Hatay’ın Antakya ilçesine bağlı Dikmece Köyü’nde tarım arazilerine ve zeytinliklere el konulup TOKİ yapılmasına karşı yaklaşık 8 aydır bir direniş sürüyor. Depremin yarattığı yıkımın ardından henüz hiçbir iyileştirme yapılmamışken telefonlarına gelen mesajlarla zeytinliklerine el konulduğunu öğrenen Dikmece halkı organize olup toprağı ve zeytinleri savunmaya başladı. Her direnişte olduğu gibi Dikmece’de de en önde kadınları gördük. Bu direnişi, depremin üzerine yaşadıkları talanı, zorlukları, kadınların hayatlarına nasıl devam etmek zorunda kaldığını Dikmeceli kadınlarla güneşli bir günde, bir bahçede oturup konuştuk. Antakya’da deprem sonrası yaşananları bir de Dikmeceli kadınlardan dinlemeli. Burada Meryem, Selver, Serap, Selda ve Çiğdem bize neler yaşadıklarını anlatacak. Candan ev sahipliklerine, süvaride gelen kahvelere, güzel sohbete ve gülüşlere, bahçede dolanıp yediğimiz otlara şükranla… İyi okumalar.
Depremi çok ağır yaşamış Hatay’da, Dikmece köyünde bakanlık kararıyla tarım alanlarına ve zeytinliklere el konulması ve buna karşı başlayan direniş epey gündem oldu. Bu süreci ve şu an gelinen noktayı bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Meryem – Dikmece’de şu anda kamu yararı adı altında kamulaştırma var ama eğer Meryem’e sorarsanız bence şu an Dikmece’de talan var. Bir doğa katliamı var, bir ağaç katliamı var. İlerde de sanırım evlerimize girip, evlerimizi de gasp edecekler. Öyle görünüyor çıkarılan yasalara bakarsak. Hukuksuz bir şekilde, bizi görmezden gelerek köyümüze girdiler. TOKİ yapacaklarmış depremzedeler için. Bizler de depremzedeyiz. Tarlalarımıza girdiler, zeytinliklerimize girecekler. Aslında ilk hedefleri zeytinliklerimizi almaktı, biz bir direnişe başladık hep beraber köylü olarak, bu nedenle henüz zeytinliklere giremediler ama boş arazilerimize, tarlalarımıza girdiler. Bu arazileri tapuda üzerimizden düşürdüler. Adımıza bankaya para yatırdılar. Bize hiç sormadan oldu bunlar. Bunu ilk haberlerde gördük. Yeni Antakya Dikmece’ye kurulacak diye. Dağın eteklerindeki hazine arazilerine kurulacağı söyleniyordu. Hatta ilk sevindik bizim köyümüze de hizmet gelecek diye. Çünkü bizim köyümüze hiç hizmet gelmez. Yollarımız kötüdür, doğru düzgün içme suyumuz yoktu. Sevindik; şehir bize yaklaşacak çocuklarımız kurslara gidebilecek, biz belki istihdam edileceğiz. Ama bir baktık TOKİ’ler dağın eteklerinde ve hazine arazilerine yapılmıyor. Bizim alın terimizle almış olduğumuz, babalarımızın yıllarca Arabistan’da çalışarak ya da bizlerin burada çiftçilik yaparak kazandığı arazilere çöktüler, el koydular.
Sertap – Dikmece’de konut yapılacak haberini aldığımızda henüz cenazeler enkaz altındaydı. Bu bizi zaten şaşırtmıştı. Biz çocuklarımızın psikolojisi düzelsin diye kısa süreliğine Mersin’e gitmiştik. Çok da anlam veremedik.
Meryem – Özetle Dikmece’de Nisan ayından beri talan var ve büyük bir direniş var. Sonuçta bizler deprem yaşadık. Ama devlet gelmedi. Devleti TOKİ’yle beraber gördük. Ben de Mersin’deydim haberi televizyonda gördüğümde. Sonra buraya döndüğümüzde durumun vahametini anladık. Köyde örgütlenme başlamıştı. Selver’le Mor Dayanışma’nın yaptığı bir ev toplantısında tanıştık. O günden bugüne ben de direnişe girmiş oldum.
Peki Dikmece’de örgütlenme nasıl başladı?
Selver – Nisan’ın ortasında bu talana karşı ilk çalışmalarımız başladı. 22 Mayıs’ta ilk yürüyüş oldu ama onun öncesinde iki tane hukuk toplantısı yapıldı. Temmuz ayında Akbelen’de köylülere yapılan saldırıdan birkaç gün sonra burada da köylülere ciddi bir saldırı oldu. İnsanları yerlerde sürüklediler. Bu saldırının ardından direniş çadırı kuruldu. Barolar Birliği ve Hatay Barosu sürecin en başından beri yanımızdaydı ama hukuki süreci biraz daha geç başlattık.
Meryem – Jandarma saldırısı öncesi insanlar bu karara itiraz edebileceklerini düşünmüyorlardı. “Cumhurbaşkanlığı’ndan geldi itiraz edemeyiz” algısı oluşturuldu. İnsanlar devletten korkuyor. Ben korkmuyorum! Herkes içerde, gazeteciler içerde, sanatçılar içerde bizi de alırlar algısı vardı. Biz dava açamayalım diye tebligat da gelmedi. Sadece mülkümüzün tapu kaydımızdan düştüğüne dair bir SMS geldi. Ama jandarma saldırısından sonra durum değişti.
Selver – Temmuz’daki jandarma saldırısından sonra toplu dava açıldı. Avukatlarımız zemin etüdü olmamasını, Arap Alevi halkının asimilasyonunu ve zeytinliklerin talan edilmesini temel alan bir itiraz dilekçesi hazırladı. Açtığımız davada iki kere yürütmeyi durdurma kararı aldık. Ancak hukuksuzluk hukuk olduğu için artık her seferinde başka bir şekilde bu kararları bozuyorlar. Bu nedenle de davanın yanında direniş devam ediyor. Halk ortak karar alarak ilerliyor. Köyün kendi meclisi var. Burada her şey konuşulup planlanıyor. Dışardan da destek var ama sorumluluk ve iş bölümü köylülerde. Şu an birkaç tarım arazisinde TOKİ temelleri atılıyor. Ancak zeyinliklerde bir çalışma yok. Sacece birkaç arazisini satan ailenin zeytinliklerini canlı canlı gömdüler. Gelişmeleri sosyal medyadan anbean paylaşıyoruz. Bir yanda sokak, bir yanda sosyal medya, bir yanda hukuk ayağıyla direniş devam ediyor.
Burası Antakya merkezden uzak. Tarım önemli bir geçim kaynağı. Burada deprem kadınları nasıl etkiledi? TOKİ yağmasının etkisi nasıl yaşandı?
Selda – Deprem bizi psikolojik olarak da çok kötü etkiledi. Mesela benim hayvanlarım vardı. Onları çok seviyordum. Burada aç kalacaklar susuz kalacaklar diye onları göndermek zorunda kaldım. Burası çocuklar için zor olduğundan Mersin’e gitmek zorunda kaldık. Ama kısa sürede dayanamadık döndük. Döndüğümüzde hiçbir sorun çözülmemişti; elektrik yoktu, su yoktu, ısınamıyorduk, ihtiyaçlarımızı karşılayamıyorduk. Çadır gelmedi buraya. Yardımlar buraya çok geç ulaştı. Biz daha çadır bulamazken TOKİ konutları için ölçümleri yapmaya başlamışlardı. Mersin’den sera getirdik. 15 kişi seranın içinde kaldık. Baktık olacak gibi değil yavaş yavaş eve girmeye başladık. Korkudan tek odada yaşadık. Biz bunları atlatamadan TOKİ geldi. Bu bizi daha çok üzdü. Burada insanlar tarımla uğraşıyor, biz geçimimizi tarımdan sağlıyoruz. Bizim Arap Aleviliğinde bayramlarımız vardır. Gelen mevsimle, alınan ekinle o bayramlar yapılır. Şu an bu el koyma devam ederse biz bu bayramları da yapamayız.
Meryem – Depremde elektrik yok, su yok, telefon yok, tuvalet yok, barınacak yer yok. Birkaç aile bir araya gelip bir çadırın içine sığındı. Biz kadınlar özel ihtiyaçlarımızı asla karşılayamadık. Genç kadınlar için çok zordu. O kalabalıkta uyumaya bile çekiniyorlardı. Ara ara telefonlar çekmeye başlayınca yıkımın ne kadar büyük olduğunu anladık. Hijyen problemleri çok yaşadık. Biz kendi imkanlarımızla bir çukur kazdık, bir tuvalet yaptık, su ısıtmaya başladık. Sineklenmeye başlamıştı her yer ve hepimiz uyuz olduk. Buraya devlet gelmedi. Bir kere bir helikopterle 4-5 tane çadır attılar ve çocuklar için abur cubur attılar. Biz zaten Arap Alevi halkı olarak her zaman görmezden gelindik. Depremde bunu iliklerimize kadar hissettik. Biz kadınlar depremden önce de evimize zaten zor yetişiyorduk. Hayvancılık yapıyorduk, tarlada çalışıyorduk. Bütün bu işler çadırda devam etti. Temiz su bulmak zorundasın, ateş yakmak zorundasın, çocuğunu hastalıktan korumak zorundasın. Önce herkesin karnı doyacak en son sana sıra gelecek. Kadınlar hep en son plandaydı. İlk günler mesela herkes biraz uyusun diye kadınlar sandalyede, ayakta kalıyordu. Kimse bize gelip iyi misiniz demedi. Ama gelip helikopterden bize abur cubur attılar.
Çiğdem – Benim kızım var 17 yaşında. Regl dönemindeydi. İkinci gün kızımı Mersin’e göndermek zorunda kaldım. İyi ki orda kız kardeşim vardı. Geleceğiz dedi. Onlardan ilk başta ekmek istedik, temiz su istedik, benzin istedik ama ped aklımıza gelmedi. Pedimiz bitti peçeteyle idare etmeye çalıştık. Ama olmadı. Hıçkıra hıçkıra kızımla ayrılmak zorunda kaldım.
Meryem – Üstüne TOKİ geldi. Benim çok sevdiğim bir zeytinlik var. Şu karşıda. Bizim bütün çocukluğumuz bu zeytinlikte geçti. Buranın istimlak edildiğini duyunca perişan oldum. Dedim zaten bizim hiçbir şeyimiz kalmadı. Evimiz gitti, şehrimiz gitti. Şimdi de kalan çocukluk hatıralarımıza geldi sıra. Başka yerde yapacaklarını söylediler bizim yaşam alanlarımızın ortasına girdiler. Ama bir yandan da bu bizim içimizde olan direnişçi ruhu güçlendirdi. Bu zeytinlik benim için o kadar değerli ki, anılarım, annem, babam arkadaşlarım, dedem… onu bırakamam. Savunmak zorundayım.
Selda – Ayrıca zeytinler bizim geçim kaynağımız. Bizim yaşam güvencemiz. Bunu elimizden alamazlar.
Meryem – Şu an mahallede hafriyat kamyonları çalışıyor, hasarlı evler var. Bu çalışmalar etkiliyor. Duvar devrilmesi sonucu vefat eden bir ablamız oldu. İnşaat işinde çalışanların kaba davranışlarına maruz kalıyoruz. TOKİ buraya geldikten sonra kendimizi güvende hissetmiyoruz, çocuklarımızı dışarıya bırakamıyoruz. Kamyon terörü var. Bu da bir şiddet! Köyde yabancı ve plakasız araçlar var. Burada kadınlar çok rahat araba kullanıyordu ama bu kamyonlardan sonra artık kullanmıyoruz. Çünkü kamyonlar sıkıştırıyor.
Çiğdem – Örneğin benim kızım aşağıda bir okulda okuyor. Dolmuş sorunu var. Kızıma “el salla bir arabayı durdur gel” diyordum. Çünkü herkes tanıdık. Ama şu anda bunu yapamıyor. Çünkü her yer tanımadığımız şirket arabalarıyla dolu. Güvenemiyoruz. Ulaşım ciddi bir sıkıntı.
Demek ki devletin yaptığı bu el koymanın tek sonucu tarım alanlarının ve zeytinliklerin gasp edilmesi değil. Burada yaşam özellikle de kadınların yaşamı giderek zorlaşıyor. Öte yandan da bir aradasınız ve birlikte bu sorunların üzerine gidiyorsunuz. Sizlerin bu röportajı okuyacaklara mesajınız ne olurdu?
Selver – Dikmece’de direnen kadınlar sadece burada değil, Antakya’da deprem sonrası yapılan her eylem ve etkinliğe yetişmeye çalışıyor. 25 Kasım’da da vardık. Her yerde olmaya devam edeceğiz.
Meryem – Biz destek bekliyoruz. Bütün kadınlardan destek bekliyoruz. Biz bu direnişle şunu öğrendik; kadınsız direniş olmaz ve kadınlar direnişin her zaman en önünde. Biz hareket ettiğimizde diğer insanlara da cesaret geliyor. Bunu kimse unutmasın.
Çiğdem – Bizi görsünler. Biz buradayız, hiçbir yere gitmiyoruz.