Bana atfedilen rollerin dışına ne zaman çıksam gerilimler oluşuyor, hiçbir şey yapmıyormuşum gibi hissettiriliyordu. Kısacası üniversite okuyup işe başlayan, farklı bir kentte ailesinden uzakta yalnız yaşayan, kendini özgür tanımlayan birçok kadın gibi tüm varoluş hikayemin tepetaklak olduğunu görüyordum.
Doğduğum topraklara bu şekilde döneceğimi hiç hayal etmezdim. Korona pandemisi vesilesiyle. Tam vesile denilemez aslında. Daha öncesinde planlanmış bir ziyaretti, sadece korona aylar sürecek bir bekleyişin başlangıcı oldu. Korona virüsü ilk çıktığı anda ne kadar yakıcı olduğunun ben de farkında değildim ve aylardır uğramadığım memleketimi ve ailemi özlemiştim. Planladığım ziyaretimi gerçekleştirme zamanım gelmişti ve düştüm yollara. Antep’e geldim. Bir hafta gibi kısa bir ziyaret olacaktı. Ankara biletim hazırdı. Ankara’ya gideceğim günün bir gün öncesi televizyonlarda Erdoğan konuşuyordu. 31 ilin kapıları kapanmıştı. Ne yapacağımı şaşırdım ilk önce. Her alınan önlem gibi geçici olacağını düşündüm. Sokağa çıkma yasağı gibi yamalı bir tedbir, gelişigüzel alınmış bir önlem. Hissettiğimi, ruh halimi herhalde en iyi şöyle tarifleyebilirim: Şehrin sınırlarında kapılar vardı ve bir anda yüzüme kapanmıştı. Kilit ise devletin elindeydi, çıkış yoktu.
Günler ayları kovaladı. Zamanla ilk baştaki kaygılarım geçti. Yine de birazcık bile olsa canım sıkıldığında gidebilecek bir yerim yoktu, aynı lise yıllarımdaki gibi. Evet, korona pandemisi beni sürekli geçmişe götürdü ve şimdi sanki 8 yıldır başka bir yaşamım yokmuş gibi hissediyorum. Tam 2.5 aydır ailemin yanındayım. Bulunduğum yer hareketsiz kalmamı sağlayamayacaktı ve en iyi bildiğim şeyleri yapmaya başladım. Kadınlarla iletişime geçmek ve kız kardeşlerimle birlikte virüs karşısında kadınların karşılaşacağı sorunları ve mücadele yöntemlerini konuşmak. Bir feministtim sonuçta. O sırada fark ettim ki yalnız değildim, kiminle konuşsam ailesinin yanına dönüşten bahsediyordu ya da dönmüştü. Bir yandan dünya korona virüsünü anlamlandırmaya çalışıyor, analiz yazıları çıkıyordu. Salgınlarda insanların karşılaştığı sorunlar gün yüzüne çıkıyor ve tarih bize yol gösteriyordu.
Ebola salgınında kız çocuklarının eğitimlerine geri dönüşleri %14 oranında düşüş göstermiş. Korona pandemisi sonrası kadınları neler bekliyor anlamak için ebola salgınını araştırdığımda bu veriyi görünce şaşırmıştım. Şaşkınlığım “aaa nasıl düşer?”, diye değildi. Oranları anlıyor olmamdandı. Peki neden? Korona pandemisi sırasında aileye dönen genç kadınlar olarak bu soruya kolaylıkla cevap vereceğimizi düşünüyorum. Birçok üniversiteli genç kadın şu an ailelerinin yanında. Aylar geçtikten sonra hiçbir şey olmamış gibi üniversitelere dönmek mümkün olacak mı? Dönülse bile ekonomik olarak genç kadınları hangi zorluklar ve eşitsiz süreçler bekliyor? Okudukça okudum. Geçmişe ait her veri ile birlikte bugünü anlamlandırmaya çalıştım. Ebola salgınında kız çocuklarının ve kadınların ev içi bakım sorumlulukları artmış. Bugüne baktığımızda Oxfam’ın yayınladığı yeni rapora göre ücretsiz bakım emeğinin dörtte üçünden fazlasını kadınlar gerçekleştirmek zorunda kalıyor. Günlük ortalama 14 saat… Aile içi şiddetin ebola salgını sırasında artması ve genç kadınların hamilelik oranlarının yükselmesi ise kadınların eğitim hayatlarına dönememesinin diğer bir sebebi olarak gösteriliyor. Cinsel şiddetin artması, kadınların kürtaj hakkının sınırlandırılması ve hamilelik oranlarının yükselmesi ile kadınların eğitim oranları düşüyor. Diğer önemli bir veri ise salgın sonrası yaşanan ekonomik sıkıntıları aşmak için çocukların gelir getirici işlerde çalışmaya başlamak zorunda kalması. Gençleri üniversite masraflarından ve korona virüsünün getirdiği ekonomik yükten kurtulmak için ne gibi çareler üretiliyor? Halihazırda bir hükumet politikası var mı? Kafamda deli sorularla düşünüyor, düşünüyor ve düşünüyordum.
Göz göre göre toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin içine doğru itiliyorduk. Yaşamın yeni baştan üretimi için emeğimiz kullanılmaya başlanmıştı. Yaşamlarımız aşama aşama değişiyordu. Aile ile neredeyse baş başa bırakılmıştık. Evde pandemiye dair politik bir söz söylemeye başladığımda soğuk rüzgarlar esiyordu. Siyasette var olma hakkı bana ait değildi. Erkek kardeşime yemek masasından boşalmış tabağını almasını söylediğimde “burada böyle” sözünü tokat gibi yiyordum. Kadınlarla zoom üzerinden toplantılar yapmaya başladığımızda ise ev işlerine yardımcı olmadığım için çeşitli gerilim hatları oluşuyordu. Görünmeyen ama hissettirilen… Bir akşam komşumuz çaya gelecekti. Ben ise bilgisayar başında yazı yazıyordum. Annem yine telaşlandı. Tüm titizliği ile sürekli etrafı toparlıyordu ve evde kimselere söyleyemediklerini kolaylıkla bana söylüyordu. O sözlerin içerisinde tek aklımda kalan “Akşama misafir var, senin uğraştığın şeylere bak”. Ailemdeki diğer üyeler gibi kadın olarak yaptıklarım annem tarafından da değersiz görünüyordu. Bana atfedilen rollerin dışına ne zaman çıksam gerilimler oluşuyor, hiçbir şey yapmıyormuşum gibi hissettiriliyordu. Kısacası üniversite okuyup işe başlayan, farklı bir kentte ailesinden uzakta yalnız yaşayan, kendini özgür tanımlayan birçok kadın gibi tüm varoluş hikayemin tepetaklak olduğunu görüyordum. Geçenlerde sohbet ettiğim bir kadın arkadaşımla “aile” üzerine konuştuk. Arkadaşım şöyle dedi: “Ya yıllardır kendilerinden ayrı yaşayan kadın olarak var olacaktım yanlarında, görece özgürlüğünü elde eden ya da sevdikleri kız çocukları olacak, gerilimleri azaltacak ve kendimi koruyacaktım.” Bu sözler sadece birimize ait değil. Bedenlerini keşfeden, aşkı keşfeden, cinsiyet kimliğini özgürce ifade eden, tüm tutkuları yaşayan, özgürce dans eden, özsaygısını ve kendi hayatını kazanan kadınlar bir anda kayboldu; “Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor”du, ailesinin yanındaydı.
Aile üyelerimi yermek niyetiyle yazmıyorum bu satırları, sadece pandemi günlerini kadınların gözüyle yazarak kadınların gerçekliklerinden birine ayna tutmaya çalışıyorum. Bireysel deneyim olarak yaşamadığımı biliyor ve aileye dönüşün çelişkilerini açığa çıkarmaya çalışıyorum. Kendi özgürlük hikayelerimizin bir anda buharlaşmasını deneyimliyoruz. Tanıdığınız arkadaşınız, dostunuz, yoldaşınız, kız kardeşiniz şu an aile dediğimiz şeyin içerisinde debelenip duruyor. Fazla çaktırmadan, gülerek, akşamları kendi kendine boğuşarak, sabahları bu durumun içinden çıkacak çeşitli yöntemler geliştirmeye çalışarak, nasılsın sorusunu “iyidir” deyip geçiştirerek, şiddetten korunmak için pazarlık yaparak. Deneyimlerimi mücadelemizin cebine koyuyorum. Her gün pencere kenarından gökyüzüne bakarken kendime sürekli şu sözleri fısıldıyorum: “Aynı gökyüzü altındaki milyonlarca yıldızdan bir tanesisin.” Çünkü biliyorum ki aynı deneyimleri yaşayan milyonlarca kadınız. Yalnız değiliz sadece ufak bir hazırlık süreci geçiriyoruz.
Yorumlar