Size rağmen hayattayız ve hayatlarımızı savunmanın bizlere kurduğunuz barikatları aşmaktan geçtiğini biliyoruz; her 25 Kasım’da olduğu gibi bu yıl da sokaklarda olmaktan vazgeçmiyoruz.
Birçoğumuz 25 Kasım’ın böylesine bir mücadele gününe Mirabel kardeşlerden alınan ilhamla ve cesaretle çevrildiğini biliyoruz; Dominik Cumhuriyeti’nin faşist diktatörü Trujillo’ya karşı örülen isyanın önderlerinden Mirabel kardeşler. Bugün neoliberalizmin kendini faşizmle sürdürebildiği dünyanın dört bir yanı hala diktatörlerle dolu ve dünyanın dört bir yanında kadınlar daha örgütlü bir biçimde bu faşist diktatörlere karşı mücadele ediyor. Tabii kadın hareketinin tek derdi hiçbir zaman tek bir adam/diktatör olmadı; ailedeki reisten saraydaki reise, dini liderlerden sendika ya da sol örgütlerin içindeki erilliğe çeşit çeşit erkeklikle, ayrımcılıkla, eşitsizlikle hayatın her alanında mücadele ediyoruz. Bugün, biz kadınlar ve lubunyalar, faşist diktatörlere ve yaşamın her alanını umarsızca sömüren her iktidar biçimine en büyük tehdidiz.
Erkek-devlet şiddeti, iktidar savaşı körüklendikçe yükseliyor. Kadın cinayetleri, LGBTİ+ nefreti, erkek şiddeti, Kürt düşmanlığı iktidarın ırkçı, savaş yanlısı ve cinsiyetçi politikalarıyla derinleşiyor. İktidar savaşı içinde kimse gerçek sorunlarımızdan bahsetmiyor; her biri hayatlarımıza dair söylediklerimizi dinlemeden kararlar ya da vaatler veriyor. Cezasızlık politikalarıyla erkek faillere cesaret verilirken, haklarını ve hayatlarını savunan bizleri tutuklayarak irademizi kırmaya çalışıyorlar. Gün geçtikçe borçlanıyoruz. Dün paramızın yettiği şeyleri bugün alamıyoruz. Patlayan bomba, caddelere yığılmış polisler, sokakların gün geçtikçe güvensizleşmesi, karakollarda bizlere uygulanan şiddet… İşte böyle bir atmosferde gidiyoruz 25 Kasım’a. Kimse bizi kurtarmayacak. Bu karanlıktan ancak birlikte çakabileceğimizin bilinciyle gidiyoruz.
Gün geçtikçe yoksullaşıyor, alım gücümüz azalıyor, yapabildiklerimizden sürekli vazgeçmek zorunda kalıyor, en temel ihtiyaçlarımızı almak içinse indirim kovalıyoruz. Öğrenciler aile evlerine dönmek zorunda kalıyor ya da ranzaların çöktüğü 15 kişilik yurt odalarında kendine yer bulmak “şans” sayılıyor. Ev sahipleri daha faza kar etsin diye oturduğumuz evlerden çıkarılmaya zorlanıyoruz. Ucuz olsun diye güneş almayan, sağlıksız ve kötü koşullarda barınmaya mecbur bırakılıyoruz. Barınma sorunu translar ve göçmenler söz konusu olunca daha derinleşen bir sorun haline geliyor. Artan kiralar translar ya da göçmenler ev tutmak isteyince 3 katına çıkıyor ve trans olmak, göçmen olmak mülk sahiplerinin ev vermemeleri için “sebebi” haline geliyor.
Böyle bir yoksulluk nasıl “sürdürülür”? Enflasyonun zirveye çıktığı, pazarda meyve-sebze fiyatlarının haftadan haftaya arttığı bu dönemde tencereyi kaynatan kim? Deterjan alamadan ev temizliği yapan kim?
Yoksulluk, hayat pahalılığı günbegün artarken kadınların ücretsiz emek yükü büyüyor. Kadınların zamanlarından, arzularından ve bedenlerinden vazgeçerek sürdürdüğü böylesine büyük bir yük, aile içi şiddetle ve şiddeti önleyen mekanizmaların kaldırılmasıyla kadınların üstlerine bindiriliyor. Kadın katilleri cezasızlıkla ödüllendiriliyor, kadına yönelik ev içi şiddet dini reisler ve iktidar tarafından cesaretlendiriliyor. İlk sorumuza dönersek; böyle bir yoksulluk ancak erkek şiddeti ile “sürdürülür.”
Aile dışında kadınların varlığını yok sayan Erdoğan, aileye dair anayasa değişikliğini daha yeni gündeme getirdi. Çünkü iktidar için aile demek kadının ücretsiz bakım emeğine el konulması, ensestin, çocuk istismarının sessizce üstünün kapatılmas, trans ve eşcinsel çocukların şiddet görmesi ve kadınların “koca dayağına” susması demek. İktidar için aile demek kadınların emeğini ve bedenini, tüm yaşamını denetlemek demek. Tabii sadece Erdoğan değil, tek adam ve adamcıklar her yerde kadın ve LGBTİ+ düşmanlığıyla aile savunuculuğu yapıyor. Türkiye’nin dört bir yanında LGBTİ+ karşıtlığına dayalı nefret yürüyüşleri yani kendi tabirleriyle “büyük aile buluşmaları” düzenlendi. Sırtını bir yandan İslamcılığa bir yandan tek millet tek devlet faşizmine dayayanlar bu yürüyüşlerde buluşup LGBTİ+ nefreti örgütlüyorlar. LBGTİ+ düşmanlığı heteronormatif düzenin ve ailenin temelidir. LGBTİ+ düşmanlığı kadınların görünmez emeğinin sömürüsü gibi faşist iktidarların kendini sürdürmesinin koşuludur. Sadece iktidar partisi değil bu gericiliğe muhalefet de sırtını dayıyor; bazen sessiz kalarak bazen de kimlik bilgilerini akbilde zorunlu kılan LGBTİ+fobik ama en çok da transfobik uygulamalarıyla.
Bu yıl yapılan Onur Yürüyüşü’nde sadece İstanbul’da 373 kişi gözaltına alındı. Bu ülkede gökkuşağını yasaklamaya çalıştılar. Her eylemde dövizlerimizi kontrol etmeye çalışan polis, içinde LGBTİ+ sloganı geçen döviz ve gökkuşağı bayraklarını eylem alanına sokmamaya çalışırken nefret yürüyüşlerinin korumalığını yapıyor. Polis ve bekçi sayısı sokaklarda gün geçtikçe artıyor, İran’daki gibi sokaklar “ahlak” bekçileriyle donatılıyor. Sadece eylem yaparken değil, gündelik hayatımızın her anını faşizm şekillendiriyor. Basın açıklamaları bile polis ablukası altında geçiyor. Polis Hanifi Zengin’in taciz ettiği ve şiddet uyguladığı görüntüler gün gibi ortadayken hakkında soruşturulmaya izin verilmedi.
Size rağmen yaşıyoruz. Biz kadınlar ve lubunyalar bu ülkenin polisine rağmen hayattayız. Nevin Yıldırım ona tecavüz eden erkeği öldürdüğü için müebbet hapis cezası aldı, birçok Kürt kadın siyasetçi hapiste ve polis tacizine, işkencesine maruz bırakılıyorlar, Mücella gezide olduğu için hapiste, Şebnem Hoca kimyasal silahla ilgili soruşturma açılsın dediği için.
Size rağmen hayattayız ve hayatlarımızı savunmanın bizlere kurduğunuz barikatları aşmaktan geçtiğini biliyoruz; her 25 Kasım’da olduğu gibi bu yılda sokaklarda olmaktan vazgeçmiyoruz. Patlayan bombalarla ve her sokağa yığdınız polislerle yaratmaya çalıştığınız korku ortamı hayatlarımızı, haklarımızı ve birbirimizi savunmaktan vazgeçiremeyecek.
Birbirimizi biliyoruz. Gündelik hayatımızda birbirimizi gözler olduk; erkek şiddetine karşı birbirimizi kollamak, savunmak için. Beraber barikatlar yıktık, polis şiddeti karşısında birbirimizi savunduk, erkek adalete karşı gerçek adaleti savunmak için mahkeme salonlarını doldurduk birlikte. Eylem insanı başka yapar. Başkalaştık birlikte; erkek şiddetinin münferit olmadığını öğrendik, ücretsiz emeğimize sahip çıkmayı, her birimizi sömüren ailenin LGBTİ+ düşmanlığı üzerine inşa edildiğini.
Onlar aile ve siyasal “reislerle” aile savunuculuğu yaparken bizler AİLENİZ BATSIN diyoruz, onlar polis şiddetiyle bizi yıldırmaya çalışırken GELSİN BABA, GELSİN KOCA GELSİN DEVLET GELSİN JOB İNADINA İSYAN diyoruz, onlar bizi biat ettirmeye çalışırken biz SUSMUYORUZ KORKMUYORUZ İTAAT ETMİYORUZ diyoruz çünkü bu karanlıktan bizi dayanışmamız ve mücadelemiz çıkaracak. Öfkemizden ve birbirimizden vazgeçmeyelim; bu 25 Kasım’ı da Mirabel kardeşlerden aldığımız cesaretle faşizme karşı örgütleyelim!
Yorumlar