Bir sümbül nahifliğinde yaşamın mimarı büyükanneme sevgilerimle – Sezen Özkan

“Bazen sevinince annem gibi, rengârenk reçeller dizerim kalbimin raflarına” demiş ya Didem Madak. Reçel büyükannemde de önemli bir ayrıntıydı. Portakal ve ayva reçelini ondan iyi yapan yoktu. Her gelene minik bir kavanoza koyar, koltuğunun altına sıkıştırırdı. Bu kadar kolaydı bazen iletişim ve bu kadar kolaydı iki kadının dayanışması.

Bir sümbül nahifliğinde yaşamın mimarı büyükanneme sevgilerimle – Sezen Özkan

Nahif bir yazı yazmak istiyorum senin için, Özle için, bizler için. Nahif, kırılgan, güçlü, zayıf tüm yanlarımla buradayım demek istiyorum. Ağlıyorum, sessiz kalıyorum, hırçınlaşıyorum, şaşırıyorum. Türlü türlü duygular, türlü türlü geçişler içerisindeyim. Bazen çok uzaktayım, bazen çok çok yakında ve bazen de kendimde bile değilim. Bazen kendim kim, hiç bilemiyorum. Ama bazı bildiklerimi anlatmak istiyorum. Ufaktan başlayayım.

Bir sümbül nahifliği tarifliyor seni sanki. Bir sümbül nahifliğinde bir insan yaşamı. Kulağa hoş geliyor biliyorum. Bir sümbül nahifliğinde kurduğun ilişkilerin, güzelliklerin, yardımlaşmanın, dayanışmanın öğreticisi, biricik ve pek çok kişi içinde bir köklü çınar ağacı olan canım büyükanneme ithafen kaleme alıyorum yazımı.

21 Ekim… Üzerinden 2 ay geçmedi daha. 21 Ekim’de aldığım haberin gerçekliği, yakıcılığı bir yana, esas duygum bir şaşkınlık hali idi. Hani dizilerde bir hüzünlü sahne olduğunda oyuncu o kişiye dair yaşadıklarını hatırlar ya, sıra sıra kareler canlanır, işte o kısımlara ben hiç inanmazdım. Ama doğruymuş. Haberi aldığım 21 Ekim 10.42’den itibaren yol boyunca o kareler beni de buldu. Sanki yönetmen “Haydi şimdi o anları hatırlarmışçasına role gir” diyordu bana. Ama yapmadım, yapamadım. Gelen tek bir kare vardı: Bursa’dan İstanbul’a geldiğim 2012 Eylül’ü. Onu ilk ziyarete gittiğim günde, evinin camından bahçeye çıkıp beni beklediği o an. Aklımda, önümde, gözümde hep o sahne… Ah bir de “Hadi arada bir döner siparişi ver, ekmeği de pide olsun, unutma.” deyişi. Severdi döneri.

Onu hatırlamak, ondan şöyleydi diye bahsetmek nasıl da zor geliyor. Ama bir yandan da alışıyor insan. Birinin artık olmayacağına, olamayacağına, birine artık telefon edemeyeceğine, artık rehberinde onun adının olmasının anlamsızlığına ve evet sesini bile bir süre sonra hatırlayamayacağına alışıyorsun.

2020 yılı kimse için kolay olmadı. Sadece Covid-19 pandemisi, çeşitli felaketler, ekonomik olarak çökmüş olmamız, sosyolojik, toplumsal değişimlerimiz, yalnızlığımız, çaresizliğimiz dışında, bir kayıplar yılı da oldu sanki. Kimisi covid kaynaklı, kimisi başka türlü hastalıklar, kimisi de canım Özle gibi hiç beklenilmeyen anda, çok sessiz bir ölümle, kimisi de hiç ölmeyecek gibi düşündüğüm büyükannem gibi. Ne çok öldük bu yıl ve ne çok ölümle yüzleştik…

İlk dostumdu büyükannem

Büyükannem İstanbul’daki ilk dostumdu benim, ilk arkadaşımdı. Evet, tam olarak ilk arkamda duran kişiydi kendisi. Tanıyanlar bilir, bilmeyenlere de azıcık açmış olayım. Nasıl kuruldu bu dostluk? Muhafazakâr ve baskıcı bir ailenin içinden kendimi İstanbul’a atmış bir üniversiteli kadın olarak ilk yoldaşım büyükannem olmuştu şüphesiz. Onun komşuları da belki de ilk dayanıştığım kadınlardı. Gece yatmaz, sabah kalkmaz olduğum atarlı 19 zamanlarımda, babama karşı beni savunan, gerektiğinde babamı savuran yine büyükannemdi. 2013 Mayıs’ında Gezi’yi kucakladığımda,  neler olduğunu tam olarak anlayamadığım anlarda beni teşvik eden yine büyükannemdi. Sıkı bir tencere tavacıydı kendisi. Devam edeyim anlatmaya. Tacizle ilk karşılaşmamda, hayal kırıklıklarımda, arzularımda, büyük büyük, küçük küçük hayal edişlerimde, aşk acılarımda hep yanımda büyükannem vardı. Şimdi düşünüyorum da olduğum yere gelmemde ne çok emeği varmış. Sadece bunlar değil tabi, hepimizin özellikle de kadınların kulaktan kulağa aktardığı “Kadın kadının yurdudur” sözünün gerçekliği benim için ilk büyükannemle başlamış. Dedim ya sümbül nahifliğinde bir yaşamı birlikte paylaşmışız biz. Tek dokunuşu bana da değildi elbette. Balıkesir’in bir köyünden İstanbul’a gelin geldiğinde hiç afallamamış diyorlar onun için. Eşinin diploması olmadığı için, bir ilkokul diplomasıyla o açmış dükkanı. Eski Aksaray’ın önemli marketlerinden birini, birlikte işletir olmuşlar. Öyle ki mal verdikleri yerler sayesinde (ki bu noktada bu işi büyükannemin kıvırdığına eminim), ünlü gazinolarda ünlü şarkıcıları dinleme fırsatı bile bulmuşlar. Köyden İstanbul’a gelen tanıdık, tanımadık herkesin dostu olmuş, evinde yatırmış, yedirmiş, içirmiş. Öyle bir kadın işte büyükannem. Bir kervan olmuş evi, bazen otel, bazen aşevi, bazen hastane, bazen de yurt. “Bazen sevinince annem gibi, rengârenk reçeller dizerim kalbimin raflarına” demiş ya Didem Madak. Reçel büyükannemde de önemli bir ayrıntıydı. Portakal ve ayva reçelini ondan iyi yapan yoktu. Her gelene minik bir kavanoza koyar, koltuğunun altına sıkıştırırdı. Bu kadar kolaydı bazen iletişim ve bu kadar kolaydı iki kadının dayanışması. Yaştan, konumdan ziyade bir paylaşım birliği vardı aramızda. Büyükannem başka dokunurdu herkese, başka ve özel bir iletişimi vardı insanın ruhunu dinlendiren. Uzun uzun yazmak isterim ama yazının da sonlanması gerekiyor en nihayetinde. Ama ufak bir ekleme de Özle için yapmak istiyorum.

Seni unutmayacağız Özle

Kuzey Ormanları Savunması’ndan canım Özle. Birlikte az zamanımız geçti belki ama onu hep bir yılbaşı kutlamasındaki gülümsemesiyle hatırlıyorum. Dün kadınlar olarak taşıdık Özle’yi. Omuzdaş olduk. Sanki Kuzey Ormanları Savunması’nın bir etkinliğindeydik yine. Özle için gelenler, dostları, kent, doğa, yaşam savunucuları hep birlikte Özle için bir aradaydık. Toprak atmak için herkes koştu, bir forum sırasında söz almak istercesine. Yan yana durduk, 3. Köprü, 3. Havalimanı eylemlerinde, KOS kalkanlarıyla durur gibi. İşbölümü vardı aramızda planlamışız gibi. Ağladık, ağlaştık, el verdik birbirimize. Özle’nin annesinin güçlü duruşu, sohbeti gülümsetti bizleri, her KOS forumu sonrası suratımızda olan gülümseme gibi. Ve sonra evlerimize geldik, Özle için yaptığımız helvanın fotoğraflarını attık birbirimize. Fotoğrafları atıldı gruba, anılar canlandı, hüzünlerimiz, tebessümlerimiz birbirine karıştı.

Kim bilebilirdi ki büyükannem ve Özle aynı yazıda buluşacak? Bir sümbül nahifliğinde yaşayan büyükannem ve Kuzey Ormanları’nın, sincapların, kuşların yoldaşı Özle bir yazıda biraraya gelecek. Daha da uzatmadan tamamlayayım sözlerimi. İstanbul’daki ilk dostuma veda etmek istedim bu yazıyla. Umarım ifade edebilmiş ve onu sizlerle buluşturabilmişimdir. “Feminist hareketin içinde, örgütlü mücadele eden bir kadın olarak, Sezen olarak” cümlesini kurmamda hayatıma ışık tutan büyükanneme teşekkür ederek veda etmek istiyorum. Pek çok kişiye helva yaptım ama büyükannem için bir türlü kavuramamıştım. Yazıya başlamadan önce helvayı yaptım, canım büyükannem, canım Özle ve yitirdiğimiz güzellikler için… Sizi unutmayacağım, unutmayacağız…

Yorumlar