Antakya Kadın Dayanışma Çadırı Güncesi (Gün 50): “Yaşam Nöbeti” eylemi – Kadın Savunma Ağı

Orta hasarlı raporu verilen evde kalmak zorunda olan annesine bakmak için çadır alanlarına gidemeyen ve evinin bahçesinde korkuyla yaşamaya devam eden kadının aktarımları yine ve yine bakım yükünün kadınlara neler yaşattığını gösterdi.

Antakya Kadın Dayanışma Çadırı Güncesi (Gün 50): “Yaşam Nöbeti” eylemi – Kadın Savunma Ağı

Depremin ilk gününden itibaren diğer birçok kadın örgütü ve feminist ağ gibi biz de örgütlü olduğumuz illerde ve Mor Mekanlarda yoğun bir dayanışma çalışmasına giriştik; birçok arkadaşımız bölgedeki arama-kurtarma çalışmalarına katıldı. Antakya-Defne bölgesindeki Sevgi Parkı’nda kurduğumuz Kadın Dayanışma Çadırı parkın tamamen boşaltıldığı 2 Mart gece yarısına kadar parkta kalmaya devam etti. Gönüllü kayıt formumuzu hala doldurmadıysanız doldurmayı unutmayın.

Antakya Kadın Dayanışma Çadırından yazıyoruz

ÖNCEKİ GÜNLERİ OKUMAK İÇİN: Yazdıklarımız

Gün 50 (3 Nisan):

Sabah 6’da uyanan ve uyku tutmayan bir arkadaşımız bize mükellef bir kahvaltı hazırladı. Kahvaltımızın ardından bir arkadaşımız dünden hazırladığımız paketlerin dağıtımına başladı. Bu sırada tabii ki bir ekibimiz de depoda hijyen paketlerinin düzenlenmesi işine girişti. Arkadaşlarımız kendilerini hijyen deposu sorumlusu ilan etti. Bu sırada bir gün önce yoğunluktan yıkanamayan arkadaşlarımız yıkanmak üzere hasarsız olan bir eve gitti. Dün size ismini tahmin etmek üzere bıraktığımız sevgili arkadaşımız yanında kesesiyle sadece eşlik ediyorum diyerek oradaydı.

Fakat o da ne?! gittiğimiz ev bir köşk. Demirci olan ev sahibi evi kendisi yapmış. Eski mobilyalarıyla efsunlu bir ev. Neyse bugün öveceğimiz çok şey var o nedenle evi geçiyoruz. İşimizi bitirdik tam çıkacakken bi baktık bir gün önce duş alıp ona rağmen kesesiyle bize eşlik eden arkadaşımızın ayağı kaymış, saçlarına su değmiş, kendini duşun içinde bulmuş. Velhasıl bu konuyu daha fazla uzatmıyoruz çünkü bu günceyi yazarken arkadaşımız bilet aramaya başladı, bizi gitmekle tehdit ediyor 🙂

 

Öğlen saati daha önce planladığımız gibi çadır alanımızı kapatıp Samandağ’daki moloz döküm sahasına karşı yapılacak eyleme geçmek üzere yola çıktık. Antakya’nın her yerinde enkaz kaldırma çalışmaları, hafriyat kamyonları ve iş makinaları var. Haritalardan yol bulmak ve bir yere kısa ulaşmak neredeyse imkansız. Eylem öncesi Samandağ merkezde Mor Dayanışma’dan arkadaşlarımızı ziyaret ettik. Onlar da yoğun bir şekilde çalışıyor. Çay içip Hatay’daki duruma dair sohbet ettik. Sonra birlikte deniz tarafındaki eyleme geçtik. Eylem sırasında arkadaşımız Sevda ve dün terlik getiren Almanyalı arkadaşlarımız hijyen ve çamaşır kolisini alanımıza bıraktılar.

Samandağ Deniz Mahallesi Stadyum yanındaki döküm sahası çok büyük bir alanı kaplıyor. Gerçekten deniz kenarında ve mahallenin dibinde. Her yer toz içinde. Maskelerimizi takıp eyleme katıldık. Okunan basın açıklamasında, yapılan konuşmalarda öncelikle kontrolsüz bir şekilde, çevreye ve insan sağlığına vereceği zarar hesaplanmadan yapılan tüm enkaz kaldırma çalışmalarının durdurulması istendi. Ardından bilimsel ölçümler ve değerlendirmeler yapılarak halkın katılımıyla sürecin yürütülmesi vurgusunu yaptılar. Döküm sahası önünde bir yaşam nöbeti başlatıldığı duyuruldu.

Biz de bu nöbette bir süre kalıp eylemi örgütleyenlerle sohbet ettikten sonra Antakyalı arkadaşımız İlkem’in önerileri doğrultusunda Samandağ’ı görmek ve Sevgi Parkı’ndan komşumuz Delal’i ziyaret etmek üzere yola koyulduk. Önce deniz kenarına gittik. Deniz havası almak hepimize çok iyi geldik. Çok güzel bir sahil umarız hepiniz görebilirsiniz. Ardından Vakıflı Köyü’ne gittik. Orası bir köy değil. Fantastik bir romandan fırlamış sahne gibiydi her köşesi. Vakıflı Kadın Kooperatifi’nden kadınlarla sohbet ettik. Çok yoğun çalışıyorlardı. Vakıflı köyü müzesi ve kilisesi deprem nedeniyle kapalıydı ama giriş terasından gördüğümüz portakal bahçeleri ve o kokular… Gördüğümüz güzellik karşısında uzun süre duraksadık. Samandağ’ın her yeri portakal çiçeği kokuyordu. Ardından Musa Ağacı’nın yanında gözlemeci Fehime’nin nefis gözleme ve katıklı eklemelerini yedik. Fehime yıllardır Musa Dağı’ndan akan suyun kenarındaki doğayla iç içe geçen gözleme dükkanını işlettiğini fakat depremle birlikte kirasını karşılamakta zorlandığını ve devletten buna dair herhangi bir destek alamadığını söyledi. Ama yine de bu mekanda kadınlarla her gün bir araya gelerek sevinçlerini, kederlerini, kaygılarını ortaklaştırıp birbirleriyle dayanışma içerisinde olduklarını anlattı. Bizim Hatay’a yaymak istediğimiz kadın kahvesi zaten buralı kadınların bir adeti olarak vardı.

Yemelere doymadığımız gözlemelerin ardından canımız Delal’e doğru yola çıktık. Ablasının evinin bahçesinde bi sürü kadınla oturduk, sohbet ettik. Delal’e sarılmak harabeye dönmeyen Hatay’a sarılmak gibiydi. Antakya kahvesi eşliğinde Delal ve kız kardeşleriyle sohbet ettik. Yıkılmamış ve sağlam olan birçok evi incelemeden ve evde oturanlara haber dahi verilmeden orta hasarlı raporu verilmiş. Bunun usulsüzlüğüne ilişkin dilekçe veren Delal ve ailesi işsiz kalmanın, yıkımın, kaybın acısını paylaşırken iktidara duydukları öfke seslerinin titremesine sebep oluyordu.

Bizimle birlikte ziyarete gelen arkadaşımız İlkem’i ailesinin yanına götürmek üzere yola koyulduk.

İlkem’in annesi ve babasının bir otelde çalıştığından habersizdik! Vardığımızda bugün gördüğümüz yerlerin büyüsü kendisini devam ettirmeye kararlıydı. Hatay’a özgü bir yapıdan oluşan otelin bahçesindeki portakal çiçeği kokuları ve gün batımı manzarası İlkem’in annesi ve babası kadar sıcak kucakladı bizi.

Kısır eşliğinde Hatay’ın tarihini dokusunu konuştuk. İlkem’in annesi Firdevs, bizi herkese “bakın kadınların savunması geldi, kadınları savunuyorlar” diyerek yüzünde koca tebessümle bizi tanıttı.

Gönlümüz her ne kadar sohbet etmeye devam etmekten yana olsa da 21.00’deki kadın savunması toplantısına yetişebilmek ve Ankara’dan gelen arkadaşımız Döndü’ye sarılmak için kamp alanımıza geldik.

Yol boyunca dinlediğimiz şarkılar arasında bir arkadaşımız ruhunu dinlendirmek için Candan Erçetin’den “Hafif” şarkısını dinlemek istedi. Bu şarkı hem huzur hem hüzün verdi.

Hafif bi’ rüzgâr essin

Hafiflesin korkularımız

Yetmez mi hayatı bıkmadan ciddiye alışımız?

Hafif bi’ şarkı çalsın

Hafiflesin duygularımız

Yetmez mi hayatta durmadan ağıtlar yakışımız?

Hafif bir yemek, hafif bir kadeh çözer hiddetimizi

Hatırlarız belki de birbirimizi ne çok sevdiğimizi

Hafif bi’ sohbet, tatlı muhabbet çözer hiddetimizi

Hatırlarız belki de birbirimizi ne çok sevdiğimizi

Hafif bir güneş açsın

Hafiflesin suçlarımız

Yetmez mi hayata bıkmadan yargıyla bakışımız?

Hafif bi’ yağmur yağsın

Hafiflesin ruhlarımız

Yetmez mi hayatta durmadan kaçıp saklanışımız?

Hafif bir roman, rahat bir divan çözer hiddetimizi

Unuturuz belki de birbirimize ne çok sövdüğümüzü

Hafif bir ritim, romantik bi’ film çözer hiddetimizi

Unuturuz belki de birbirimize ne çok sövdüğümüzü

Büyük bir afet olsa anlaşılır acizliğimiz

Öğreniriz belki de bu dünyayı biz değiştiremeyiz

Öğreniriz belki de bu dünyayı biz durduramayız!

Durduramayacağımız ama değiştireceğimizi bildiğimiz dünyayı düşünürken gün boyu kapalı olan kamp alanımıza gelir gelmez kadınlar alanımıza gelmeye başladı.

Torunu “kızlara gidicem” diye tutturan Nazlı yanımıza uğradı. Onunla sohbet ederken alanımıza 20 dakikalık yürüme mesafesindeki çadırlarda kalan Belgin ve arkadaşı ellerinde bir sürü tandır ekmeği ile yanımıza geldiler. Öğlen yine ekmek vermek için yanımıza uğradıklarını, bizi bulamadıkları için akşam yine geldiklerini söylediler.

Depremin ilk günü yaşadıkları korkuyu anlatan kadınları dinlemek ateş üstünde yürümek kadar can yaksa da gözyaşlarımızı paylaşıp konuşmaya devam ettik. Belgin’in arkadaşı annesinin yatağa bağımlı hasta olduğunu, deprem olduğunda annesini çıkaramadığı için ne denli çaresiz hissettiğini anlattı. Orta hasarlı raporu verilen evde kalmak zorunda olan annesine bakmak için çadır alanlarına gidemeyen ve evinin bahçesinde korkuyla yaşamaya devam eden kadının aktarımları yine ve yine bakım yükünün kadınlara neler yaşattığını gösterdi.

Kadınlar tüm bunları anlatırken “birleşip bu adamı göndermemiz lazım” dediler.

Bu da Antakyalı kadınların size mesajıdır.

Ne kadar hafiflemek istesek de depremin yıkıcılığı, kadın savunmasının bitmeyen toplantısı derken nöbet saatimiz geldi ve serinletmesini istediğimiz rüzgarda üşüyerek günümüzü bitirdik.

Hatay çok güzeldi ve hala yıkıntıların arasında da güzellikleriyle göz kırpmayı becerebilen bir şehir. Biz burayı kadınlarla yedinden inşa etmek için burada olmaya devam edeceğiz, siz de gelin!