Bana verdikleri rolde diyorum ki “Sen güneşle soluklanıyorsun ben ay ile ama aynı aşkla yanıyoruz ikimiz de.” Ertesi gün Aslı’nın evine gittiğimizde bir kez daha anlıyorum ki hepimiz aynı aşkla yanıyoruz. Hayallerimizin peşinden gönderilmeyişimizle, üstümüze yüklenen bakım yüküyle, bize öğretilen yüce fedakarlık duygusuyla yanıyoruz hepimiz. Hepimizin bir ahı var. Yıkılmış evlerine de üzülüyor kadınlar ama aynı şekilde okuyamadıkları okullara da üzülüyorlar. Bir yandan çadırda/konteynerdeki hayatların zorluğuna üzülüyorlar öte yandan da üstlerindeki bakım emeği yüküne isyan ediyorlar.
Bir kadın duvarın üzerine tırmanmış bağırıyor: “Çağın en karmaşık yerinde durduk! Biri bizi yazsın! Kendimiz değilsek kim yazacak?”*
Aylar sonra bir kez daha Hatay’dayım. Hem çok şey değişmiş hem her şey olduğu gibi.
Depremin üzerinden onca zaman geçmesine rağmen kimi insanlar hala geçici konutlarına yerleşememiş, kimisi çadırlarda, durumu biraz daha iyi olanlar ise konteynerlerini almış. Konteyner kentlerde olanlar da var. Hasarlı binaların yıkımı hala tamamlanmamış, insanlar yıkılanların yeniden inşa edilmesine dair en ufak bir fikre sahip değil. Bir kadına soruyoruz “Ne diyor devlet size evlerinizi yeniden yapmanız için” diye, “Kredi veriyor ya”.
Bir yandan depremden evi yıkılmış milyonlarca insanı devlet kredilere mahkum ederken öte yandan da Sayıştay’ın “kamuyu zarara uğratmak” tehdidiyle sıkıştırdığı Hatay Büyükşehir Belediyesi ve TEDAŞ, binlerce liralık faturaları yıkılmış evlere yolluyor.
Hala hem içme hem de evlerde kullanılan çeşme suyuna ulaşmak sorun. Son kalan paranızla bir konteyner alabilirseniz de su bağlatmak imkansız. Nereden mi biliyoruz? Yeni yerine taşınmış Kadın Dayanışma Noktamıza bağışlanan konteynerimize şebeke suyu bağlatmak için her gün HatSu’yla yaptığımız görüşmelerde 15. günü geride bırakıyoruz.
Bugün (13 Haziran) dayanışma noktamızın ihtiyaçları için Antakya merkeze indik. Binaların üzerine hasar ve yıkım durumları yazılmış. Kaldırılan bir enkazdan bir tabut çıkarılıyor. İnsanlar hala binaların altında. 5 ayrı nokta gezdik ve hiçbir yerde hayvanlar için mama bulamadık. Hatta Antakya hayvan barınağı bile mama sıkıntısı çekiyor.
Tüm bunların ortasında kadınlarla rüya gibi geçen bir gecenin ardından, dayanışma noktamızın hemen yanındaki komşumuzun çocukları, “İyi ki deprem olmuş ablalarla tanıştık” diye annesine mutluluğunu anlatıyor. “Keşke deprem olmadan da ablalarla tanışabilseydin” diyoruz içimizden.
Hatay’a ikinci gelişimin ilk haftasında kendimi bir anda Yeşilpınarlı kadınların hazırladığı tiyatro oyunu sahnesinde buldum. Aylardır birlikte don dağıttığımız, ihtiyaçları topladığımız, kadın kahveleri yaptığımız depremzede kadınlar, İzmir’den gelen gönüllülerimizden birinin yürütücülüğünde 27 Mart Dünya Tiyatro günü vesilesiyle başladıkları tiyatro hayatlarında rejiden ışığa, kostümden dekora ve oyuncu koçluğuna kadar her şeyi öğrenmiş ve bizi sahnede muhteşem bir performansa hazırlıyordu.
İki çocuk annesi ve her şeye yetişen Ayfer; benden bir yaş küçük ama boyumdan büyük üç çocuğu olan hem çalan hem söyleyen Sevgi; Defne Kadın Kooperatifi vesilesiyle basketbol koçluğu yapan Nuray; her oyunda rolüne yeni bir şey katan Zehra; kendi şarkılarını yazan İlkem; küçük yaşlarında muhteşem bir yetenek olarak keşfedilmeyi bekleyen Zeynep ve Irmak; depremin ardından evinin altındaki garajı depoya çevirip Açık Depo Gönüllülerini örgütleyen tiyatro oyuncusu Ebru’nun onlara verdiği coşkuyla, kendilerini ve Antakyalı kadınları ayağa kaldırıyorlar.
Yıkıntıların ortasında yepyeni bir hayatı kuruyorlar.
10. Köyün Kahvesi kadın tiyatro oyunu Defneli kadınlarla buluştu
Oyunumuzun adı 10. Köyün Kahvesi. Tarih sahnesi boyunca 9 köyün kahvesinden kovulan kadınlar olarak bir masanın etrafında toplanıyoruz. Didem Madak’tan Anna Ahmatova’ya, Lale Müldür’den Gülten Akın’a, Emily Dickenson birçok kadın şairin şiirlerinden yani hayatlarından aldıkları birer dizeyle tüm kadınların hayatlarını ortaklaştırıyoruz.
Bana verdikleri rolde diyorum ki “Sen güneşle soluklanıyorsun ben ay ile ama aynı aşkla yanıyoruz ikimiz de.” Ertesi gün Aslı’nın evine gittiğimizde bir kez daha anlıyorum ki hepimiz aynı aşkla yanıyoruz. Hayallerimizin peşinden gönderilmeyişimizle, üstümüze yüklenen bakım yüküyle, bize öğretilen yüce fedakarlık duygusuyla yanıyoruz hepimiz. Hepimizin bir ahı var. Yıkılmış evlerine de üzülüyor kadınlar ama aynı şekilde okuyamadıkları okullara da üzülüyorlar. Bir yandan çadırda/konteynerdeki hayatların zorluğuna üzülüyorlar öte yandan da üstlerindeki bakım emeği yüküne isyan ediyorlar.
Oyundan bir gün önce gruba bir video düşüyor. Nuray provada yarı yıkık bir duvarın üstüne çıkmış bağırıyor: “Çağın en karmaşık yerinde durduk! Biri bizi yazsın! Kendimiz değilsek kim yazacak?”
Onlar kendilerini oynuyor, hepimiz 10. Köyün Kahvesi’nde kendimizi oynuyoruz. Ve bu kahvede hepimize bir sandalye var. Ve Ebru’nun ellerinden yapılmış bir bardak kahvemiz. Hepinizi bekleriz.
Hatay’ın duvarlarında “yine geleceğiz” yazıyor. Onlar hiçbir yere gitmediler, gitmiyorlar, gidemiyorlar da.
*Leke (Gülten Akın-Kuş Uçsa Gölge Kalır)
Çağın en karmaşık yerinde durduk
biri bizi yazsın, kendimiz değilse
kim yazacak
sustukça köreldi
kaba günü yonttuğumuz ince bıçak
nerde onlar, her kımıldayışta
çakan tansık, ışıldatan büyü
bir gün daha görülmedi
bir gün daha geçti otları soldurarak
öğrendik de körmüş, sanki yokmuş
ne yol ne bir geçip giden
ne kaydını tutan geçip gidenin
dediler ki
onları kilitle, anahtarı eski yerine bırak
oysa
utanılacak bir şeymiş, öyle diyor camus
tak başına mutlu olmak
sesler ve öteki sesler, nerde dünyanın sesleri
leke dokuya işledi
susarak susarak