Birbirimizi eşit, özgür ve hayatta istiyoruz – Çiğdem Serin

Feminist öz savunmanın en önemli koşullarından biri olan “özerklik”in yeniden inşası için sokak sokak, mahalle mahalle, işyeri işyeri bulunduğumuz her alanda bir araya geleceğiz. Birbirimizi savunacağımız, dayanışma ile özerkliğimizi yeniden inşa edeceğimiz kadın savunma ağlarını kuracağız

Bu yıl 25 Kasım’a salgın koşullarında gidiyoruz. Pandemi hala tüm dünyayı etkisi altında bırakırken, kuşkusuz dünyanın dört bir yanında kadınlar için de daha fazla şiddeti, eşitsizliği ve yoksulluğu beraberinde getiriyor. Pandemi tüm insanlık için tehdit oluştururken, kadınlar ayrıca “gölge pandemi”nin tehdidi altında yaşam mücadelesi veriyor. Dünyada milyonlarca kadın bu yıl ev içi şiddete maruz kaldı. Dünya genelinde artan kadın cinayetleri, erkek şiddeti ve derinleşen toplumsal cinsiyet eşitsizliği COVID-19’un en ağır sonuçlarından biri kuşkusuz.

Salgının çıktığı Wuhan kentinde uygulamaya konulan karantina sırasında boşanma başvurularında ve ev içi şiddet olaylarında artış olduğu bilgisi medyada yer bulmuştu. Birleşmiş Milletler’in toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için çalışan birimi olan UN Women, nisan başında bir rapor yayımladı. Koronavirüsle mücadele döneminde kadınların ve kız çocuklarının maruz kaldığı ve artış gösteren aile içi, ev içi şiddet vakalarını, “gölge pandemi” olarak tanımladı. Mart ortasında sokağa çıkma yasağının ilan edildiği Fransa’da, ev içi şiddet vakalarında %30 oranında artış yaşanırken, Singapur ve Güney Kıbrıs’ta kadın sığınma kuruluşlarının yardım hatlarına gelen çağrılarda %30 artış kaydedildi. Aynı raporda, Avustralya’nın New South Wales eyaletinde yapılan bir ankete katılan ev içi şiddet alanında çalışanların %40’ı artan sayıda acil yardım telefonu aldıklarından bahsediliyor.1 Bu liste uzadıkça uzar.

Türkiye’de ise basına yansıyan haberlere göre “evde kal” çağrılarının yapıldığı 11 Mart’tan itibaren 20 günde 21 kadın öldürüldü. COVID-19 salgını bir kez daha evlerin kadınlar için en güvensiz yerler olduğunu göstermiştir.

Pandemide erkek şiddeti ve eşitsizlikler çoğaldı

COVID-19 öncesi toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, erkek şiddeti, gericiliğin kuşatması altında zor olan yaşamlarımız salgınla birlikte her geçen gün daha da zorlaştı. Pandemi var olan eşitsizlikleri daha da derinleştirdi. Ücretli bir işte çalışsın çalışmasın evdeki bakım emeği yükü kadınların omuzlarına yıkıldı. Önce okulların ve kreşlerin kapatılması, sonra plansız açılması, EBA’ya bağlanma güçlüğü, İnternet erişiminin sağlanması, yüz yüze eğitimin sınırlı olması ile eğitimin ev içinde tamamlanması, ödevlerin kontrolü gibi pek çok yeni görevler kadınların duygusal emek yükünü artırmış oldu. Her kriz döneminde olduğu gibi COVID-19’un neden olduğu krizde de ilk işten çıkarılanlar kadınlar oldu.  Kadınlar toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinden kaynaklı toplumun en esnek, en güvencesiz, kayıt dışı çalışan kesimini oluşturuyor. Bu nedenle kısmi çalışma ödeneklerinden de birçok kadın yararlanamadı. Evde kalan çocuklara, yaşlılara bakmak için çalışma yaşamından fedakârlık etmek durumunda olan kadınlar oldu. Üniversiteli genç kadınlar ailelerinin yanına dönerken, kendisine bağımsız bir yaşam kuran pek çok kadın da işsizlik ya da ekonomik zorluklardan dolayı ailesinin yanına dönmek zorunda kalarak ataerkil pazarlığa zorlandı. Feminist öz savunmanın en önemli ayaklarından biri olan özerklik derinden sarsıldı. Özerkliğin yara alması ve ataerkil pazarlık payının bile kadınlardan yana azalması yine öz savunmanın en önemli şartlarından biri olan öz güveni ve öz bakımı da yaraladı. Tüm bu koşullar kadınları şiddet karşısında savunmasız bıraktı. Kadınlar pandemide makbul kadın kalıplarına zorlanırken, makbul erkeklik de derinden sarsıldı, bu da erkeklik krizini ortaya çıkardı. İşsizlik ve ekonomik krizin büyümesi ile eve ekmek götüremeyen ve kamusal alanda varlık gösteremeyen erkeklerin tek iktidar alanı evler oldu, bu da kadınlara şiddet olarak döndü, dönüyor. Kadınlar pandemi sürecinde şiddete karşı başvurabileceği mekanizmalara ulaşamadı, çünkü şiddet failleri ile aynı evde kısılıp kaldı. Üstüne bir de af yasası ile kadına ve çocuğa yönelik şiddet suçu işleyenler kadınların ve çocukların yaşadığı evlere gönderildi. Kadınlar şiddete karşı savunmasız bırakıldı. Normalleşme süreci ile karantina koşulları kalkmış olsa bile kadınların kamusal yaşama dönüşleri erkekler kadar kolay olmadı. Hala bakım yükünün evlerde kadınların omuzunda olduğu koşullarda kadınlar evlere, aileye hapsediliyor. Şiddet gördüğünde mekanizmalara erişemiyor, koruma kararları uygulanmıyor. Her gün kadınlar erkek şiddeti ile aramızdan alınıyor.

Çoğunluğu kadın olan sağlık çalışanları sürekli COVID-19’a yakalanma riski altında. Üstelik kadın sağlık çalışanları ev içi bakım emeğinden de sorumlu olduğundan ailesine hastalığı bulaştırma stresi ile yaşıyor. Kadın sağlık çalışanlarının koruyucu giysileri giymesi dahi çok fazla zamanlarını alıyor, bunda da yine toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri rol oynuyor. Çünkü koruyucu giysiler dahi erkeklere göre tasarlanmış durumda.

Kadınların cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerine erişimi zorlaşıyor.  Kürtaja erişim neredeyse imkânsız hale gelmiş durumda.

Türkiye’nin taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi gereği devlet toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmek, şiddeti önlemek üzere politika üretmek yerine eşitsizliği derinleştiriyor. Ev içi şiddetin önlenmesinde en etkili araçlardan biri olan İstanbul Sözleşmesi, AKP-MHP ittifakı, tarikat ve cemaatler tarafından hedef alınıyor. Kadınların bedeni, emeği ve cinselliği üzerindeki patriyarkal denetimin aracı olarak dinci gericilik yaşamlarımızı kuşatıyor. Tüm bu saldırıların temelinde kadınların ücretsiz emeğinin denetlenmesi ve kontrol altında tutulması yatıyor, bunun için geleneksel ailenin korunması, gerekirse kadınların şiddetle, sopayla itaate zorlanması gerekiyor. COVID-19 öncesi, dünya ekonomisinde büyümenin yavaşladığı, ülkelerin borç yükünün arttığı, ekonomik krizlerin büyüdüğü, işsizliğin yükseldiği bir süreçti. Ekonomik krizin üzerine eklenen COVID-19 krizi ile kapitalizm benzeri görülmemiş bir kriz yaşıyor. Ve ataerkil kapitalist sistem ne zaman krize girse krizden çıkmanın yolunu kadınların emeği ve bedeni üzerindeki baskıyı artırmakta buluyor. Kadınların emeğinin aile içerisine hapsedilmesi iktidar açısından yaşamsal bir yerde duruyor. Çünkü devletin sağlaması gereken pek çok kamusal hizmet aile içerisinde kadınlar tarafından karşılanıyor, evler kadınların görünmeyen emeği üzerinden bir toplumsal yeniden üretim aracı haline getiriliyor. Pandemiyi yönetme biçimi olarak bilimi değil baskı ve şiddeti araç haline getiren iktidar, kadınları yönetme aracı olarak da erkek şiddetini kullanıyor. Bunu da İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açarak, koruma tedbir kararlarını uygulamayarak, cezasızlıkla erkekleri cesaretlendirerek yapıyor.

Devlet tarafından korunan erkeklerin yok ettiği bedenler, tecavüzler, intihar denerek üstü örtülen cinayetler, şüpheli ölümler, işsizlik, güvencesizlik, yoksulluk, dört duvar arasına kapanmışlık… Pandemi kadınların cehennemi haline gelse de birbirimizden aldığımız güçle örgütlü kötülüğün karşısına dikiliyoruz. İstanbul Sözleşmesi’ne saldırılar kadınların yaz boyunca sokaklarda kurduğu barikata çarpıyor. Nadira’nın, Gülistan’ın, İpek Er’in failleri korunurken, idari para cezaları ile sokaklardan çekmeye çalıştıkları kadınlar, “geri adım atmıyoruz” diyerek baskılara meydan okuyor. Adliye önlerinde, sokaklarda erkek yargıdan hesap soruyoruz.

Çıkıp iki oda bir salondan haykırıyoruz; en büyük silahımız dayanışmamız. Birbirimiz için yapacaklarımız var.

Birbirimizden aldığımız güç ve dayanışmayla bu kuşatmayı dağıtmamız mümkün. Yazın sıcağında sokaklardaydık, mücadele ile kazandığımız haklarımızı mücadele ile savunduk. İstanbul Sözleşmesi’ne saldıranlara geri adım attırdık. Şimdi İstanbul Sözleşmesi’ni uygulatacağız. Evde, işyerinde, sokakta, toplu taşımada maruz kaldığımız şiddetin kaynağı toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve patriyarka ise, bulunduğumuz her alanda toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele edeceğiz. Belediyelerde, işyerlerinde, mahallelerde toplumsal cinsiyet eşitliği atölyelerinin yapılması, bu konuda kadın örgütleri ile hareket edilmesi için mücadele edeceğiz, her yerde yaygın atölyeler düzenleyeceğiz. Özgür ve özerk kadınlar olarak yaşamak; kendi hayatlarımızın; kendi kararlarımızın; kendi bedenlerimizin ve kendi geleceğimizin sahibi olmak için, şiddete karşı kolektif bir feminist öz savunma bilinci oluşturmak için pandemi koşullarına uygun yüz yüze ve online feminist öz savunma atölyelerini her yerde yaygınlaştıracağız. Feminist öz savunmanın en önemli koşullarından biri olan “özerklik”in yeniden inşası için sokak sokak, mahalle mahalle, işyeri işyeri bulunduğumuz her alanda bir araya geleceğiz. Birbirimizi savunacağımız, dayanışma ile özerkliğimizi yeniden inşa edeceğimiz kadın savunma ağlarını kuracağız. Birbirimizle hızlı iletişim kuracağımız araçlar, ağlar geliştireceğiz. Okuma yazma bilmiyorsak kurduğumuz whatsapp gruplarında sesli mesajlarla iletişim kuracağız. Ama mutlaka dayanışmanın ve iletişimin yollarını bulacağız. Koruma tedbir kararlarının uygulanması, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması ancak kadın dayanışması ile mümkün biliyoruz. Bu yüzden İstanbul Sözleşmesi’ni, 6284’ten doğan haklarımızı birbirimize anlatacak, kadından kadına ulaştıracağız. Cinsiyet eşitsizliğini meşrulaştırıp, bizleri şiddete açık hale getiren dinci gericilik karşısında bir feminist öz savunma biçimi olarak feminist laiklik bayrağını yükselteceğiz. Kadınları ve doğayı sömüren neoliberal politikalar karşısında yaşam alanlarımızı ve doğayı savunacağız.

Pandeminin gölgesinde gerici, faşist, kadın düşmanı rejimin etrafımıza ördüğü kozayı yırtıyoruz! Kelebeklerin* kanat çırpışını meydanlara taşıyoruz. 25 Kasım’a giderken bulunduğumuz her yeri bir eylem alanına çeviriyor, hayatlarımızı ve haklarımızı savunuyoruz.

Çıkıp iki oda bir salondan haykırıyoruz: Birbirimizi eşit, özgür ve hayatta istiyoruz. 25 Kasım’da sokaktayız.

Dipnot

  • Dominik Cumhuriyeti’nde faşist diktatör Trujillo’ya karşı mücadelenin öncüsü olan, 25 Kasım 1960’da diktatörün askerleri tarafından katledilen Maria Mirabel, Minerva Mirabel, Patria Mirabel kardeşlerden birinin kod adının “Kelebek “olmasından dolayı, tüm dünyada “Kelebekler” olarak anılırlar. Mirabel kız kardeşlerin öldürülmesinden kısa bir süre sonra diktatör Trujillo devrilmiştir. 1981 yılında Kolombiya’nın Bogoto şehrinde toplanan Latin Amerikalı ve Karaipli Kadınlar Kongresinde, Mirabel Kardeşlerin anısına 25 Kasım tarihi “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak ilan edildi.

Kaynak

  • https://www.avustralyapostasi.com.au/kuresel-bakis-golge-pandemi-kadina-karsi-siddet/

Yorumlar