"Sorunla birlikte kalmak", patriyarkal kapitalizmi ve yirmi birinci yüzyıl faşizmini aşan bir geleceği üreten siyasal öznelere dönüşmemizin aracısı olacak feminist savunma ağ-örgütünü güçlendirmek için çağın en karmaşık yerinde yeniden kolları sıvamaktır. Biz her neredeysek Kadın Savunma Ağı orada demeye, bulunduğumuz her yerde kadınların savunma ağlarını örmeye devam edeceğiz. "Sorunla birlikte kalmak", feminist örgütlenmenin henüz mevcut olmayan bir geleceği bugünden zorla koparıp alması; geleceği bugünün statükosunun sınırlarını ihlal ederek kurmasıdır. Bu yüzden: kadın kadını feminizm ile savunur, kadınlar savunmaya!
“Çağın en karmaşık yerinde durduk
biri bizi yazsın, kendimiz değilse
kim yazacak” (Gülten Akın)
Kadın Savunma Ağı, yaklaşık beş yıl önce feminist politikalar üretmeyi amaçlayan bağımsız bir kadın örgütü olarak kuruldu. Bu yazı, “resmi kuruluş tarihimiz” olarak gördüğümüz 2017’den bu yana geçen sürecin sonunda, bağımsız feminist bir kadın örgütü olarak geldiğimiz noktaya dair yapmamız gereken bir değerlendirmeyi şimdilik kısaca paylaşma amacı taşıyor.
Kadın Savunma Ağı, yakın tarihimizin en sarsıcı kitlesel direnişi olan Gezi Direnişinin köklü etkilerinin henüz devam ettiği; AKP iktidarının kurucu bir stratejisi olarak kadın düşmanlığına ve bu stratejinin uzantısı olarak tırmandırılan erkek şiddetine karşı mücadelenin, kadın hareketinin ve feminist hareketin hem sokak direnişindeki görünürlüğünü hem de toplumsal-siyasal muhalefet üzerindeki etkisini alabildiğine artırdığı bir dönemde kuruldu. Kadın Savunma Ağı’nın kurucu çekirdeğini oluşturan devrimci feminist kadın çevresi, durmak bilmeyen bir sel gibi akan bu kadın isyanı içinde, ilhamını direnişten alan bağımsız feminist bir savunma ağı örme inisiyatifini geliştirebildi. Kadın düşmanlığının binbir yüzüne karşı hayatın her alanında ördüğümüz karşılıklı savunma ilişkilerimizin kurucu zeminini oluşturduğu feminist bir ağ-örgüt inşa etme fikri, yaşadığımız kadın isyanının, o güne kadar emek verdiğimiz kadın örgütlenmelerinin (ve sosyalist yapıların) tarihsel biçimine, ilişkilerine ve siyasal ufkuna sığdırılamayacağı bilinciyle de şekillendi. Bizler yaşadığımız kadın isyanı içinde şekillenen ortak kadın hareketi zeminlerine feminist yoldaşlık ilkesiyle omuz verirken, bir yandan da kadın hareketinin- feminist hareketin genel ortalamasını aşmayı zorlayarak, feminist mücadeleyi genel toplumsal-siyasal mücadeleyle yeni biçimlerde kaynaştırmayı amaçlayan özerk bir feminist çizgi inşa etmeyi de hedefledik.
Kadın Savunma Ağı’nın beş yıllık tarihi, yükselen ve sonra görünüşte geri çekilen kadın isyanları; AKP diktatörlüğünün hem genel direnişi hem de kadın isyanını geri püskürtmeyi amaçlayan faşist saldırıları; OHAL uygulamaları, pandemi, kapatma ve 6 Şubat depremi gibi sarsıcı olaylarla şekillenen “çağın en karmaşık” yerinde yaşandı. Feminist-kadın hareketinin de parçası olduğu toplumsal muhalefetin ve sol siyasal muhalefetin aynı dönemde derinleşen krizleri ise kuşkusuz çağın karmaşıklığını daha da artırdı. Bu değerlendirme yazısı da kendi sınırları içinde, böyle bir çağ karmaşasının içinde yazılıyor.[1]
Ama neden tam şimdi ve şu anda? Kuşkusuz diktatörlüğe karşı siyasal-toplumsal muhalefetin geri çekilişi ve buna eşlik eden genel sağcılaşmanın, diktatörlüğe karşı sokak direnişini son dönemde neredeyse tek başına omuzlamak zorunda kalan kadın hareketi üzerindeki köklü etkileri kapsamlı bir değerlendirmenin konusu. Ancak feminizme ve siyasete yönelme eğiliminin, feminizmden ve siyasetten kaçış (veya kimi anlarda anti-feminizm) eğilimleriyle zayıflamaya başladığı; dar ekonomist yaklaşımların kadın hareketi üzerinde de etkisinin hissedildiği bir anda bulunduğumuz açık. Bu ortamda gerek kadın mücadelesinin feminist içeriğinin ne olduğu, gerekse bu mücadelenin toplumsal-siyasal mücadelelerle hangi biçimlerde kaynaştırılabileceği soruları, ancak demokratik bir feminist kamusallık içinde yeşeren feminist diyalog yöntemiyle ele alınabilirdi. Bu süreçte bu yöntemin işlememesinin bizim açımızdan ortaya çıkardığı tıkanıklıkların bir sonucunu feminist mücadeleye karşı sorumluluk duygumuzla paylaşmak istiyoruz.
Geçtiğimiz bir yıldır yaşadığımız tıkanıkların ardından vardığımız ortak sonuçlardan birisi, bütün kadınlara “başka bir örgütlenmenin parçası olsun veya olmasın, bu örgütlenmelerin özerk yapısını bozmadan Kadın Savunmasının asgari ilkelerini benimseyerek katılma” çağrısı yaptığımız feminist-ağ örgütlenmemizi, farklı kadın örgütleri ve öbeklerine genişletemediğimiz ve dolayısıyla “örgütlerin ağı” şeklinde bir yapıyı oluşturamadığımız oldu. Aynı sürece paralel biçimde, Kadın Savunma Ağı’nın kurucu inisiyatiflerinden biri olan Halkevci Kadınlar, kendi içlerinde yaptıkları tartışmaların ardından örgütsel bir yapı olarak aldıkları (ancak tek tek Halkevleri üyesi kadınları bağlayıcı nitelikte olmayan) bir kararla Kadın Savunması’ndan ayrıldıklarını bildirdiler.[2]
Ancak bu sonuç bizim açımızdan ne karşılıklı savunma ilişkilerimizin kurucu zeminini oluşturduğu feminist bir ağ-örgüt inşa etme fikrini, ne de bu ağı başka örgütlülüklerde de yer alan-almayan kadınlarla birlikte, kendi ilk kurucu inisiyatiflerini aşan biçimde yaygınlaştırma fikrini terk etmek anlamına geliyor. Kadın Savunması, kadınlar savunmaya denince öz-örgütünden söz edildiğini bilen; kampta, atölyede, deprem bölgesinde, şiir-şarap sohbetinde ve sokak direnişinde bu örgütün kanlı canlı bir parçası olan; kendisi neredeyse onu orada var etmeye çalışan tüm kadınlarla birlikte yaşayan, genişleyen ve mücadele eden bağımsız feminist bir ağ olmaya devam edecek. Feminist-ağ örgüt ilişkilerimizde beş yılın sonunda karşılaştığımız bu sonucun örgütsel işleyişimizi, Kadın Savunma Ağı’nın -kurucu inisiyatiflerini aşarak oluşan- öznesinin yapısına uygun biçimde düzenlemekteki eksikliklerimizden kaynaklandığını biliyoruz. Bu eksikliğin ancak bugüne kadar ürettiğimiz kendine özgü, bağımsız, tutarlı politik feminist çizginin geriletilmesiyle değil, ilerletilmesiyle aşılabileceğini düşünüyoruz.
Ayrılan arkadaşlarımızla farklarımızın ise üç ana alanda yoğunlaştığını çıkarsıyoruz. “Çıkarsıyoruz”, çünkü önceki dipnotta da belirttiğimiz gibi, ayrılma kararı ile sonuçlandırılan farklılıkların ne olduğunu karşılıklı belirginleştiren, bunların ne biçimde aşılabileceğine veya sahiden uzlaşmaz olup olmadığına dair açık ve ortak bir Kadın Savunma Ağı tartışması yapamadık. Dolayısıyla, akutlaşan krizin odağında 14-28 Mayıs seçimlerine dair tutum farkı bulunmakla birlikte, anladığımız kadarıyla ayrılık kararı beden-emek-cinsellik; feminist hareket-siyaset ilişkisi ile feminist örgüt gibi konularda, bundan sonra derinleştirilmek istenen alanlara uzanıyor. Kadın Savunması içinde mücadeleye devam eden bizler ise, bu temel konulardaki mevcut yaklaşımlarımızın bugüne kadar Kadın Savunması içinde elbirliğiyle yaptığımız sistemli tartışmaların tutarlı devamı olduğunu düşünüyoruz.
Patriyarkal kapitalizme karşı mücadele ve feminist özne:
Tarih boyunca birbiriyle eş ve tek bir sistem olarak var olmamasına rağmen geldiğimiz noktada artık geçirimli ve ayrılamaz iki sistem olarak patriyarka ve kapitalizme (patriyarkal kapitalizme) karşı mücadele, Kadın Savunması’nın temel hareket noktasını oluşturuyor. Günümüzün çoklu krizler dünyasında patriyarkal ilişkiler kapitalizmle çeşitli gerilimler içinde uyumlanarak iç içe geçen bir nitelik taşıyor. Kapitalizm, patriyarkanın tarihsel kamusal ve özel alan ikilemine kendine has formlar kazandırdığı neoliberal cinsiyetçi iş bölümü ve neoliberal aile modeliyle hem kadınların ezilmişliğini hem de genel sömürü ilişkilerini yeniden şekillendiriyor. Krizi derinleşen aile, bir emek-cinsellik kaynağı olarak bedenlerin denetim altında tutulması ve bu bedenlerin sahiplerinin kaçınılmaz isyanının bastırılmasında erkek şiddetinin özel bir örgütlenme alanı olarak öne çıkıyor.
Kadın bedeninin, birbirinden metafizik biçimlerde ayrıştırılmış emek veya cinsellik kaynakları gibi bölünerek ele alınmasının zorlaştığı; aile içi şiddetin, “ailenin şiddetine” dönüştüğü bu koşullarda, ailenin salt karşılıksız veya düşük ücretli kadın emeği sömürüsü alanı; bedenin salt doğurganlık-cinsellik denetimi alanı olarak feminist siyasetin birbirinden ayrıksı mücadele alanları şeklinde ele alınması yetersiz kalıyor. Bizce yirmi birinci yüzyıl faşist iktidarlarının kapitalizmin çoklu krizlerinin yönetiminde kadın düşmanlığını ve faşizan aile modellerini kendi yönetim rejimlerinin kurucu zeminleri haline getirdikleri tarihsel bağlamın köşe taşlarından biri bu.
Yirmi birinci yüzyıla özgü faşist iktidarlar olarak örgütlenen patriyarkal kapitalist iktidar, emek rejimleriyle toplumsal cinsiyet rejimlerinin yeniden üretimini iç içe geçirerek yönetmesini sağlayan faşist aile politikalarını politik ilişkiler rejiminin, (yani politik iktidarın özel bir biçimi olarak diktatörlüğün) ana öğelerinden birisi haline geliyor. Faşist aile politikaları, kadınların üretim ve yeniden üretim içinde yer alma biçiminin ve bu anlamda yaşamın üretimi ve yeniden üretiminin faşizan biçimlerde düzenlenmesinin adı.
Aslında kadınlık ve erkeklik normlarının ve toplumsal yapının kendisinin de faşizan biçimlerde yeniden düzenlenmesi anlamına gelen bu koşullarda, “kadın” kimdir? Kadın derken biyolojik bir özden veya homojen bir varlıktan değil, hem çok-katmanlı (fiziksel, ırksal, dilsel, sınıfsal, ulusal, cinsel, yaşsal-kültürel, mesleksel, engelli olan olmayan) bir ezilen-sömürülen tarihsel-toplumsal varlıktan; hem de mücadele içinde ve mücadele aracılığıyla kurulan bir tarihsel-toplumsal özneden söz ediyoruz. Bu mücadele içinde oluşan tarihsel özneyi, dönüp dolaşıp feminizmden kaçışın temel alametlerinden biri olan “orta sınıf” tanımlamalarının içine sıkıştırmaya çalışmak hangi “gerçek kadın” arayışının sonucu olarak anlaşılmalı? “Gerçek kadınlar” patriyarkal kapitalizmin diktatörlük biçimine bürünmüş iktidarının kadın düşmanlığı, LGBTİ+ düşmanlığı, çocuk düşmanlığı, dinci gericilik, emek ve doğa düşmanlığı politikalarına karşı son dönemin tek politik sokak direnişi hareketini ısrarla sürdürenler değillerse, kimler?
Oysa 2010’lu yılların ikinci yarısından bu yana kendi isyancı hareketini yaratan bu özne, tam da mevcut toplumsal ve siyasal muhalefet yapılarının, sol örgütlenmelerin toplumsal cinsiyet ilişkilerine kör; kapitalizme karşı mücadeleyi patriyarkal kapitalizme karşı politik mücadele olarak kavramayan sınıf ve sınıf mücadelesi tanımlamalarının kendisine dar gelmesi nedeniyle onlarca özerk kadın örgütlenmesinin yeşermesini sağladı. Aynı hareket, erkek şiddetinin “kenar mahallelerde” hala varlığını sürdüren bir “feodal kültür kalıntısı” değil patriyarkal kapitalizmin en güncel iktidarlarının en güncel politikalarıyla beslenen sistematik bir olgu olduğunu ortaya çıkardı. Eğitimli-eğitimsiz, ücretli-ücretsiz biçimlerde çalışan kadınların kentlerin ve ülkenin gerek merkezlerinde gerek en ücra yerellerinde aynı şiddet sarmalı içinde aynı gerici ataerkil pazarlıklara zorlanarak, bir emek ve cinsellik kaynağı olarak bedenlerinin, yani varoluşlarının özerkliğinden koparılmak istendiğini açıkça ifşa etti. Erkek şiddetinin devlet şiddetiyle ilişkisini hiç olmadığı kadar açıkça göstererek, iktidarın vahşi kapitalist uygulamalarına paralel biçimde inşa etmeye çalıştığı “yerli ve milli gerçek halk” ve diğerleri kamplaşmasını, bu kamplaşmanın en temel saldırı araçlarından birisi olan kadın düşmanlığıyla dolaysız biçimde çatışarak ilerici, feminist biçimlerde parçalayabildi.
Kuşkusuz hem bu öznenin hareketi hem de hareketin bir parçası olan Kadın Savunma Ağı, kendi tarihsel potansiyelinin gerçek sınırlarını zorlayamadığı noktalar açısından kapsamlı biçimde değerlendirilmelidir. Örneğin, bu hareketin, 2016 sonrasında tüm dünyada yükselen; sömürünün salt ücretli emek sömürüsüyle, sınıf mücadelesinin salt dar işyeri mücadelesiyle sınırlandırılması yaklaşımını tarihsel anlamda aşan; üretim ve yeniden üretim alanlarını, yani ücretli ve ücretsiz kadın emeğini bugüne kadarki en kapsamlı pratik mücadelelerle birbirine bağlayan feminist grevleri neden diktatörlüğe karşı politik bir kadın itaatsizliği hareketine dönüştüremediği gerçek bir sorudur. Yine, pandemi koşullarının kadınların hayatları, hakları ve özerklikleri üzerinde yarattığı derin etkilerin neden feminist grev-itaatsizlik ekseninde gelişen bir hareket damarı bulamadığı da gerçek bir sorudur. Bu öznenin hareketinin neden Şule Çet cinayeti ile Flormar direnişi arasında dolaysız feminist politik bir bağ kuran ve bu bağı göçmen kadınların da ırkçılığa karşı aktif biçimde savunulmasına doğru genişleyen bir ağa dönüştüremediği sorusu, bizim de her fırsatta ayrıntısıyla tartışıp ortak çözümler bulmaya çalıştığımız gerçek bir sorudur. Ancak “gerçek kadın” söylemi tıpkı “orta sınıf hareketi” kavramı gibi, bu gerçek sorulara feminist yöntemlerle feminist yanıtlar bulması gereken kadın isyanı karşısında “kendi gözetleme hakkını” asla terk etmek istemeyen “eril gözün” bir icadından ibarettir! Bugüne kadar büyük kentlerin merkezlerinde sel gibi akan 8 Mart, 25 Kasım eylemlerine dair “gözetleme hakkını”, kibri asla elden bırakmadan ziyadesiyle icra etmiş olan “eril göz”, kadın isyanının diktatörlük koşullarında daha az kitlesel bir militanlık sergilemeye zorlandığı eylemleri de bu kez “gerçek kadınlara ulaşmayan orta sınıf hareketler” gibi yargılama hakkı edinmeye çalışmaktadır.
Feminist hareket ve feminist mücadele politiktir!
Günümüzün vahşi patriyarkal kapitalizminde “çıplak hayat” toplumsal cinsiyetlendirilmiş bir hayattır, yirmi birinci yüzyıla has faşist rejimlerin sadece yeni bir devlet biçimi değil yeni bir toplumsal yapı oluşturmayı da hedefleyen saldırılarının ana öznesidir. Aynı özne gerek kitlesel gerek kitlesel olmayan ister kent merkezinde ister yerelinde, evde veya işyerinde yükselen direnişiyle, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yükselen faşist dalgaya karşı anti faşist direnişin, genel ilerici muhalefetin basit bir eklentisi gibi görülemeyecek biçimde, tam merkezinde durmaktadır.
Bizler bu kavrayışla ve Türkiye toplumunu açısından tarihsel bir kader anında, faşizme karşı mücadeleyi feminist mücadelenin örtük değil açık konusu; feminist hareketi, diktatörlükle halk arasındaki çatışmanın açık bir politik öznesi haline getirmeyi sağlayabilecek bir özsavunma-itaatsizlik programıyla mücadeleyi yükseltme ihtiyacını vurguladık. Adayların, partilerin ötesinde, toplumu yıkımdan yıkıma sürükleyen diktatörlüğün oylanacağı bir seçim sürecinin yaşamsal siyasal sonuçları olacağını ve bu olağanüstü seçim sürecine, diktatörü gönderme iradesi ve kararlılığına sahip çıkarak olağanüstü biçimlerde müdahale edilmesi gerektiğini önerdik. Bu çerçevede dile getirdiğimiz seçim tutumunu da içeren bir feminist itaatsizlik hareketi yaratma önerisi, açıktır ki, bir yandan var olan siyasal öbeklenmeler üstüne oturan statükoyu aşan, dağıtan bir siyasal hesaplaşmayı yükseltme; rejimle hesaplaşırken sistemle de hesaplaşan yeni bir kurucu gücü açığa çıkarma önerisini içeriyordu.
Evet, bizler, şimdi Kadın Savunma Ağı olarak yola devam edenler, diktatörlüğün oylandığı olağanüstü bir seçim sürecinde, seçimlerin kaçınılmaz biçimde egemen sınıfların “restorasyon” projesiyle sonuçlanacağı beklentisini kof bir değerlendirme, hatta siyasal çatışmadan kaçışın üstünü örten kof bir hayal olarak gördük. Bu olağanüstü seçim sürecinde sandık tutumunu da içeren bir feminist itaatsizlik hareketi yükseltme önerisinin kadınları “seçmene indirgemek” anlamına gelmeyeceğini; tersine, sanki ülkede olağanüstü bir seçim süreci hiç yaşanmıyormuş gibi yaparak sürecin aktif bir öznesi olmaktan kaçınmanın hem sandıktaki tercihleri hem de bu tercihlerin içeriğini sağcılaştıran, başta kadınlar tüm toplumu düzen-içi AKP muhalefetinin “seçmeni olmaya indirgeyen” bir tutum olduğunu vurguladık. Bağımsız feminist siyasetin, statükonun yarattığı siyasal boşluğun içine emilen bir baskı grubu gibi davranarak değil, yıllardır sokaklarda savunduğumuz siyasal taleplerimizle diktatörlüğün karanlık cephesini yararken, diktatörü göndermek mümkün duygusuyla hareket eden direniş kardeşlerimizi güçlendiren ancak aynı zamanda kimseye kayıtsız şartsız destek vermeden, kadınların siyasal taleplerinin tüm muhalefetin kırmızı çizgisi haline gelmesini zorlayan bir hareket biçimiyle mümkün olacağına inandık.
Kadın Savunması Ağı İstanbul çalışmasının feminist hareketin çeşitli parçalarıyla birlikte Mayıs seçimlerine giderken bu tezler doğrultusunda inisiyatif alarak KK’ya oy çağrısını da içeren bir tutumla örgütlenmemizin içine sıkıştığı hareketsizliği aşmaya çalışması, ayrılmayla sonuçlanan süreçteki akut kriz nedeni oldu. Aynı süreçte genel toplumsal-siyasal muhalefetin deprem sürecinden başlamak üzere, seçimleri sadece bir seçim olmaktan çıkarabilecek birleşik bir siyasal eylem cephesi kurmakta başarısız olması da toplumsal muhalefetin ve feminist hareketin daraldığı koşullarda bir aralık yaratmaya yönelik taktik bir önerinin, “diktatörlüğü seçimle devirmek istemek” gibi hayali eleştirilerin daha fazla hedefi haline getirilmesine yol açtı. İdealin son derece uzağında deneyimlediğimiz somut mücadele koşullarında, elimizdeki tüm somut araçları bir feminist özsavunma aracına dönüştürerek kadınların isyanını güçlendirme fikrine dayanan önerimiz, patriyarkal kapitalizmin faşist iktidarıyla doğrudan çatışmayı belirsiz bir geleceğe havale eden bir yaklaşımla karşılaştı ve diğer ayrılık gerekçeleri de bu yaklaşım üstüne bina edildi.
Bağımsız kadın örgütü feminist bir agoradır!
Ayrılık sürecinde ifade edilen nedenler, uzlaşmaz mıdır? Bizce değil, çünkü yaklaşım farkları her ne kadar bir feminizmden kaçış hamlesiyle mutlak uzlaşmazlıklar gibi derinleştirilmek isteniyor gibi görünse de henüz ayrılmadan önceki sahici farklarımız, feminist bir agora anlamında bağımsız bir kadın örgütü içinde feminist yol verme hukukuyla bizce aşılabilirdi; hatta bu farklar yenilenmiş bir örgütsel işleyişle birlikte, karşılıklı sağlama ve düzelticilik anlamında yararlı bile olabilirdi.
Çünkü bağımsız kadın örgütü derken, kadınların çoklu varlığını örgütsel-kamusal yaşantısının temeli ve her türlü ilkesini türettiği ana ilke kabul eden, kendi içindeki eğilimlerin demokratik-çoğul varlığını tanıyabilen bir örgütten, aslında bir “hareket örgütlenmesinden” söz ediyoruz. Kadın hareketinin çoklu, demokratik özsel niteliği, hareketin örgütlenmesinin de aynı özelliklere sahip olmasını şart koşarak bu anlamda mevcut siyasal statükonun çürümüş örgütsel özelliklerinin de geride bırakılabilmesinin önünü açıyor. Bağımsız feminist bir örgüt, her şeyin öncesinde, kadınların çoğul varlığını tanıyan bir rastlantısal karşılaşmalar alanı, feminist bir agora, sözün ve eylemin rastlantısal birliğinin ve buluşmasının önemsendiği bir demokratik feminist kamusal ortamdır. Bu kamusal ortamda kendi belirlediğimiz ortak siyasal kabuller dahilindeki farklılıklarımız, yöntem, hiyerarşi gibi diğer sorunlarla birlikte, feminist diyalog ve feminist pedagoji yöntemiyle çözümlenebilir.
Kadın Savunma Ağı’nın “başka bir örgütlenmenin parçası olsun veya olmasın, bu örgütlenmelerin özerk yapısını bozmadan Kadın Savunmasının asgari ilkelerini benimseyerek katılma” ilkesinin, bundan sonra bugüne kadar ürettiğimiz kendine özgü, bağımsız, tutarlı politik feminist çizginin geriletilmesiyle değil, ilerletilmesiyle aşılabileceğini düşündüğümüz yer de burasıdır.
Feminist-ağ örgüt yaklaşımı, bir yandan “demokratik merkeziyetçilik” yaklaşımını gerek feminist hareketin genel esnek yaklaşımından, gerekse Gezi İsyanının çeşitlilik, öngörülemezlik ve kitlesellik özelliklerinden esinle tarihsel anlamda aşmaya yönelen; ama öte yandan, bu yaklaşımın ve özelliklerin, neo-liberal öznellikler dünyasında çarpılarak bozuşmasına karşı durabilen yeni bir tarihsel deneme sayılabilir. Ama kadın isyanı, diktatörlüğün saldırıları karşısında yanıp sönen bir ışık, bir an gözümüzü kamaştırıp sonra kaybolan geçici bir toplumsal patlama veya toplumsal muhalefetin, eril gözün hareket biçimini yeniden üreten basit bir eklentisi olmayacaksa, örgütsel işleyişimizi, Kadın Savunma Ağı’nın öznesinin yapısına uygun biçimde düzenlemeye devam etmemiz gerektiğini şimdi çok daha iyi biliyoruz.
İnanıyoruz ki, hem dinci faşist iktidarla bugüne kadarki çatışmasında, hem de patriyarkal kapitalizmin binbir şiddetine karşı gündelik direnişinde, hâkim siyasal muhalefet tarzının erkek rol modellerine dayalı “kahramanlık” gösterilerini aşan bir direniş formu yaratabilen kadın isyanı, isyanın içinden doğan dayanışma-karşılıklı savunma ilişkilerini, patriyarkal kapitalist gerçekliği kuşatarak gerileten bir savunma ağı örgütlenmesi modeline dönüştürebilir.
Bitirirken, “sorun ilginç bir kelimedir” (Donna Haraway); “kriz” de öyle! “Terra’da yaşayan hepimiz, bizler, rahatsız edici zamanlarda, karışık zamanlarda, sıkıntılı ve bulanık zamanlarda yaşıyoruz…. Karışık zamanlar hem acı hem de coşkuyla dolup taşıyor- son derece adaletsiz acı ve coşku kalıplarıyla, sürekliliğin gereksiz biçimde katledilmesiyle ama aynı zamanda gerekli bir yeniden canlanışı da beraberinde getirerek. Görevimiz sorun çıkarmak, yıkıcı olaylar karşısında güçlü yanıtlar üretmek, bulanık suları durultmak ve yeniden huzurlu yerler inşa etmek. Yani görevimiz sorunla birlikte kalmak. Aslında, sorunla birlikte kalmak, berbat gelecekler ve cennetsi geçmişler arasında salınan bir oyun kurucu olarak değil, henüz tamamlanmamış sayısız yer, zaman, konu ve anlamla sarmalanmış ölümlü varlıklar olarak, sahici anlamda bir şeyler öğreniyor olmaktır.”
“Sorunla birlikte kalmak”, eril gözün iğvasından kaçınarak çağın en karmaşık yerinde kurduğumuz kız kardeşliğe zarar getirmemektir. Biz kız kardeşliğe asla sırt çevirmeyeceğiz.
“Sorunla birlikte kalmak”, patriyarkal kapitalizmi ve yirmi birinci yüzyıl faşizmini aşan bir geleceği üreten siyasal öznelere dönüşmemizin aracısı olacak feminist savunma ağ-örgütünü güçlendirmek için çağın en karmaşık yerinde yeniden kolları sıvamaktır. Biz her neredeysek Kadın Savunma Ağı orada demeye, bulunduğumuz her yerde kadınların savunma ağlarını örmeye devam edeceğiz.
“Sorunla birlikte kalmak”, feminist örgütlenmenin henüz mevcut olmayan bir geleceği bugünden zorla koparıp alması; geleceği bugünün statükosunun sınırlarını ihlal ederek kurmasıdır. Bu yüzden: kadın kadını feminizm ile savunur, kadınlar savunmaya!
[1] Yazının, bu beş yıllık dönemin tamamını, ayrıntılı biçimde değerlendirme imkânı da niyeti de elbette yok. Şimdilik burada ana hatlarını ortaya koyduğumuz bu değerlendirmeyi ayrıntılı biçimlerde yapmayı başka yazılara bırakıyoruz.
[2] Ağın kurucu bir parçası olan ancak kurulma sürecindeki niteliğiyle ayrıldığı süreçteki niteliği bizce aynı olmayan Halkevci Kadınlara ek olarak, Ağ içindeki varlık biçimi baştan itibaren belirsizlik taşıyan ÜFK de benzer bir iç tartışma ile ayrıldığını bildirdi. Ancak bu süreçte, son dönemde yaşadığımız tıkanıklığın feminist diyalog yöntemiyle çözülmesi için ortak karar haline getirdiğimiz yöntemin işlememiş olduğunu ve dolayısıyla da ayrılma kararlarında açıklanan gerekçelerin bizim açımızdan Kadın Savunma Ağı içi tartışma zeminlerinde, feminist yöntemlerle tüketilmemiş olduğunu vurgulamak istiyoruz. Kararımız, Kadın Savunma Ağı’nın kendi ortak zeminlerinde yaygın ilişkilerinin açık katılımıyla, “bağımsız feminist bir kadın örgütü nedir, nasıl işler; örgütlenme, feminist mücadele-özne veya içinde yaşadığımız dünya ile ülkeye dair temel ayrılık noktalarımız nedir ve farklılıklarımız uzlaşmaz değilse hangi ortak hukuk ve mekanizmalar içinde birlikte hareket edilebilir, bu mekanizmaların inşasındaki eksiklerimizi nasıl giderebiliriz” tartışmalarını tüketerek ilerleyebilmekti. Karşılıklı iknaya açık böyle bir ortak tartışma yapamadık. Bunun yerine, yıllardır hep birlikte örgütlediğimiz kamplarda, çalıştaylarda veya diğer tartışma zeminlerinde gündeme gelmeyen sorun ve yaklaşımlarla, zaten kesinleştirilmiş bir ayrılma kararını gerekçelendirme amacı taşıyan retrospektif (geriye bakışlı) değerlendirmelerle, farklılıkların uzlaşmaz olduğunu varsayan sonuçlarla karşılaştık. Ağın Ankara veya diğer bazı illerdeki üyelerini etkileyen ayrılma kararlarını da ne yazık ki aynı çarpılmış ve bizce feminist nitelikte olmayan yöntemin uzantısı olarak değerlendirmek zorundayız.