Anne Evdeyim, yazıyorum Yalnızım ve geri ver bana bedenimi. Susan Griffin Yanı başımda, kullanmayı planladığım alıntılar ve referanslarla dol
Anne
Evdeyim, yazıyorum
Yalnızım ve
geri ver bana bedenimi.
Susan Griffin
Yanı başımda, kullanmayı planladığım alıntılar ve referanslarla dolup taşan bir dosya duruyor; hepsi de konuyla ilgili ama yazmaya başlarken kesin hiçbiri işe yaramaz. İşte kitabımın özü bu ve ben de annesinin iki bacağı arasında dünyaya gelmiş, sonrasında farklı yollar deneyerek defalarca ona geri dönmeyi, ona yeniden sahip ve yeniden ait olmayı denemiş ama sonuçta kendisini, annelerin ve kızların aslında birbirlerini delicesine özlediklerini, yine de birbirlerinden kopup ayrıldıklarını ve birbirlerine bazı şeyleri mümkün ya da imkânsız kılabildiklerini kabullenme noktasında bulmuş bir kadın olarak yer alıyorum bu kitapta.
Bir kadının sıcaklık, beslenme, şefkat, güven, duygusallık ve karşılıklı paylaşıma dair ilk tecrübesi annesinden gelir. İşte bir kadın bedeninin bir başka kadınınkiyle bu ilk sarıp sarmalanışı er ya da geç reddedilip, yadsınabilir; ya da pekâlâ boğucu bir sahiplenme, inkâr, tuzak ya da bir tabu olarak değerlendirilebilir. Ne var ki, bu sarmalayış her şeyden önce bütün bir dünya demektir. Elbette, erkek çocuklar da şefkati, beslenmeyi ve paylaşımı ilk olarak bir kadın bedeninde bulurlar. Ama gelenekselleştirilmiş heteroseksüellik ve gelenekselleştirilmiş annelik modeli, bir kız çocuğundan – eğer “normal”, yani en yoğun fiziksel ve psikolojik enerjilerini erkeklere yönlendiren bir kadın olacaksa – bağımlılık, erotizm, paylaşım gibi hayatının ilk kadınında hissettiği duyguları bir erkeğe aktarmasını bekler.***
Kendiminkinden önce annemin regl kanamasını gördüm. Kadınların nasıl olduklarını, benim ileride nasıl olacağımı anlamak için baktığım ilk kadın bedeni yine onunki oldu. Çocukluğumun ilk yıllarında sıcak yaz günlerinde onunla birlikte banyo yapışımızı, serin sularda oyunlar oynayışımızı hatırlıyorum. Çocukken annemin çok ama çok güzel olduğunu düşünür, hafif gülümsemesi ve uçuşan saçlarıyla duvarda asılı olan Botticelli’nin Venüs’ünü, zihnimde onunla bağdaştırırdım. Ergenliğin ilk yıllarında hala fark ettirmeden annemin bedenine bakıyor, hayal meyal gözümde canlandırıyordum: benim de göğüslerim belirecek, dolgun bir kalçam olacak ve bacaklarımın arasında tüyler çıkacaktı – bunlarla birlikte o zamanlar kadın olmanın bana ifade ettiği daha pek çok şeyi tam bir duygu karmaşası içinde hayal ediyordum. Başka hayallerim de vardı elbette: mesela ben de evlenecektim ve çocuk sahibi olacaktım – ama annem gibi değil. Bütün bunları yapmanın bambaşka bir yolunu bulacaktım.
Babamın ince ve güçlü bedeni her ne kadar otoritesi ve hakimiyeti elektrik telleri gibi zihnimin her bir noktasına ulaşsa da, hayallerimde hiç yer almadı. Bazen gevşekçe bağladığı bornozunun ardında sallanan penisini fark ederdim. Ama annemle babamın birbirinden farklı olduklarını çoktan anlamıştım zaten. Evde babamın sesi, varlığı ve zevkleri hüküm sürerdi. Tam olarak ne zaman annemin kadınsı duygusallığı ve bedeni bendeki yerini babamın kendine güvenen ve akılcı mizacının çekiciliğine bıraktı bilmiyorum; belki de bu, kız kardeşim yeni doğduğu sıralarda babam bana okumayı öğretirken olmuştur.
Çocukken annemin ismi bana bir çeşit büyülü sözmüş gibi gelirdi: Helen. Bana göre hala en güzel isimlerden biridir. Genç yaşta Yunan mitolojisi okurken annemi bir şekilde Truvalı Helen’le bağdaştırmıştım; daha çok da babamın dilinden düşmeyen, Poe’nun şiirindeki Helen’le:
Senin güzelliğin, Helen,
Nikea gemileri gibi, benim için,
Mis kokan bir denizin üstünden, usulca
Alır götürür yorgun düşmüş bir gezgini
Kendi memleketinin kıyılarına…
İşte bu Helen, benim annemdi; benim memleketimim kıyıları. Sanırım bu şiiri dinlerken en başta kendi özlemlerimi, bir kız çocuğunun bir erkek şair tarafından anlatılan ve bir erkeğin, yani babamın sesiyle okunan özlemlerini dinledim.
Babam sık sık güzellikten ve mükemmelliğin gerekliliğinden bahsederdi. Kadın vücudunun saf olmadığını düşünür, onun doğal kokularından hiç hoşlanmazdı. Onun bedeni bu şekilde yok sayması, kadınların terlediği, boşaltım yaptığı, her ay kanamalarının olduğu ve hamile kaldığı bu düşkünler diyarından kendini uzak tutmasının bir yoluydu sanki. (Annem, hamileliğinin son aylarında babamın kendisine bakmaktan kaçındığını fark etmişti.) Bu belki sıkı bir Yahudi olduğundan ya da güneyliliğindendi; ona göre “saf” ve dolayısıyla da kansız beyaz kadınlar gardenya çiçeği gibiydi; ay ışığında beyazlaşır, dokunulduğunda kenarlarında lekeler beliriverirdi.
Ama annemin bedeninde bulduğum o ilk haz ve doygunluğun bende hiçbir zaman, hatta babamın kızı olarak kendini erkeklerin gözlerinden gören kadınlara özgü o anlaşılması güç kendi bedeninden nefret etme halini yaşadığım yıllarda bile silinmeyecek bir iz bıraktığına inanıyorum. Mastürbasyonun adının ağza bile alınmadığı bir dönemde, ben bedenimden aldığım hazlara hep güvendim. Annemin haberi olsaydı, eminim ki böyle zevklere karşı çıkardı. Ama ne olursa olsun, kendi bedenimi sevmeye onunkini severek başladığımı ve bunun anneden kıza geçen derin bir miras olduğunu hissetmekten kendimi alamıyorum. Bedenim olmadan, yalnızca aklımla var olmadığımı başından beri biliyordum. Aklım ve bedenim, annem ve babamın arasında kalmışçasına bölünmüştü belki; ama ikisine de sahiptim sonuçta.
Anneler ve kızlar birbirleriyle hep bir paylaşım içindedirler. Bir kadın olarak yaşama becerisinin sözlerle aktarımının ötesinde, biri diğerinin içinde dokuz ay geçirmiş iki benzer bedenin arasında akan bir bilginin paylaşımıdır bu daha çok. Doğum yapmak, bir kızda annesinin derin yankılarını uyandırır; dahası, kadınlar hamilelik ve doğum esnasında sık sık anneleriyle ilgili rüyalar görürler. Alice Rossi bir kadının bebeğini ilk emzirişinde kendi annesinin sütünün o tanıdık kokusunu aldığını ileri sürmüştür. Regl dönemlerinde ise bazı kızlar her ne kadar karmaşık ve sancılı ilişkiler içinde olsalar da anneleriyle aralarında kadınsal bir bağ olduğunu hissederler.
* ADRIENNE CECILE RICH (1929 – )
Adrienne Rich 16 Mayıs 1929’da Amerika’nın Maryland eyaletinde, doktor bir baba ile piyanist bir annenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Babasının kitaplığından, Matthew Arnold, William Blake, Thomas Carlyle, John Keats gibi yazarları okurken başlayan, edebiyata ve özellikle de şiire olan ilgisi; babasının Rich’i yazmaya teşvik etmesiyle daha da artmıştır. 1951’de Radcliffe Üniversitesi’nden mezun olduğunda ilk şiiri kitabı (A Change of World) yayınlanmış olan Rich, kariyeri boyunca elde ettiği sayısız ödüllerin ilkini, Yale Genç Şairler Ödülü’nü bu kitapla almıştır. 1953’te Harvardlı bir iktisatçı Alfred Conrad’la evlendikten iki yıl sonra ikinci şiir kitabı The Diamond Cutters’ı yayımlanmıştır. Şair, Özellikle de üç erkek çocuk sahibi olduğu yıllara denk gelen bir dönemde, şiirlerinde kadınların toplumdaki yeri, ırkçılık ve Vietnam savaşı gibi tartışmalı konuları işlemeye yönelmiştir. Yalnızca şiirde değil, düz yazıda da pek çok ürünler vermiştir. Yukarıdaki bölümün yer aldığı Kadından Doğma: Bir Deneyim ve Kurum Olarak Annelik (Of Woman Born: Motherhood as Experience and Institution)bu ürünlere örnektir.
Commonwealth Writers, Bollingen, Lenore Marshall, Ruth Lily Poetry ve daha nice ödüllere sahip olan Rich, 1997 yılında Amerikan hükümeti tarafından kendisine verilmek istenen National Medal of Arts ödülünü almayı reddeden Rich’in bazı eserleri şunlardır:
Şiir:
A Change of World (1951), The Diamond Cutters, and Other Poems (1955), Snapshots of a Daughter-in-Law (1963), Necessities of Life (1966), Selected Poems (1967), Leaflets (1969), The Will to Change (1971), Twenty-One Love Poems (1976), The Scool Among The Ruins: Poems (2000-2004), Telephone Ringing in the Labyrinth: Poems (2004-06, 2007)
Düzyazı:
Of Woman Born: Motherhood as Experience and Institution (1976), On Lies, Secrets, and Silence: Selected Prose (1966-1978, 79), Arts of the Possible: Essays and Conversations (2001), Poetry and Commitment: An Essay (2007).
***Tekrar yapıyor gibi görünmemek için, burada şunu belirtmek istiyorum: heteroseksüellik anlayışı, sosyal ödülü, cezası; “anormallik ” e karşı oynadığı rol ve yaptırımlarıyla birlikte özgüce tercih edilmiş ve yaşanmış bir insanî deneyiminden farklıdır.
1986: bknz, Blood, Bread, and Poetry: Selected Prose 1979-1985 adlı kitapta ( New York: Norton, 1986) yer alan denemem, “Compulsory Heterosexuality and Lesbian Existence” (“Zorunlu Heteroseksüellik ve Lezbiyen Varoluş”).
Çeviren : Saliha Arseven** (2009)
Bu çeviri Bilkent Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencilerinden oluşan Bilkent-ELIT-Çeviri Grubu atölye çalışmalarından birinin ürünüdür. Metin, Adrienne Rich’in “Of Woman Born: Bir Deneyim ve Kurum Olarak Annelik” (New York : W. W. Norton, c1995) adlı kitabından alınmıştır.
Yorumlar