Antakya Kadın Dayanışma Çadırı Güncesi (Gün 63-64): Oniks taşı karanlıkta parlar – Kadın Savunma Ağı

Harbiye'de insanların içme suyu ihtiyacı çok kısıtlı sağlanıyor, bir yere su geldiğinde de çok uzun kuyruklar oluşuyor. Su dağıtımlarında insanların birbirlerine silah çekme olaylarının dahi yaşandığı aktarılıyor. Kadınların çoğu okulların bir an önce başlamasını, eğitimin devam etmesini ve çocukların bir araya gelmesini istiyor Bazı köy muhtarları gelen yardımları depoda tutuyor ve dağıtım yapmıyor; hiç yardım gitmeyen köyler var.

Antakya Kadın Dayanışma Çadırı Güncesi (Gün 63-64): Oniks taşı karanlıkta parlar – Kadın Savunma Ağı

Depremin ilk gününden itibaren diğer birçok kadın örgütü ve feminist ağ gibi biz de örgütlü olduğumuz illerde ve Mor Mekanlarda yoğun bir dayanışma çalışmasına giriştik; birçok arkadaşımız bölgedeki arama-kurtarma çalışmalarına katıldı. Antakya-Defne bölgesindeki Sevgi Parkı’nda kurduğumuz Kadın Dayanışma Çadırı parkın tamamen boşaltıldığı 2 Mart gece yarısına kadar parkta kalmaya devam etti. Gönüllü kayıt formumuzu hala doldurmadıysanız doldurmayı unutmayın.

 

Antakya Kadın Dayanışma Çadırından yazıyoruz

ÖNCEKİ GÜNLERİ OKUMAK İÇİN: Yazdıklarımız

Gün 64 (17 Nisan):

Yine oldukça sıcak bir güne uyandık. Biz kahvaltı yaparken kadınlar eşya almak için geldiler, ihtiyaçları defterlerimize not edip toplu dağıtımlar için plan yaptık. Tabii eşyalarımızın bir miktar azalmasından dolayı daha az dağıtıma çıkmamız birçok kadının uzun zamandır bize eşya gelmedi demesine sebep oluyor, bu da bizim için bazen gerilimli anlar yaratabiliyor…Lütfen ihtiyaç listesinin güncellenmiş haline bakarak dayanışmayı devam ettirelim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bugün bir ekip Ayfer ile beraber Harbiye’ye Şelalelere gitti. Cennet gibi bir yerdi… Harbiye’de insanların içme suyu ihtiyacı çok kısıtlı sağlanıyor, bir yere su geldiğinde de çok uzun kuyruklar oluşuyor. Su dağıtımlarında insanların birbirlerine silah çekme olaylarının dahi yaşandığı aktarılıyor.

Biz de suyun kaynağını aramaya karar verdik. Bu yolculuk bizi Harbiye yollarına sürükledi, hepimize moral veren bir yolculuktu. Şelaleye gitmeden eve uğradık, Ayfer’in annesi Fatoş eşinin diktiği ve oradan büyüyen ve isimleri Behlül ve Bihter olan erik ağaçlarını gösteri, eriklerini yedik. Behlül olgunlaşmıştı, Bihter’in erikleri daha hamdı.

Ayfer bize uzun uzun Harbiye’yi, bölgenin en iyi restoranlarını anlattı. Harbiye Şelaleleri çok geniş bir bölgeye yayılmış bir sürü şelaleden oluşuyor. Harbiye girişinde elişi satan dükkanlar var. Burada oniks ve Hatay’a özgür yarı değerli taşlardan elişi kolyeler ve aksesuarlar yapan kadın satıcılar var. Oniks taşıyla heykeller yapıyorlar. Oniksin özelliği karanlıkta bile parlaması. Biz de Kadın Savunma Ağı için oniks taşını uygun gördük.

Antakya’da nazar inancı da çok yaygın, buralılar nazardan koruyan taşları evlerinde ve vücutlarında çeşitli biçimlerde bulunduruyorlar. Sonra Ayfer bize mor kolyeler aldı. Ayfer’in küçük oğlu da bize Mor Kızlar demeye başladı. Sonra hayat ağacından söz edince, Antakya kültürünün insanlar ve Antakya arasında yarattığı bağı da hayat ağacına benzettik.

Sonrasında Ayferlere gidip Antakya kahvesi içip kiremit tatlısı yedik. Sezen’in içtiği ilk Antakya kahvesiydi. Ayfer bizi çadır alanına bırakırken yolda çocukları ile beraber şarkılar söyledik. “Bakkal amca, bakkal amca, evin var mı, yok yok, evin var mı yok yok!”

Gün içinde çadır alanında kalan ekibimiz de alana uğraşanların ihtiyaçlarını listelere yazdı. Oldukça yoğun bir gündü. Çok fazla kadın ihtiyaçlarını yazdırmak için geldi. Eskişehir’den arkadaşlarımız dağıtmamız için eşyalar gönderdi. Akşam yemekten sonra Neslihan’ın çiçekli bahçesine misafir olduk. Çiçekleri, kuşları ve İstanbul üzerine muhabbet ettik.

Geçtiğimiz seçimlerde oy kullanma yerlerinde plakasız siyah minibüs tarzı araçlar içindeki silahlı kişilerin oy kullanmaya geldiklerinden, bu yıl da seçim günü güvenlik sorunu olacağından endişe duyduklarını söylediler. Burada birbirimizden başka güvencemiz olmadığından, birbirimize sahip çıkmamız gerektiğini konuştuk.

Gün 63 (16 Nisan):

Sabah uyandığımızda kahvaltıdan hemen sonra Toygarlı köyünden gelen listedeki eksikleri tamamlamak üzere hazırlığa başladık. Burada yeni tanıştığımız, biraz sohbet ettikten sonra sanki yıllardır tanışıyormuşuz da uzun bir aradan sonra tekrar bir araya gelmişiz gibi hissettiğimiz Antakyalı bir tarih öğretmeni olan Gönül, hem hazırlığımıza yardım etti hem de bizi aracı ile köye götürdü. Öncesinde tanışık olmadığımız kadınlarla hasret gidermek burada yaralarımıza şifa oluyor.

Biraz Toygarlı’yı tarif etmek istiyoruz size. Köyün yolları depremden dolayı hala kırık ve onarılmamış durumda. Bu yüzden yeni adreslere giderken yolculuğumuz biraz zorlu geçti. Köyde duş ve tuvalet yok. Köy sakinleri genelde ihtiyaçlarını gidermek için hasarlı evlerine girmek zorunda kalıyor, evi yıkılanlar ise tuvalet ihtiyacını kendilerine çukur kazmak gibi geçici çözümler bularak gideriyor. Diğer köylerin aksine gittiğimiz adresler birbirinden uzak; köy geniş bir alana yayılmış ve yemyeşil meralarla kaplı.

Biraz ilerisinde ise Çınarlı köyü var ve oradaki kadınların aktarımlarına göre diğer mahallelere göre daha uzak olması yüzünden, (Defne’den uzaklığı fazla ve rakımı yüksek) buraya yardımlar hemen hemen hiç ulaşmamış, hatta bu zamana kadar sadece iki kere çocuklar için etkinlik düzenlenmiş. Bunun dışında herhangi bir yemek ve yardım dağıtımı hiç yapılmamış. İnsanlar kendi yemeklerini dışarıda kendileri yapıyor.

Orada tanıştığımız bütün kadınlar çok cana yakındı. Bir de özel olarak dikkatimizi çeken durum şu: Neredeyse tanıştığımız tüm kadınlar çok genç yaşta evlilik yapmış. Tabii ki Defne’de bu durum sadece Toygarlı köyüne özgün değil fakat ziyaret ettiğimiz hemen hemen her kapı benzer hikayelere sahip. Kadınlarla hem kendi ihtiyaçlarına hem de üzerlerindeki bakım yüküne dair sohbet ettik. Kadınların çoğu okulların bir an önce başlamasını, eğitimin devam etmesini ve çocukların bir araya gelmesini istiyor. Yakın zamanda kadın kahveleri ve kadın sağlığı üzerine birlikte bir etkinlik organize etme kararı aldık. Bir yandan da hem kadınlar hem de çocuklar için TODAP’la birlikte afet psikolojisi üzerine bir etkinlik gerçekleştirmeyi planlıyoruz.

Dağıtım sırasında aracımızın lastiği indi. Önceden iletişimini aldığımız oralı bir arkadaşımız bizi kendi aracı ile dağıtıma götürdü. Toygarlı’dan sonra bir ekip Çınarlı köyünde dağıtım yaptı ve bölgedeki kadınlarla tanıştı. Çınarlı’daki kadınların anlattıklarına göre köyün muhtarı gelen yardım malzemelerini depoda tutuyor ve dağıtım yapmıyormuş. Afet sonrası yönetim sorunlarına dair konuştuktan sonra kadınlar bize bahçelerini ve seralarını gösterdiler. Tam bir doğa harikasıydı hem Toygarlı hem de Çınarlı köyü. Kadınlar dağlara doğru kekiklerin ve meyve ağaçlarının olduğunu ve yaza doğru oraya yürümenin çok keyifli olduğunu söylediler. Biz de oradaki kadınlarla bir öz bakım etkinliği olarak Mayıs’ın ilk haftasında bir piknik ve doğa yürüyüşü yapmayı kararlaştırdık.

Çınarlı’da anadili Arapça olan pek çok kadınla da tanıştık. Arapça bilmediğimiz için pek fazla sohbet edemedik fakat tercüme yoluyla anlaştığımız kadınlar bize çok cana yakın davrandı, ayrıca evlerindeki hasar tespit durumuna ve devletin yardım yapıp yapmayacağına dair belirsizlikten dolayı çok endişelendiklerini anlattılar. Bizlerle daha uzun muhabbet edebilmek için tekrar görüşmek istediklerini, bu karşılaşmanın ve iletişime geçmenin kendilerine çok iyi geldiğini anlattılar. Anlattıkları Antakya hikayelerini dinlemek bizler için de hayranlık uyandırıcıydı. Biz yeniden buluşma daveti için hemen bir tarih belirledik.

Yine Çınarlı’da tanıştığımız başka bir kadın çalıştığı fabrikanın yıkılma ihtimali olduğundan dolayı işsiz kalma ihtimalinden korkuyordu. Bu şartlar altında başka bir gelir kaynağı bulamayacağını aktardı.

Çadır alanında kalan arkadaşlar Değirmenyolu’ndan dayanışma noktamızı ziyarete gelen kadınlarla sohbet ederek vakit geçirdik. Daha önceki güncelerde anlattığımız, Antalya’da yüksek fiyatlardan ötürü ev kiralayamayıp geri dönmek zorunda kalan aile, artık bahçelerinde yerleşik bir düzene geçtiklerini anlattı. Kurduğumuz alanın kendisine çok iyi geldiğini ve arada evden kaçıp kaçıp yanımıza gelmek istediğini söyleyen kadın arkadaşımızla Defne ve bağlı mahallelerde neler yapılabileceğine dair uzun uzun konuştuk.

Akşama doğru kimimiz duş aldı, kimimiz Antakya lezzetlerine gömüldü. Akşam altıdan sonra Nuraycığımız bize yemek getirdi. Feminizme dair soluksuz bir sohbet gerçekleştirdik ve inanır mısınız o kadar şanslıydık ki bir kere bile telefonu çalmadı sohbetimiz sırasında ve yine inanır mısınız o kadar şanslıydık ki Elçin sobayı yakamadı. Nuray bizi seviyorum diyerek evine geri döndü.

Gece uyumadan önce Gönül’ün bahçesine kaçıp orada biraz daha huzur bulduk. Yoğun ve sıcak bir günün ardından bize kapılarını açtı ve müzikten, tarihten, şehirlerden, kalelerden, surlardan, yemeklerden, şarkılardan, şaraptan ve şiirlerden konuştuk. Hem ağlaştık hem kahkaha krizlerine girdik. Yapmayı istediğimiz çok şey, alacağımız çok yol var. Dayanışmamızın ve feminist mücadelemizin varlığı ile çoğalıyor ve örgütlenmeye devam ediyoruz.