Depremin hemen ardından Antep İslahiye’ye vardığımızda, kimse yoktu. Dağlarda kar, uçsuz bucaksız tarlalar, yıkık evler, dağılmış otoyollar ve sokaklarda insanlar vardı. Arama-kurtarmacı olarak gittiğimiz Antep'in Suriye’ye sınır bu ilçesinde 9 gün boyunca enkaz enkaz yaşam belirtisi aradık. Kimimiz hiç tanık olamadı o ana, kimimizse son ana kadar tutundu umuda ve 170. Saatte çıkardık Sibel’i enkazın altından. Hepsinin ismi aklımızda Tülin, Ünzile, Murat, Hatice, Tuba, Fehime ve diğerleri…
Anlatmasam olmazdı, bir gece önce enkazda insanları ararken hiçbir şey olmamış gibi metrobüsle işime gücüme gidemezdim. Anlattım.
Çok değil üç ay önce Süleyman Soylu tüm Türkiye genelinde bir tatbikat yapmaya çalışarak herkesi deprem esnasında “çök-kapan-tutun” üçlüsüne alıştırmaya çalıştı. O tatbikatın vasatlıklarını hatırlayanlar hatırlar, aslında bize 6 Şubat Depreminde karşılaşacağımız bilançonun ne olacağının da habercisiymiş, bilememişiz.
Depremin hemen ardından Antep İslahiye’ye vardığımızda, kimse yoktu. Dağlarda kar, uçsuz bucaksız tarlalar, yıkık evler, dağılmış otoyollar ve sokaklarda insanlar vardı. Arama-kurtarmacı olarak gittiğimiz Antep’in Suriye’ye sınır bu ilçesinde 9 gün boyunca enkaz enkaz yaşam belirtisi aradık. Kimimiz hiç tanık olamadı o ana, kimimizse son ana kadar tutundu umuda ve 170. Saatte çıkardık Sibel’i enkazın altından. Hepsinin ismi aklımızda Tülin, Ünzile, Murat, Hatice, Tuba, Fehime ve diğerleri…
Çök-Kapan-Tutun yeter mi?
Orada bulunduğumuz süre boyunca kullanacağımız merkezimiz kurulurken birkaç ekip de çoktan enkazlarda arama yapmaya başlamıştı. Her gün ekipler halinde binalara gidip sesle arama yapıp, etraftan bilgi toplayıp enkazların altındaki insanlara erişmeye çalışıyorduk. Göçük altından her kurtardığımız insanda etrafı bir bayram havası sarıyordu. Gülebilmek için tek nedenimiz vardı, her seferinde de güldük sarılıp birbirimize. Ancak her denememiz aynı şekilde sonuçlanmıyordu maalesef. İslahiye’de çalışma yaptığımız birçok binada cansız bulduğumuz insanlardan fırsat bulabilenlerden çoğunu çök-kapan-tutun pozisyonunda bulduk. Bu pozisyon deprem sırasında olası bir yıkımda yaşamsal organlarımızı koruyarak en az hasarı almamızı sağlayan bir pozisyon. Peki bu pozisyon her zaman işe yarar mı? Maalesef yaramamıştı. Yaşam üçgeni kurmak kurtaramamıştı bazılarını. Zaman Apartmanı’nın 4. Katında Hatice öğretmeni çök-kapan-tutun pozisyonu yapmış bir şekilde bulduk. Ancak bir beton bloğun altında yatıyordu. Avuçlarımızın içinde eriyen binada kirişin altında kalmıştı. İki gün önce öğrencisi Ünzile’yi çıkarmıştık aynı binadan. Ünzile’ye ulaşmak için açtığımız oyukta duran kirişi çıkarmaya çalışırken çok da çabaya gerek olmadığını fark ettik. Kirişin betonlarını ellerimizle temizleyip demirleri kestikten sonra hızlıca çıkardık oradan.
Kirişlerini tırnaklarınla oyduğun bir binada hangi üçgen seni kurtarabilir ki? Beton bloku çekip aldığında elinde sadece demirler kalıyorsa mesela, o binanın ayakta kalma şansı var mıdır?
İyi bir şov olduğu bile şüpheli bir organizasyon belki sizi tv’lere çıkarabilir Sayın Bakan, ancak bizleri kurtarmıyor. Peki denetimsiz inşaatlar, kontrolsüz yapılaşmaların önüne geçilmediği sürece, şimdi kim bu yıkılan evlerin sorumluluğunu üstlenecek? Herkes birbirine bakıyor. Şimdi ölen en az 35 bin kişi için istifa edecek tek bir sorumlu var mı? Mesela memleketi dev bir şantiyeye çeviren iktidar, bu şantiyeden payını alan inşaat şirketleri, depremi fırsata çevirerek kentsel dönüşümden payını alan müteahhitler? Yaptıkları bağışlarla bu insanları geri getirebilirler mi? Sonra belediye başkanları, imar müdürleri ve yapı denetim firmaları?
Kimse bunları konuşmuyor; onun yerine Türkiye’nin bir ucundan bir ucuna örülen dayanışma, kimin dayanışmayı örgütlediğine bakılarak engellenmeye çalışılıyor. Kimse sokaklarda Kuran dağıtıp halimize şükretmemizi salık veren gericileri durdurmazken, kimse çıplaklar diye kadınları enkazdan çıkarmayı reddedenleri konuşmazken, hesap sor diyecek olanlar engellenmeye çalışılıyor. Engelletmeyeceğiz!
Kadınlar neden daha çok ölür?
Aynı apartmanda bir gece iki çocuk annesi Tuba’yı çocuk odasında bulduk. Kendini kollamaya pek vakti olmamıştı. Bölgedekilerin anlatılarına göre deprem başta uzun bir salınım şeklinde oluyor. O salınımı hissedip hareket edebilenlerin çoğunu yatak odasının dışında, koridorda ya da apartman boşluğunda bulduk. Ancak salınımın ardından başlayan şiddetli sarsıntı birçok binayı yıkan esas güç olmuş. Tuba da o ilk salınım sırasında koşuyor çocuklarının odasına iki çocuğunu camdan atıp kurtaran Tuba’nın, kendisi evden çıkamayarak hayatını kaybediyor. Herkes Tuba’ya kahraman diyordu orada, hikayesi anlatılmalı, övülmeli ve yüceltilmeli diyordu. Bence de anlatılmalı Tuba’nın hikayesi, neden orada Tuba’nın olduğu, neden öldüğü anlatılmalı. Kahraman da diyebilir isteyen Tuba’ya ama bence sadece kadındık hepimiz patriarkanın altında kalan.
Herkes kendini kurtarırken biz evdeki herkesi kurtarmaya çalışırız, tıpkı beslemeye, temizlemeye, bakmaya çalıştığımız gibi ve bizim bu karşılıksız emeğimize methiyeler düzerler ama “ayağımızın altındaki cennet” gibi, “kutsallığımız” gibi “kahramanlığımız” da bizi hayatta tutmaya yetmez.
Aslında daha anlatacak çok şeyim var. Mesela arama-kurtarmacı bir kadın olmak enkazda nasıl bir şey? Hilti kullanan, sorun çözen, ekip yöneten kadınların hayretle ve takdirle karşılanması ve sana saygı duyulması için illa bir “kahramanlık” yapmak zorunda olmaya dair de anlatacaklarım var. Neden herkesin hilti kullanacak iki adama, ağır taşıyacak dört adama, yemek yapacak iki bayana ihtiyacı olduğunu da anlatmak istiyorum. Fakat henüz sırası değil. Bunlar meselenin köpüğü biz bunlarla baş ederiz.
Şimdi bunlar işi gücü bırakmış bizlere, bizlerin dayanışmasına, olağan zamanda vermeyeceğimiz tavizlerimize saldırırken bir enkaz gibi üstümüze çökmüş bu sistemi kaldırıp atma zamanı.
Yorumlar