonları esnasında gözaltına alınıp tutuklanmaları akabinde oluşturulan DÖKH’le Dayanışma Platformu sonrasında Barış İçin Kadın Girişimi’ne evrilirken, barış siyaseti ile kadın dayanışması arasındaki ilişkiye yönelik önemli bir tarihsel birikim ortaya çıkardı. Kürt kadın hareketi ile Türkiyeli feministlerin ve kadın hareketi bileşenlerinin yan yana geliş zemini, barış mücadelesi ekseninde bir kadın dayanışmasının temelini atarken, hiç kuşku yok ki barışın ve demokratikleşmenin kadın kurtuluş mücadelesinin güçlenmesine vesile olacak politik koşulları ortaya çıkaracağını da öngörüyordu. Çözüm sürecinde yaygınlaşan barışın toplumsallaşması kavramının kadınlar açısından ne ifade ettiği, BİKG ile birlikte kadınların patriyarkaya karşı verdiği mücadele ile barış siyaseti arasındaki ilişki geçmişe oranla daha belirgin biçimde kurularak tanımlandı. 1990’lardan itibaren 8 Martlarda, 25 Kasımlarda, 1 Eylüllerde ve kimi kısa dönemli kampanyalarda yan yana gelen feminist hareket, Kürt kadın hareketi ve kimi kadın hareketi bileşenleri kolektif siyaseti en uzun süreli ve sistematik biçimiyle BİKG sürecinde örgütlediler. (1)
2016’daki darbe sürecinin ardından Kürt kadın hareketinden vekiller, belediye eşbaşkanları, hareketin sözcüleri vd. gözaltılar ve tutuklamalarla karşı karşıya kalırken, yerel yönetimlere bağlı tüm kadın birimleri, danışma merkezleri vd. kayyumlar tarafından dağıtıldı, bunların dışındaki dernek ve kooperatif türü örgütlenmeler de OHAL KHK’larıyla kapatıldı. Kürt kadın hareketi hiç kuşku yok ki otuz yıldan fazladır devlet baskısı altında siyaset yapıyor ve mesela KCK operasyonları sürecinde de hareketin çok sayıda temsilcisi, sözcüsü ve aktivisti yıllar süren tutuklamalara maruz kalmıştı. Ancak 2016 sonrası sürecin farkı, bizzat yerel yönetimler bünyesindeki tüm kadın örgütlenmelerinin dağıtılarak bir bütün halinde Kürt kadınlarla ve hatta Kürt halkıyla, Kürt kadın hareketinin bağlarının koparılmasının hedeflenmesi. Nihai hedef ise bir bütün olarak Kürt kadınların erkek egemenliğine direnişlerinin bastırılması kadınların ailelerine hapsedilmesi ve eşzamanlı olarak devlete boyun eğmelerinin sağlanmasıydı. Yani geçmişte aktif siyaset yapan Kürt kadınları hedef alan erkek devlet, bu kez bizzat kadın danışma merkezlerini, kadın birimlerimi, kadın dairelerini, 7/24 danışma hatlarını, meslek edindirme kurslarını kapatarak tüm kadınları birbirinden koparmayı, dayanışmayı kırmayı ve örgütlülüklerini dağıtmayı hedefledi.
Kesişimsellik analiz yöntemi mi, politik yönelim mi?
AKP iktidarının tüm kadınları, özelde ise Kürt kadınları hedef alan siyasetinin en somut/bilinen sonuçlarını Fatma Altınmakas’ın Kürtçe tercüman olmadığı için yapamadığı şikâyetin eve dönüşte cinayetle sonuçlanmasında, İpek Er’e tecavüz eden Musa Orhan’ın sadece on yıl ceza alıp hâlâ tutuklanmamasında ve Gülistan Doku’nun kaybedilmesinde görüyoruz.
Kimberlé Crenshaw, 1991’de ABD’de kadına yönelik şiddete karşı çıkartılan yasa bağlamında yazdığı makalesinde (2) Siyah kadınların ev içindeki ya da özel ilişkilerindeki şiddeti yaşama biçimlerinin sadece ırkçılığa ya da sadece patriyarkaya ilişkin analizlerle açıklanamayacağını söyler. Siyah kadınların ev içinde erkek şiddetine maruz kaldıklarında çoğu kez ırkçı polis merkezlerine başvurmak istemediklerini, başvuru merkezlerinde bir daha ırkçılıkla karşı karşıya kaldıkları için evlerine dönmeyi tercih ettiklerini, yoksulluk sebebiyle evlerini terk edemediklerini ve şiddet sarmalı içinde yaşamaya ya da ölmeye mahkûm olduklarını anlatır. Tecavüz olaylarında ise tecavüze uğrayanın Siyah kadın, tecavüzcünün beyaz erkek olduğu durumda tecavüzcü erkeklerin çoğunlukla cezasız kaldığını, tecavüzcünün Siyah erkek tecavüze uğrayan kadının beyaz olduğunda ise üst sınırdan ceza verildiğini hatta şüpheli durumlarda da mutlaka Siyah erkeğin ceza aldığını belirtiyor. (3) Crenshaw, bu nedenle Siyah kadınların maruz kaldıkları erkek şiddetine karşı üretilecek politikanın, ırkçılık ve patriyarkanın eşzamanlı işleyişini görerek üretilmesi gerektiğini söyler ve bunun adını kesişimsellik (4) koyar.
Feminist hareketin bir bölümü uzun yıllar boyunca Kürt kadın hareketiyle yan yana gelişlerinde, Kürt kadınların patriyarka temelli baskı, şiddet ve sömürü ilişkilerini Kürt kimliklerinin belirleyiciliği altında yaşadıklarını öğrenmişti/analiz etmişti; kesişimsellik kavramı Türkiye’deki feminist hareketin gündemine girmeden çok önce. Yine de bir analiz yöntemi olarak kesişimsellik Kürt kadınların patriyarka karşısındaki konumlarının yaşanan savaştan, asimilasyon politikalarından, erkek devlet şiddetinden, aslında bir bütün olarak sömürgecilikten bağımsız ele alınamayacağını kuramsal olarak da göstermiş oldu.
Fatma Altınmakas’ın Kürtçe tercüman olmadığı için karakolda başvurusu alınmadan ölüme dönmek zorunda kalması ya da her dilde hizmet veren KADES uygulamasında Kürtçenin olmaması; İpek Er’in uğradığı tecavüzün yıllardır süren milliyetçilik-asimilasyon politikalarının erkek şiddetiyle devam ettirilmesi; Gülistan Doku’nun kaybolmasının ardından geçen iki yıla rağmen tek adım atılmaması da maruz kaldıkları erkek şiddetinin Kürt kadın olmalarından bağımsız ele alınamayacağını gösteriyor.
Kesişimsel feminist politika tüm kimliklerin kadınların ezilmişliğinde eşzamanlı belirleyici olduğunu söylerken Kimberlé Crenshaw, Siyah kadınlar için gerekli olanın kesişimsel siyaset olduğunu ve bunun ittifak siyasetiyle mümkün olabileceğini söyler. İttifak siyasetinin bileşenleri olarak da özellikle tecavüz söz konusu olduğunda Siyah kadınların ve Siyah erkeklerin ırkçılık karşısında aynı konumda olduklarından hareketle Siyah kadınlarla Siyah erkeklerin ittifakı ile patriyarkaya ve ırkçılığa karşı mücadelenin eşzamanlı verilmesini savunur. (5)Patriyarkaya değil ırkçılığa karşı mücadele ekseninde kurulacak “ittifaktan” yani hayata geçirilecek bir “kimlik eksenli kesişimsel” siyasetten söz eder ki zaten postmodernizmin kimlik yaklaşımından yola çıktığını belirtir.
Maddeci feminizme göre patriyarka kadınların ev içindeki karşılıksız emeği üzerinde yükselen, erkek şiddeti, heteroseksizm, kadınların cinselliğinin ve bedenlerinin erkeklerce denetlenmesi temelinde kendini yeniden üreten toplumsal anlamda kurucu bir egemenlik ilişkisidir, aynı kapitalizm gibi. Örneğin erkek şiddetini de ayrımcılığa dayalı bir sistemden değil bizzat sömürü ilişkisinin, kadınların ev içindeki emeğine karşılıksız el konmasını sürdürmenin bir aracısı olarak analiz eder. Kapitalist patriyarka kadınların ücretli emek gücüne katıldıklarında düşük ücretli güvencesiz işlerde çalışmasına neden olduğu gibi ırkçılıkla iç içe geçtiğinde ise Suriyeli çalışma izni olmayan kadınların kayıt dışı, asgari ücretin altında, çoğu zaman cinsel tacize maruz kalarak çalışmalarına neden olur. Kayyumlarca kapatılan danışma merkezlerine ulaşamayan Kürt kadınlar ise polis karakoluna giderek devlet makamlarına başvurmak istemediklerinde patriyarka, kadınları aslında yine sömürgecilikle ittifak yaparak aileye ve erkek şiddetine mahkûm eder. Tüm bunlar ezilen öznenin kadın olduğu, iç içe geçerek kendini yeniden ürettiği sınıfsal sömürü, ırkçılık, sömürgecilikle patriyarkanın bağlarını ortaya koyarak üretilen bir feminist politikanın çerçevesini oluşturur. Yani [maddeci] feminist siyaset farklı egemenlik ilişkileri arasındaki bağı görmenin ötesinde bu etkileşim/kesişim içinde patriyarkanın kendini yeniden nasıl ürettiğini de görmektir.
Feminist dayanışma/kadın dayanışmasının politikliği
Yukarıda bahsedildiği üzere sistematik olarak feminist hareketin Kürt kadın hareketinin ve kadın hareketinin ağırlıklı olarak sosyalist hareketle bağlantılı bileşenlerinin yan yana geldiği BİKG sürecinden sonra, en uzun ve sistematik yan yana siyaset zemini İstanbul Sözleşmesi kampanyasında [ve şimdi de nafaka gaspına karşı verilen mücadelede] inşa edildi. Ve merkezinde barış siyasetinin değil doğrudan erkek/erkek devlet şiddetinin ve patriyarkanın AKP eliyle ev/aile içinde erkekleri güçlendirme siyasetinin hedef alındığı bir kampanyalar dizisi bu yan yana gelişin politik çerçevesini oluşturdu. AKP son üç yıldır kadınları aileye mahkûm etme, erkeklere itaate zorlama, boşanmaktan caydırma için yasal kazanımları meclis yoluyla, olmadı cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle gasp etme siyasetini devreye soktu. Bunun ilk adımı 2019 seçimlerinin ardından yeniden kayyumlarla yerel yönetimler eliyle kurulan kadın örgütlerini dağıtmaksa, bir diğer adımı elbette İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma sürecini başlatmaktı. Yasal zeminde siyaset, sokak eylemleri devlet şiddetiyle sistematik olarak bastırıldığı için ilk olarak en örgütlü, organik toplumsal bağları en güçlü olan Kürt kadınların örgütlenmelerinden başladı kadınların yasal kazanımlarını gasp etmeye. Bir başka adımı, ülkenin iki yakasında süren farklı hukuk/devlet şiddeti uygulamalarının bir yansıması olarak da kuşkusuz, 25 Kasımlardaki 8 Martlardaki konuşmaları sebebiyle Gültanları, Sebahatları, Leylaları onlarca yılla yargılamakken, İstanbul Taksim’de feminist gece yürüyüşlerini ve 25 Kasım yürüyüşlerini yasaklamaya başlamaktı. Gözaltılarla, tutuklamalarla yıldıramadıkları Kürt kadın hareketini, TJA sözcüsü Ayşe Gökkan’ı kadın özgürlüğü için yaptığı siyasi faaliyetler nedeniyle otuz yıl hapse mahkûm etmek de aynı sürecin parçasıydı. Kadın erkek eşitliğini doğrudan anayasadan [şimdilik] çıkaramayan iktidarın, feminist hareketin/kadınların tüm yasal kazanımlarına saldırıp, kamusal alanda kadın erkek eşitliğinin siyasal temsildeki simgesi olan eşbaşkanlık sistemini kriminalize ederken, meclisteki ilk kadın eşbaşkan Aysel Tuğluk’u hastalığına rağmen tahliye etmemesi de aynı sürecin sonucu.
Kürt kadınlara yönelen saldırılarla bu ülke sınırlarındaki tüm kadınlara yönelen eş zamanlı saldırıları, patriyarkanın kendine karşı verilen mücadeleyi zayıflatmak için bu topraklarda her daim sömürgecilikle kendini yeniden ürettiğini görmek, feminist dayanışmayı/kadın dayanışmasını varoluş mücadelesinin bir gereği olarak ortaya çıkarıyor. Devletin Kürt hareketine yönelik yıldırma ve tecrit siyasetinin bir parçası olsa da Kürt kadın hareketine yönelik saldırıları tek başına Kürt siyasal mücadelesine yönelik saldırıların parçası olarak görmek, patriyarkanın AKP iktidarında cisimleşen temsilini bütünüyle görememekle maluldür. Patriyarka kadınları ve kadınların mücadelesini bölerek kendini güçlendirmeye çalışırken, feminist siyaset bugünden başlayarak AKP sonrasında da aynı anda hem İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüş hem Diyarbakır’da Batman’da vd. kapatılan Kürt kadın örgütlerinin yeniden açılması ve tutuklanan arkadaşlarımızın serbest bırakılması için ses yükseltmeli. Tıpkı bugün Aysel Tuğluk’u cezaevinden almak için hep birlikte dayanışmayla yükselttiğimiz ses gibi. Dayanışmayla…
(1) 2015 Mayıs’ında çözüm süreci çerçevesinde KJA çağrısıyla kurulan KÖM çözüm sürecinin sona ermesiyle esas olarak işlevini tamamlamış oldu.
(2) Mapping the Margins: Intersectionality, Identity Politics, and Violence against Women of Color Author(s): Kimberle Crenshaw Source: Stanford Law Review, Vol. 43, No. 6 (Jul., 1991), pp. 1241-129
(3) Sylvia Walby de aynı durumu İngiltere için Patriyarka Kuramı’nda anlatır.
(4) Kimberlé Crenshaw bir söyleşisinde konuyu özellikle gündelik dile ait bir kavramla ele almak istediği için kesişimsellik kavramını kullandığını ve bu kavramı zaten kendisinden önce Angela Davis’in ve başkalarının da kullandığını söyler. https://www.newstatesman.com/politics/welfare/2014/04/kimberl-crenshaw-intersectionality-i-wanted-come-everyday-metaphor-anyone-could
Ayrıca Angela Davis’in kesişimsellik konusundaki görüşleri için bknz. https://velvele.net/2021/02/02/angela-davis-feminizm-bizden-kapsayici-olmamizi-istiyor/
(5) a.g.y Mapping the Margins: Intersectionality… Kesişimsel politik önermeleri arasında Siyah hetroseksüellerle Siyah geylerin ittifak kurarak kilise gibi kurumların heteroseksizmi yeniden üretmesine karşı durabileceklerini söyler.
Bu yazı Yeni Yaşam Kadın Eki sitesindeki orijinalinden alınmıştır.
Yorumlar