Agnès Varda’nın Kız Kardeşlik Üzerine Yazdığı Şiir Gibi Film – Fidan Gözaçan

Agnès Varda'nın kadınların özgürleşmesinden yana olan manifestosu olan bu film, her şeyden önce 70'lerin protesto atmosferinin bir ifadesi. Hap, kürtaj, evlilik, ev işlerinin paylaşılması… Yani tüm konular, her şey konuşuluyor film boyunca.  Filmin gerçek konuk yıldızı Gisèle Halimi, 1972  davasının sahnelerinden birini iyi bir amaç için yeniden canlandırıyor. Üstelik bu, biraz politik…  Agnès Varda'nın rasyonel olanı değil duyguyu teşvik eden tek pasajı halinde izleme şansı yakalıyoruz. Sonuç, 70'lerde daha fazla özgürlüğe talip olan iki kadının kaderlerinin kesiştiği oldukça hoş bir çalışma olarak ortaya çıkmış oluyor.

Agnès Varda’nın Kız Kardeşlik Üzerine Yazdığı Şiir Gibi Film – Fidan Gözaçan

Agnès Varda hakkında yazabilmek hiç kolay değil, çünkü ne yazsam az kalacak, ifadesinde eksiklikler olacak ve tatmin etmeyecek diye endişe duyuyorum. Tarihte hep Fransız Yeni Dalgası’nın kadın yüzü olarak görülecek olsa da, bunun yanı sıra Varda enfes ölçüde büyük bir sanatçıydı ve yetenekleri gösterişsiz ama çok çekici bir mizaca sahipti. Feminist düşüncenin sinemadaki temsilcilerinden Agnès Varda, çektiği onlarca değerli film ve belgesel ile sinema tarihinde ve sinema severlerin yüreklerinde ölümsüz bir yer edindi Bugün ise, Varda’nın bir filmi üzerinden konuşalım istiyorum: “L’une chante, l’autre pas (Biri Şarkı Söylüyor, Diğeri Söylemiyor)”

Varda’nın yönetmeni olduğu ve senaryosunu yazdığı 1977 yapımı film, Fransa’da 70’lere damgasını vuran kadın hareketine odaklanıyor. Kadın hareketinin merkezindeki iki kadının hayatının anlatıldığı filmde dış dünyadaki pek çok meseleyi de görme şansı elde ediyoruz. Film, özgürlüğü önemseyen bir film ve didaktikliğe hiç düşmeden birçok temel soruyu içeriyor: Bireysel özgürlük, doğum kontrolü, kürtaj…  Derin, yoğun fakat asla sıkıcı olmayan diyaloglar ve iki başrol oyuncusunun muhteşem oyunculukları ise izleyicilere zevk seyrini sağlıyor.

 

İki Kadının Yolunun Kesişmesi Tesadüf müdür? Haydi, Birbirimize Sarılalım!

Paris, 1962… O zamanlara ışınlanıyoruz adeta… Pauline lise kulübünde şarkı söyleyen, okula devam etmek istemeyen, 17 yaşında asi bir kız.  22 yaşındaki Suzanne ise babasının intiharını atlatmaya çalışan ve çocuklara göz kulak olan bir kız. Hayat onları 60’ların patlamasına benzer bir kadın mücadelesine itiyor ve bu noktadan itibaren hayatları asla aynı olmuyor, değişiyor, dönüşüyor, katmanlaşıyor.

1962’de Pauline henüz on yedi yaşında bir genç kadın ve ailesinin onu eğittiği küçük burjuva ahlakına dayanamıyor. Şans eseri, kendisinden beş yaş büyük eski komşusu Suzanne ile bir yola çıkmış oluyor.  Suzanne, fotoğrafçı Jérôme ile ilişki içinde, zaten iki çocuğu var ve kendisinden üçüncü bir çocuk daha beklemekte. Bu noktada bu kadın karakterin kendine sorduğu soruları da hissetmiş oluyoruz.

Pauline, Suzanne’nin kürtaj olmasına yardım ederken, iki kadın arasında zamana meydan okuyacak bir dostluk kurulacak ve dayanışmanın gücü biz izleyicilerin iliklerine kadar işleyecektir.

Filmin ilk sahnesinde dışa dönük bir genç olan Pauline, çoğu çıplak olan depresif görünümlü kadınların fotoğraflarıyla kaplı bir galeri duvarını düşünüyor ve ardından erkek fotoğrafçıyı cesurca sorguluyor. Kısa bir süre sonra (ya da belki de bundan dolayı) meydana gelen bir trajediye rağmen, Bayan Varda’nın kadınlık portresi tüm galeriyi düzeltir gibi görünüyor. Pauline fotoğrafçıdan etkilenmez belki fakat iki çocuk annesi ve üçüncüsüne hamile olan nikahsız bir birlikteliğe sahip olan ile hemen bir ilişki kurduğunu görürüz fotoğrafların. Pauline, Suzanne’in kürtaj masraflarını ödemesi için ailesini kandırır ve bunun sonucunda çeşitli toplumsal baskıların yansıması neticesinde evden ayrılmak zorunda kalır. 

Kadınlar kendi yollarına giderler ancak 10 yıl sonra, 1972’de Paris’teki bir kürtaj hakları gösterisinde tekrar buluşurlar. Bu miting, tarih skalasında ciddi öneme sahip bir mitingdir. Bir annenin tecavüz kurbanı genç kızı için yasa dışı kürtaj yaptırdıktan sonra suçlamalarla karşı karşıya kaldığı, Fransa’daki kadın hareketi için çok önemli bir an olan Bobigny davasıyla bağlantılı başlayan, pek çok konuyu da göz önüne çıkaran önemli durumlar bütünüdür. Pauline adını değiştirir filmde, bunu da fark ederiz. Kendi kimliğini kendisi yaratır. Feminist sokak tiyatrosunda yer alan güçlü sesli bir şarkıcı olur. 

 

Gisèle Halimi ve Bobigny Davası, 1972

 

Suzanne, bir kadın sağlığı kliniği işletir sonrasında. Filmde bir çok geri dönüş sahneleri ile iki kadının şu anki hallerine nasıl geldiklerini, dayanışmanın önemini ve ses çıkarmanın, hayatla savaşmanın, kadınlığın, kız kardeşlik gücünün önemini bir kez daha anlamış oluruz.

Peki, film için kısa bir özet olsa ne olurdu peki, bence şöyle olurdu: ‘’İki kadının yaklaşık on beş yıllık sarsılmaz dostluğunun hikayesini anlatan bir film. Gülüyoruz, ağlıyoruz, şarkı söylüyoruz, mücadele ediyoruz.” Agnès Varda’nın kadınların özgürleşmesinden yana olan manifestosu olan bu film, her şeyden önce 70’lerin protesto atmosferinin bir ifadesi. Hap, kürtaj, evlilik, ev işlerinin paylaşılması… Yani tüm konular, her şey konuşuluyor film boyunca.  Filmin gerçek konuk yıldızı Gisèle Halimi, 1972 davasının sahnelerinden birini iyi bir amaç için yeniden canlandırıyor. Üstelik bu, biraz politik… Agnès Varda’nın rasyonel olanı değil duyguyu teşvik eden tek pasajı halinde izleme şansı yakalıyoruz. Sonuç, 70’lerde daha fazla özgürlüğe talip olan iki kadının kaderlerinin kesiştiği oldukça hoş bir çalışma olarak ortaya çıkmış oluyor.

Kadınların Özgürlüğü İçin Her Zaman Devrim 

Kadınların hayatın her alanında özgür olması, bedensel ve cinsel özgürlüklerini de ellerine alması için savaşmak gerekirse, her yıl yeniden her an savaşmak gerekirse de pek ala savaşırız. Filmi izleyen her kadının zihninden bu cümleleri geçireceğine eminim.

 

 

 

Yorumlar