Kesintisiz bir süreçten bahsettiğimizi, taleplerimizin ve mücadelemizin sadece yasaları uygula sınırında kalamayacağını söyleyebiliriz. Zaten patriyarkanın karşısında ve onunla mücadele eden bir hareket olmak sistem içi bir dönüşümün mümkün olmadığını bilmek demek. Feminizm bütün kadınları bu “acı ama gerçek” bilgiyle donatıyor. Bunu kadınların varoluşlarını denetim altına almaya çalışan dinci ve faşizan politikalara ve erkek şiddetine karşı mücadeleyle birleştirebiliriz
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde yine binlerce kadının katıldığı eylemler yapıldı. Çoğu yerde sayıca geçen senelerin üstüne çıkan kitlelerle ve çok büyük bir öfkeyle sokağa çıktı kadınlar. Daha önce eylem yapılmayan ilçelerde bile 25 Kasım’da sokağa çıkılmış olması Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nün tıpkı 8 Mart gibi bilinen bir isyan gününe döndüğünü gösteriyor. Mersin’de, Antakya’da, Adana’da, İstanbul’da kadınların, önüne dikilen polis barikatlarını aşmaktaki inatçılığı da geçtiğimiz yıllardan çok daha güçlüydü. Eylemlerin örgütçülerinin bir kısmının “kitle platformlardan daha radikaldi” değerlendirmesi önemsenmesi gereken bir değerlendirme. Bir diğer belirgin nitelik bir önceki gün döviz kurundaki yükselişin de etkisiyle “hükümet istifa” sloganının bütün eylemlere damga vurmuş olması. Geçtiğimiz yıl boyunca Erdoğan’ın kararıyla Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi ülkenin dört bir yanında kadınların sözleşmeyi savunan, iktidarın kadın düşmanı politikalarına artık yeter diyen eylemleriyle karşılanmıştı. Özellikle 1 Temmuz günü Taksim’de vücut bulan politik iddia ve mesaj netti, güçlüydü. Kadın hareketinin, iktidar çekilse de “biz bitti demeden bitmez” ve bundan sonra kazanımlarımızın yasalarda yeri olmasa da korunması, savunulması ve uygulatılması bizde diyen cüreti milyonlarca kadının aklına, kalbine ve eylemine kazındı. İşte bu uzun mücadele sürecinin bütün yorgunluklarına ve tartışmalarına rağmen yarattığı etki son yıllarda gördüğümüz en güçlü 25 Kasım eylemlerini açığa çıkardı. Kadınlar sadece eylem gününde değil tek tek ve birlikte hayatın her alanında direnişte. Bu sözün sadece bir ajitasyon olmadığını kadınların, erkek şiddetinden, yoksulluğa, işsizliğe, Diyanet fetvalarından, her şeyi denetlemeye ve yasaklamaya çalışan baskıcı uygulamalara ve bunların evde, sokakta, metroda, işyerindeki görünümlerine karşı gündelik hayatın içindeki pratiklerine bakarak görebilirsiniz. Bütün bu veriler kadın hareketinin, feministlerin ve feminist örgütlerin mücadelesinin geldiği noktaya ve hareketin örgütlü öznelerinin ne yapacağına dair değerlendirme yapmasını ve ülkenin içine girdiği (seçimleri de içine alan) çatışmalı sürece dair hareket planı çıkarmasını zorunlu kılıyor.
Bu sene Erdoğan ve iktidardaki AKP-MHP ittifakı 25 Kasım’ı şatafatlı programlar açıklayarak karşılamadı. Oysa 1 Temmuz öncesi adı geçen “Ankara Sözleşmesi”nin, ilan edilen acil eylem planlarının gösterişli basın toplantılarıyla duyurulmasını beklerdik. Ancak bu olmadı. AKP Kadın Kolları 81 ilde parti binaları önünde yaptığı basın açıklamalarında “Şiddete karşı kadın-erkek omuz omuza mücadelemizi sürdüreceğiz” ve “kadına yönelik şiddet konusu, üzerinden siyaset yapılmayacak kadar hassas ve insani bir konudur” dedi. Bu açıklamalarda da görüldüğü gibi AKP artık biz kadına yönelik şiddeti önlemek için her şeyi yapıyoruz, konu suiistimal ediliyor ve şiddet kötü zihniyetlerin eseri dışında bir şey söylemiyor. AKP-MHP faşizminin kadın düşmanı karakterinin örtüye ihtiyacı yok. Kadınlar da bunu görüyor. Bu nedenle de öncelikle bu iktidardan kurtulmak istiyor. Bin bir emekle örülen mücadelelerin, kurulan kadın dayanışmalarının, talep edilen hakların dayandığı barikat sadece yükseltilmiş ve demir kelepçelerle güçlendirilmiş polis barikatları değil. AKP-MHP iktidarının yıkılması gerekiyor. Ve kadın örgütleri, feminist örgütler, AKP’nin ilk yıllarından itibaren neoliberal politikalara, kadınların bedenlerine yönelen saldırılara, savaş politikalarına, kadına yönelik erkek şiddetine ve kadın cinayetlerine, dinci gerici politikalara ve LGBTİ+ düşmanlığına karşı örgütledikleri direnişle bu iktidarın gidişinde söyleyecek sözü ve yapacak eylemi en çok olanlar. Bu açıdan “hükümet istifa” sloganı bütün ülkede sokağın ve sosyal medya mecralarının ana sözüyken kadın hareketi “İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen hükümet istifa” ya da “kadınları yoksullaştıran hükümet istifa” sözünü eylemlerinin belirgin bir talebi haline getirebilmeli.
AKP-MHP iktidarının gitmesini isteyen sadece kadınlar değil elbette. Bu ay içinde 6 parti, Millet İttifakı altında uzlaştıkları programı tamamlayacak. Hazırlanan program metninde kimi çekinceler nedeniyle İstanbul Sözleşmesi ifadesinin geçmediğini basından öğrendik.[1] “Sınır namustur” pankartını parti binalarına asanlar, ülkede kirli savaş yıllarının İçişleri Bakanlığı’nı yapan, birçok faili meçhul cinayetin ve işkencenin sorumlusu olan Akşenergiller, İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden imzalayacağız dese de biz kadınlar için inandırıcı değildir derken, Millet İttifakı sözleşmenin adını anmaktan bile vazgeçmiş. Yani Türkiye’de hem kadınlara hem de halkın tamamına sokağa çıkmayın, erken seçim isteyin, gerisi bende diyen CHP-İYİ Parti ve AKP artıklarından oluşan ittifakın, kadınların iktidara öfkesini ve kadın hareketinin gücünü arkasına alma isteğinden öte bir politikasını henüz görmedik.
Bu ortamda “üçüncü ittifak”, “halk ittifakı”, “demokrasi ittifakı” gibi adlarla halkın Cumhur ve Millet İttifakı seçeneklerine mahkûm olmadığını anlatmaya çalışan anlamlı tartışmalar da yürüyor elbette. Ama sadece tartışma düzeyinde desek hak yememiş oluruz. İğneden ipliğe her şeye her gün zam geliyorken, halk geçinemiyor, yarınını göremiyor ve her konuşma fırsatı bulduğunda artık yeter diyorken kurulacak ittifakların başka bir niteliğinin olması gerektiği kesin. Öte yandan bütün bu tartışmalar her fırsatta övgülerle söz edilen kadın hareketinin zaten var olduğunu sayarak yapılmamalı. AKP iktidarı boyunca bir adım geri atmayarak direnen hareketlerin öznesi olabileceği ve çalışma tarzını genelleştirebileceği politik-pratik zeminler olmadan yeni seçenekler yaratılması gerçekten zor.
Siyasetin farklı uçlarındaki akışlar elbette daha çok konuşulacak, ilerleyecek. Feminist siyasetinse bu süreçte protestocu bir hareket inşa etmekten öte bir anlamı olmalı. Bugün dünya çapında egemenlik sistemi krizini de kapsayan kapitalist ekonomik kriz, ücretli ve ücretsiz bakım emeği alanlarını kapsayan toplumsal yeniden üretim krizi, iklim krizi biçimine de bürünen ekolojik kriz, ırkçılık, kadın düşmanlığı, dincilik, otoriterlik, faşizm üreterek derinleşen siyasal kriz iç içe yaşanıyor. Türkiye’de devlet krizinin, ekonomik krizin ve toplumsal krizin üst üste bindiği onarılması zor bir yapısal kriz var. Bu ortamda haklı olarak eylemlerimizde “kadınlar devrim istiyor” sözü taşınıyor.
Bugünü isteyen yarını kuran kesintisiz bir devrim
Kadınların devrim isteği, AKP iktidarının kadınlardan çaldıklarını geri almak, bu iktidardan kurtulmayı ve hesaplaşmayı kapsadığı kadar eşit, özgür ve laik bir ülkede yaşama isteğini de kapsıyor. İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden imzalatmak kadar kadınların emeğine farklı biçimlerde el koyulmasını sağlayan patriyarkal kapitalizme karşı mücadeleyi de kapsıyor. Siyasette eşit temsil istediği kadar erkek siyaset biçimlerinin, zeminlerinin hepsini alaşağı etmeyi de hedefliyor. Bu açıdan kesintisiz bir süreçten bahsettiğimizi, taleplerimizin ve mücadelemizin sadece yasaları uygula sınırında kalamayacağını söyleyebiliriz. Zaten patriyarkanın karşısında ve onunla mücadele eden bir hareket olmak sistem içi bir dönüşümün mümkün olmadığını bilmek demek. Feminizm bütün kadınları bu “acı ama gerçek” bilgiyle donatıyor.
Kürtajın fiilen yasaklandığı, boşanmaların fiilen zorlaştırıldığı, kadınların yoksullaştığı, özel alana, aile içine doğru itildiği ancak öte yandan da kayıt dışı, esnek çalışma biçimleriyle güvencesiz olarak piyasaya sürüldüğü bir sistem. Bütün çelişik görünen yanlarına rağmen hayatlarımızı giderek zorlaştırıyor. Bu durum pandemide bakım işlerinin neredeyse tamamının kadınların üzerine yıkıldığı ve işten çıkarak ya da evden çalışarak kadınların bu sorumluluğu üstlenmek zorunda bırakıldığı katmerlenmiş bir emek sömürüsü ortamı yarattı. Gerek ücretli çalışan kadınların gerekse tam zamanlı ev kadınlarının konumlarını aileye ve mevcut toplumsal cinsiyet ilişkilerine bağlı kalmadan güçlendirecek talepler ve eylem biçimleri üretebiliriz. Bunu kadınların varoluşlarını denetim altına almaya çalışan dinci ve faşizan politikalara ve erkek şiddetine karşı mücadeleyle birleştirebiliriz.
Feminist hareketin bir eşikte durduğunu söylemek abartı mı? On yılların birikimi, üretkenliği, eylemciliği ve milyonlarca kadının güveniyle bir sonraki büyük protesto günümüzü mü bekleyeceğiz, yoksa kadınların acil taleplerini en güçlü şekilde meydana çıkarmaya, kentlerin çeperlerine yayılan yan yana gelişleri örgütlemeye, özsavunma ağları kurmaya hemen bugünden mi başlayacağız? Yapabileceğimizi biliyoruz.
Dipnot:
[1]https://www.gazeteduvar.com.tr/6-parti-parlamenter-sistemde-uzlasti-14-aralikta-nokta-konulacak-haber-1543793
[Bu yazı Sendika.Org ile eş zamanlı olarak yayımlanmaktadır.]
Yorumlar