Depremin üzerinden iki aydan fazla geçti. Devlet duruyor. Muhtarlar duruyor. Herkes duruyor. Havadaki asbest tozu bile duruyor. Biz didiniyoruz. Tek başımıza. Peki biz de dursak? Bir günlüğüne, birkaç saatliğine… Kız kardeşim. Durmanın vakti geldi.
Sevgili kız kardeşim,
Nasılsın?
Ben iyi olmaya çalışıyorum. Bu mektubu sana beraberce kaldığımız bu şehirden, çadırların birinden yazıyorum. Ateşimizi yaktık. Beraberce oturduk. Dertlerimizi konuşmaya, birlikte aşmaya çalışıyoruz. Bahçelere, parklara çadırlar kuruldu. Artık oturamadığımız, içine girmeye bile korktuğumuz evlere, anılara bakıyoruz. Duvarlar çatlak. Kalplerimiz kırık. Evler yerle bir. Artık o molozların arasında çocuğun giysisini, mutfaktaki leğeni bile ayıramıyoruz.
Sevgili kız kardeşim… Her yer gri. Her yer moloz. Hiçbir şey göremiyoruz. Konuşmazsak unutuyoruz.
Konuşalım!
Evlerin dışında, anılarımızın dışında, kayıplarımızın gölgesinde hayatlarımızın ne kadar zor olduğu daha bir ortaya döküldü. Değil mi? Okul yok. İş yok. Oyuncak bile yok. Çocuklar çadırın önünde, elimizde ne kaldıysa onunla oynuyor. Okumayı unuttular. Tozun toprağın içinde giysileri. Çamaşır makinesi, hatta su bile yokken kim yıkayacak çamaşırları? Uyuz, bitlenme, salgın hastalık korkumuz kimin umurunda? Çocuğun altını kim değiştirecek? Ya çadırın işi biter mi, kim temizleyecek? Kim don bulacak?
Biz!
Başka kimse düşünmüyor. Biz idare etmeye çalışıyoruz. Biz zorluyoruz çocukları, ekmek paketinin üzerindeki yazıyı bile okusunlar diye. O kazağı çıkarsınlar yıkayalım diye. Evin yasını tutanları biz konuşturuyoruz ki dertleri yaş olsun aksın. Yemeği, temizliği, suyu biz düşünüyoruz.
Biz, biz, biz.
Biz yapıyoruz.
Kıymetini biliyor muyuz? Bazen unutuyoruz ama hayatı üreten ve sürmesini sağlayan biziz. Bu emek bizim. Peki diğerleri kıymetini biliyorlar mı? Beğenmiyorlar, konuşuyorlar. Nasıl giyindiğimiz, ne dediğimiz, nasıl oturup kalktığımız, “iyi” anneliğimiz, “kötü” anneliğimiz, yemeği ne zaman pişirdiğimiz… Herkes şikâyet ediyor. Konuşuyor.
Yeri gelince kocalar. Yeri gelince ailenin yaşlıları. Kıymetimizi kim biliyor? Peki kim bize destek çıkıyor? Uğradığımız şiddet, baskı… Yaptığımız onca işe, onca çabaya rağmen. Peki devlet? Bizi tek bir adama, muhtara muhtaç edenler, kendileri de diğer herkesi kovup tek başlarına devlet yönetmeye kalktılar. Tayyip Erdoğan tek gecede İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlükten kaldırdı. Tek adam sistemi kazandığımız hakları elimizden çok uzun süredir alıyor. Mahalleler, mahkemeler, meclisler, karakollar ve sokaklar bu tek adamlarla dolu. Biz kadınlar yıllardır körüklenen erkek şiddeti, kadın ve emek düşmanlığı karşısında haklarımızı, hayatlarımızı savunuyoruz.
Depremin üzerinden iki aydan fazla geçti. Devlet duruyor. Muhtarlar duruyor. Herkes duruyor. Havadaki asbest tozu bile duruyor. Biz didiniyoruz. Tek başımıza.
Peki biz de dursak?
Bir günlüğüne, birkaç saatliğine… Kız kardeşim. Durmanın vakti geldi.
Bezin elinde dursun. Süpürgen… Onlar da dursun. Al temizlik malzemeni meydana gel.
Bakalım sarı bezin meydanda nasıl parlayacak?
Bakalım bizsiz ne yapacaklar?
Durup tepkimizi gösteriyoruz. Tüm bu haksızlıklara beraber karşı duruyoruz.
Sen de dur.
Kiralarımızı ödeyemecek kadar yoksul olmaya karşı, kuralına uygun olmayan evlerde oturmaya karşı, yoksulluğa karşı, şiddete karşı… Kadın Savunma Ağı olarak yıllar önce “Kadın kadını savunur” diyerek yola çıktık. Erkek şiddeti, yoksulluk, emeğimizin sömürüsü, barınma krizi, doğal afetler… Bütün bunların karşısında birbirimizi savunacağız!
Duruyoruz! Hayatı durduruyoruz!
Kadın Savunması’ndan kucak dolusu sevgilerle,
seni bekliyoruz…