Türkiye giderek kadınların zıvanadan çıktığı bir habere dönüyor: Arjantin’den başlayan ve tüm dünyaya yayılan “las tesis” ile suçluları her yerde tüm cesaretimizle ifşa ediyoruz.
Hüznümüzü geride bırakıp yaşamak istiyoruz talebimizi, nasıl yaşamak istediğimizi, isyanımızı tüm sokaklara yaydığımız, farklılıklarımıza rağmen bizi birbirimize bağlayan köprülerin en fazla kurulduğu 8 Mart yaklaşırken kadınlar neler yaşıyor peki?
Ne yaşansın: “Türkiye’nin güneyinden üzücü haberler geliyor; Türkiye’nin kuzeyinden üzücü haberler geliyor; Türkiye’nin doğusundan üzücü haberler geliyor; Türkiye’nin batısından üzücü haberler geliyor; Türkiye giderek üzücü bir habere dönüyor!”*
Yoksulluk ve yolsuzluğun kol gezdiği ülkede kadınlar işsiz. Ev içi emeğimiz sömürülürken, çalışma imkanı bulduğumuzda da ucuz ve güvencesiz işler ile karşılaşıyoruz ve hayata tutunmak için mecbur kalıyoruz çalışmaya. İş yerlerimiz de ise güven duygusundan uzak, bir erkek ile asla aynı pozisyonda görülmeyen ve mobbinge uğrayanlar oluyoruz.
Fetvalar hiç bitmiyor. Kız çocukları evlenebilir sözleri, “istismar eden ile evlenme şartı ile istismar edenin ceza almamasını” öngören yasalar ile desteklenmeye çalışılıyor. Her geçen gün çocuk istismarı artarken, çocuk istismarını meşrulaştıracak sözlerin ardı arkası kesilmiyor. Doğal afetler bile erken yaşta çocuk evliliklerinin yasaklanmasından kaynaklanıyor açıklaması yapılabiliyor utanmadan.
Anayasal haklarımıza müdahale hiç bitmiyor. Nafaka hakkımızı gasp etmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken karşımıza hiçbir gerçekliği olmayan mağdur babaları çıkarıyorlar. Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin özellikle arttığı son yıllarda kadınların can simidi olan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 doğrudan iktidarın hedefinde. İstanbul Sözleşmesini aileyi yıkan sözleşme olarak topluma empoze edilmeye çalışarak kendi kamusunu yaratamaya çalışan, hamleleri art arta sıralayan iktidar tüm İslamcı, gerici vakıf ve kurumları seferber ediyor.
Kadın cinayetleri haberleri ile karşılıyoruz her gün. Bize değersiz olduğumuzu hissettirmeye çalışan sözler, bakışlar hayatımızı çalıyor. Erkek arkadaşı olduğu için genç bir kadın babası tarafından, boşandığı bir kadın eski eşi tarafından ve kadınlar iktidar konumlarını nüfuzlarını kullananlar tarafından öldürülüyor. Şeyma’dan, Rabia Naz’dan, Nadira’dan, Yeldana’dan ve daha onlarca kadından bahsediyoruz. Bahsederken gözümüz kulağımız Gülistan’da. Aynı cümle tekrarlanıyor dilimizde; Gülistan Doku nerede? Sorularımız, hesap sormalarımız yüzlerce kadını kurtaracak çünkü biliyoruz. Bazen kendisi için, bazen en yakınındaki kadın için çoğu zamanda tüm kadınlar için mücadele etmeye başlayan ve bunu sürdüren kadınların ise kazanılmış haklarından, , kendi arzuları ile kurmaya çalıştıkları hayatlarından vazgeçmeye niyeti yok.
Çünkü görüyoruz Türkiye giderek üzücü bir habere dönerken;
“Türkiye’nin doğusunda çıkıyor kadınlar zıvanadan;
Türkiye’nin batısında çıkıyor kadınlar zıvanadan
Türkiye’nin güneyinde çıkıyor kadınlar zıvanadan
Türkiye’nin kuzeyinde çıkıyor kadınlar zıvanadan”*
Türkiye’nin her yerinde çıkıyoruz zıvanadan. Türkiye giderek kadınların zıvanadan çıktığı bir habere dönüyor: Arjantin’den başlayan ve tüm dünyaya yayılan “las tesis” ile suçluları her yerde tüm cesaretimizle ifşa ediyoruz. İfşa ederken kendimizi ne yalnız ne de güçsüz hissediyoruz. Hep birlikte “zıvanalı geçme tekniğini” öğreniyoruz. Çıkıp iki oda bir salondan, suçlu devletin, polisin, hakimin, tek adamın ve tüm kadın düşmanlarının yakası bir elimizde, diğer elimiz kız kardeşimizin elinde, “savunma ve döğüş sanatlarında ustalıklı” bağırıyoruz: “anıtsayaç’ta bu kadar kadın ismi yeter, Yeter artık yeter!” Çıkıyoruz zıvanadan!
*Birhan Keskin ve Aslı Serin’in ”Anıt Sayaç” şiirinden bir bölüm.
Yorumlar