Mühendis, mimar, şehir plancısı kadınlara sormak istiyorum, doğanızla aranız nasıl?

Doğrudan söze girmek gerekirse; CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kadınların daha fazla yer aldığı, kadın istihdamının arttırıldığı bir akademik hayatı hedeflediklerini açıklamak isterken yine derinlerde duran toplumsal cinsiyet rollerinden hanemize yazılmış olan kısmı arzı endam etti: “Kadın doğasına en uygun meslekler eczacılık ve öğretmenlik.”

Elbette bu bakış açısının sebepleri ve kökenleri üzerine yüzlerce makale yazıldı, yazılıyor. Buna rağmen sorun, henüz ve hala en temel sorunlardan biri olarak durmaya devam ediyor. Ülkenin çağdaş ve aydınlık yüzünü temsil ettiğini iddia eden bir partinin genel başkanı tarafından alt benliğinde çoktan kurulu o ifade, ne kadar sinsi bir düşmanla karşı karşıya olduğumuzu yeniden hatırlattı.

Bu yargının ilk sıralarında yer alan muhataplarından bir makina mühendisi olarak üzerime alınmakta hiç tereddüt etmiyorum. Ve ben bu cümleden neden rahatsız olduğumu bir kadın mühendis olduğum için anlatmak istiyorum. Mesleki saygınlığımızı azaltan bu tür söylemlerin, zaten varlığımıza katlanamayan erkek egemenliğinin ekmeğine nasıl yağ sürdüğünü anlatmak istiyorum.

Toplumun dizaynında kadınların nasıl kullanışlı kölelere çevrildiğini, sınıfsal uçurumun cinsiyet eşitsizliğiyle nasıl derinleştiğini istatistiksel olarak göstermek istiyorum.

Mühendislik okumanın artık eskisi kadar saygıdeğer bulunmadığı bir zamana denk geldik hep beraber. Ne kadar enteresan ki makina mühendisliği yaptığım iş hayatım iktidarın yaşı kadar. Elbette ki üniversite okumakla kazanılan diğer mesleki unvanlara yapılan itibarsızlaştırma çalışmasından bizler de nasibimizi aldık. Bunun yanında zaten toplumun büyük kesiminin tam da Kılıçdaroğlu gibi düşünüyor olmasının yarattığı sosyal ve ekonomik sorunlarla muhatap olmak konusunda idmanlıyız.

Burada bahsedeceğim konuyu hegemonik heteroseksist normların dayattığı gender yani toplumsal cinsiyet rollerinin ‘kadın’ rolüyle sınırlayacağım. Bunu özellikle ifade etmek istememin sebebi ise konuşulması gereken çok ciddi bir diğer konunun daha var olduğu kabulüyle yazdığımın bilinmesi. ‘Henüz daha oralara gelene kadar’ demek kadar tehlikeli bulduğum başka bir cümle de yok. Reddettiğimiz ve görmezden geldiğimiz şeyler birilerinin hayatını manipüle etmeye devam ediyor çünkü o sıralarda.

Konumuz mesleğimiz olduğuna göre ilk sorumu da oradan sorayım; iş bulabilmekte, bulduğu işi koruyabilmekte ne kadar başarılı olabiliyoruz acaba? Kendime “COVID 19 herkese ne kadar adilse o kadar adil” diye bir cevap buluyorum. Büyük genellemeler yaparak konuşmak her zaman büyük yanılgıları da beraberinde taşıyor. O nedenle eşit, adil davranan işyerlerinin olduğunu da kabul ederek ve fakat genellikle yaşanan sorunların temelinde tıpkı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bahsettiği gibi işin kadın doğasına yakıştırılamayışı olduğu muhakkak.

Mesela neler oluyor; daha henüz iş başvurusu sürecinde çoğumuz eleniyoruz, görüşme şansımız bile olmuyor. Çağrıldığımızda evli isen çocuk düşünüp düşünmediğin değilsen ne zaman evleneceğin sorusunu da aşıp üstüne “ya kazara olursa” sorusunu da cebinize koyup ancak mesleki konularda yeterlilik, işin gereklilikleri vesaire gibi esas orada bulunma amacınıza yönelik konularda konuşmanın muhatabı olabiliyorsunuz. Çalışma alanı ise ya “doğasına aykırı” ya da güvensiz olduğu gerekçeleriyle kısıtlanıyor ya da o güvensiz koşulların işin bir parçası olduğunu kabul edip alışman bekleniyor. Örneğin, taciz edilen bir iş güvenliği uzmanı arkadaşımıza verilen cevap: “e ama siz hala bunlara alışmadınız mı?”

Diğer meslek gruplarından kadınlar da iş hayatında, cinsiyete dayalı ayrımcılığın getirdiği sorunlardan azade değiller ve mesleklere göre farklılaşan fakat esasta cinsiyet ayrımcılığının getirdiği sorunlarla boğuşuyorlar. Sanırım biraz geniş bir pencereden istatistiki verilerle bakarsak daha iyi bir fikir sahibi olabiliriz. İktisadi Kalkınma Vakfı’nın Ocak 2019 tarihli AB Katılım Sürecindeki Türkiye’nin Kadın İstihdamı Karnesi’nde raporlandığı üzere:

ILO verilerine göre Türkiye 2015, 2016, 2017 yıllarında OECD ülkeleri arasında kadın işgücüne katılım oranında en alt sırada yer alıyor.

Yine aynı karnede, iş gücüne katılım 2017 verilerine göre erkeklerde %72,5, kadınlarda %33,6. 2000 ve 2017 yılları arası sanayi kollarında kadın istihdam sayısı artış göstermekle birlikte, “inşaatta cinsiyete dayalı ayrımcılığın henüz aşılamadığı gözlemlenmektedir” deniliyor.

Cinsiyete dayalı ayrımcılığın uygulanması nedeniyle inşaat ya da makina sektöründe çalışamamanın sadece bizde değil bütün dünyada esasa tekabül eden bir karşılığı elbette var; sert ve zor işler ki bunlar genelde pozitif bilim dallarını kapsar ve İngilizce karşılığının “hard science” olması tesadüf değildir. Tam da Kılıçdaroğlu’nun bahsettiği gibi kadına atfedilen ve bir tür burjuva ahlakının da parçası olan kibar, hanımefendi, tartışmayan, sesini yükseltmeyen yani soft yani kadın doğasına uygun meslekler değillerdir. Sanayi sektöründe %12,6 olan kadın istihdamı 2017 yılında ancak %14,6 oranına yükselmiş ancak inşaat %1’i geçemedi.

Karneden devam edelim, “meslek gruplarına göre kadın istihdamında yönetici kadınlar en alt sırada yer almaktadır” deniyor. Bu diğer meslek grupları içerisinde doğası itibarıyla hard olan sektörlerde kadınlar, nazik yapısını zorlayacağı bahane edilip yönetici yapılmıyor.

“Kadınların iş hayatında bir seviyeye kadar yükseldiği, ancak devamında daha fazla ilerlemelerine mani olan engeller olarak bilinen ‘cam tavan’ların Türkiye’de halen istenilen ölçüde kırılamaması sebebiyle kadın temsili, kariyer basamağı arttıkça azalmaktadır” deniyor. Özellikle mühendislik gibi hassasiyet isteyen bir meslek de yine ruhen ince ve dikkatli kadınlara layık görülüyor. Daha çok iş daha az karar vermek.

“Kadınların istihdamını etkileyen faktörlerin başında gelen toplumsal cinsiyete dayalı ücret farkı uyarınca, tüm eğitim seviyelerindeki kadınlar aynı eğitim seviyesine sahip erkeklerden daha düşük ücret almaktadır” deniyor. Kurulu toplumsal cinsiyet rollerimizde bize sosyokültürel dayatmaların da bir sonucu olarak ev kadınlığı rolü en uygun rol olarak seçildiğinden evde olması gereken kadın az kazanan olmalıdır. Üniversite mezunu meslek sahibi fakat çalışmayan kadınların çoğunun çalışmamasının başlıca nedeni budur. Özellikle mühendislik ve mimarlık gibi uzun ve esnek çalışma saatleri olan, şantiyeler ve sahalarda belirsiz uzun saatler geçirmek zorunda olan kadınların çocuk sahibi olduktan sonra çalışamamaları sürpriz olmuyor.

“Tüm ana meslek gruplarında erkekler, kadınlardan daha fazla ortalama brüt ücret almaktadır”

“…özellikle tesis ve makina operatörleri ve montajcılar meslek ana grubunda erkekler ve kadınlar arasında var olan yüksek ücret farkı, toplumumuzdaki cinsiyet kodlamaları doğrultusunda bu meslek grubunun erkeklere daha uygun görülmesinden kaynaklanmaktadır”

“Öte yandan cinsiyete dayalı iş bölümünün bir sonucu olarak evliliğin ülkemizdeki kadınların işgücüne katılımını doğrudan etkileyen faktörlerden biri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır”

Özellikle çocuk sahibi bütün kadınlarda olduğu gibi mühendis, mimar kadınların görünmeyen ev içi mesailerini görünür kılmak Kılıçdaroğlu’nu anlamamıza da yardımcı olacak.

Kadın doğasına uygun meslek seçimlerinde esnek ya da kısa mesai saatleri olan; diplomayı işletip evinde oturabileceğin; uzun tatillerin olduğu devlet işlerini uygun görmesinin sebebi çocuğuna bakacağın vaktinin olması, ev içi işleri yapabileceğin gücün kalması. Karı-koca mühendis dahi olsalar kadın her zaman erkekten az kazandığı için bütün bu işlerin yüklenicisi ‘doğallığında’ kadın oluyor. Esas yapılması gereken kadınlara uygun meslek önermek yerine sorunu sistemsel olarak çözecek yönetimsel değişiklikleri yapabilmektir.

Avrupa ülkelerinde daha başarılı uygulanan cinsiyet eşitsizliğine karşı yasaların temelleri Clara Zetkin, Rosa Luxemburg gibi sosyalist-feminist kadınlardan beslenen kadın mücadelesinin eseridir. Yine aynı zaman diliminde Rusya’daki çağdaşları Kollontai’nin önderliğinde başarılan parasız çocuk yuvaları, yemekhaneler, çamaşırhaneler gibi komünal kurumların açılması ve kadınları eve bağlayan bu zincirlerin kırılmasına yardımcı olacak projeler üretilmişti. Uzun iş saatleri, güvencesiz çalışma, az ücretle çalıştırılma gibi sorunlardan kurtulan işçi kadınlar, Pravda’ya gönderdikleri mektuplarda “Ekim Devrimi’nden sonra ancak biz işçi kadınlar güneşi gördük” diyeceklerdi. Bunun gibi bütüncül çözümler üretmek yerine kadınlara durumdan vazife çıkarıp nasılsa ileride başıma gelecek bunlar ona göre bir meslek seçeyim ön bilgisi dayatılıyor. Böylece cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanan sorunları gidermek için çalışması gereken kurumların işleri kadınların fedakârlığına, işverenin vicdanına ve evli olduğu erkeğin anlayışına terk ediliyor.

Toplumun dizaynında ahlaki unsurların da kadınları eve hapsetmek ya da daha az görünür oldukları mesleklerde çalışmalarını teşvik etmek için elinde oldukça güçlü kartları vardır. Mühendis, mimar, şehir plancıları kadınların gerektiğinde şantiye ve sahalarda kızlı-erkekli ortamlarda çalışmaları da pek toplumsal ‘hassasiyetlerimiz’le uyuşmuyor. Bizim doğamız olduğunu iddia ettikleri konuların gidip gelip sosyal hayatın inşasında iş bölümü kısmında üzerimize yıkılan görünmez ev içi emeğe dayanması da samimiyeti ortadan kaldırıyor.

Neden Kemal Kılıçdaroğlu’nun kullandığı bu kelime bu kadar serzenişi tetikledi derseniz şöyle açıklamak isterim; muhafazakâr kesimin bakış açısını zaten biliyoruz. Esas ulaşılması gereken sorun kendisini aydın olarak niteleyenlerin temelde bir yerlerde taşıdıkları ayrımcılığın su yüzüne çıkarılıp sorunun ne olduğunun anlatılması olmalı.

 

Nihal Tanbay – Makina Mühendisi

Bu yazı ilk olarak politeknik.org.tr de yayınlanmıştır.