Bir suç ortaklığı hikayesi

İstanbul Sözleşmesi’nin resmi olarak yürürlükten kaldırılacağı tarih 1 Temmuz’a kadar yapacağımız İstanbul Sözleşmesi savunma programımızı harcını kadın düşmanlığıyla karan bu kontrgerilla koalisyonunun iktidarını sarsacak şekilde örgütleyelim. [sendika.org'dan derlenmiştir.]

Bir suç ortaklığı hikayesi

17 günlük sözde “kapanma” günlerini, bir yılı aşkın süre önce yurtdışına kaçan faşist mafya lideri Sedat Peker’in art arda yayımladığı videolarla, devletin nasıl bir ittifak ilişkileri içinde olduğunu izleyerek geride bıraktık. Videolar gelmeye ve devletin tüm yapısı, işleyişi bir kez daha tüm toplumun gözü önüne serilmeye devam ediyor. İktidarda kalmak ve çarkları döndürmek için atılan her adım kadınların, gençlerin, işçilerin, toplumun yaşam hakkı gasp edilerek sağlanmış. Pandemi döneminde aslında anbean yaşamın tüm alanında yaşadığımız zorluluklar düzenlerinin köhnemişliğini teşhir etmeye yetmişti. Gerçek tüm çıplaklığıyla karşımızda durur hale gelmişti: Devlet bir suç örgütü.

Şimdi bu gerçeklik üzerinde durmaya çalışalım. Sedat Peker yayımlanan ikinci videosunda; Elazığ’da 29 Mart 2019 tarihinde evinde ölü bulunan, 27 Mart’ta da kendisini röportaj için özel olarak çağıran Tolga Ağar tarafından cinsel saldırıya uğradığı yönünde iddialar olan 21 yaşındaki genç gazeteci Yeldana Kaharman’ı hatırlattı. İsmi geçen şahıs herkesin bildiği gibi Mehmet Ağar’ın oğlu. Resmin tamamını gözlerimizin önüne getirelim. Kontrgerillanın 40 yıllık önemli ismi, şimdilerin marina işletmecisi Mehmet Ağar. Yelda Kharman’ın şüpheli ölümünde ismi geçen, cinsel saldırı faili Tolga Ağar ve Barış Akademisyenlerinin oluk oluk kanlarını akıtıp o kanda duş alacağını söyleyen Sedat Peker. Las-tesis eylemleri sırasında “Eğer devam ederlerse ben İçişleri Bakanı’yım, kanuna rağmen, Anayasa’ya rağmen en geniş hakkımı kullanacağım” diyerek kadınları hedef gösteren Süleyman Soylu.

Nadira Kadirova, AKP milletvekili Şirin Ünal’ın evinde ölü bulunuyor. Tolga Ağar’ın cinsel saldırıda bulunduğu Yeldana Kaharman iki gün sonra evinde ölü bulunuyor. Şimdi Peker, kontrgerilla ilişkilerinden tasfiye edildikten sonra, tecavüzcüleri ve kadın düşmanlarını kendince teşhir ediyor olsa da o da aynı erkeklik dünyasından azade değil. Kontrgerillanın içindeki bu krizde kadınların bedeninin, yaşamı dillerde. Peker “namus” kavramı altında kadınları korunması gereken bir mal varlığı olarak görüyor. İçişleri Bakanı olacak şahsiyet Peker’i aşağılamak için “karısının iç çamaşırına saklanan adam” ifadesini kullanarak yine kadın düşmanı erkek yüzünü bir kez daha gözler önüne seriyor.

Güç sahibi, birbirinden suçlu bu faşo ağalar arasında kurulan erkek işbirliği, kadınlara karşı işlenen her türlü insanlık suçunun üstü örtüyor. Katillerin mecliste olduğu ve kadınların yaşam hakkını gasp eden bir koruma çemberi ören devlet artık bir suç örgütü olduğunu ilan ediyor. Bir gece vakti Erdoğan’ın ağzından çıkan söz ile kadınların en yaşamsal haklarından birini feshetme yetkisini kendinde bulacak cürete sahip rejimin başlıca kurucu ideolojik ve pratik yüzünden birinin erkek egemenliği olduğu gerçeği ile birlikte…

Tesadüf mü?

Bedeni kullanılıp atılan bir nesneye, salt bir egemenlik alanına indirgeyen bu erkek şiddeti rejiminin İstanbul Sözleşmesi’ne saldırması tesadüf mü? Adım adım gidelim. İstanbul Sözleşmesi’ne göre devlet; tüm kurum, organ ve temsilcileri dahil olmak üzere kadınlara karşı şiddet eylemine girişmekten imtina etmek zorundadır. Yukarıda tasvir edilen tabloda devlet aslında Sözleşme’nin temel maddelerinden birini bizzat çiğnemektedir. Şiddet eylemine girişen organları, temsilcileri kendi içinde barındırmak, işbirliği kurmak, erkek şiddeti faillerini korumakla suç işlemektedir. AKP-MHP ittifakı, mafya-kontrgerilla yapıları, kadınları ikincil bir cinsiyet olarak gören devlet erkanı bu suçun failidir. Toplumsal açıdan artık erkek şiddetine karşı mücadele etmek ya da şiddetin karşısında sessiz kalarak bir suçun faili haline gelmek dışında bir seçenek kalmamıştır. Bir diğer önemli ilke olarak; “İstanbul Sözleşmesi, erkek şiddetine karşı kadınları koruma, şiddeti önleme, şiddeti kovuşturma ve politika üretme konusunda taraf devletleri bağlayıcı yükümlülükler getirir. “ yapılan saldırı ile aslında devlet tüm bu sorumlulukları üzerinden atarak işlediği suçları toplumun gözü önünde meşru kılmaya çalışıyor. Bakın bir gecede İstanbul Sözleşmesi’nin feshiyle katiller aklandı, ataerkil pazarlık sağlandı. Böyle oldu zannediyorsanız; kadınlar için ne failler aklandı ne de kadınların pazarlığa niyeti var! Tüm insanlığı çıplak hayatlara dönüştürme, kendi bedeni, emeği ve hayatı üzerinde karar verme hakkını elinden alma siyaseti faşizmin adı eğer “Salgın yönetimi” olduysa tüm çıplaklığı ile karşımızda duran bu faşist erkek iktidara karşı sesimiz yankılansın: “NadiraKadirova’ya Ne Oldu?, Yelda Kharman’a Ne Oldu?”

İktidar sahipleri bir şiddet faili olarak karşımıza çıkıyorsa, toplumun gözü önünde İstanbul Sözleşmesi’ne saldırarak aslında erkek şiddetini meşru kılarak suç işliyorsa bu suç ittifakına karşı kendi yaşamlarımızı savunmak haktır. Ve bugün faşist iktidarların erkek yüzünü alaşağı etmek aslında erkek şiddetinin kaynağını ortadan kaldırmak kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin gündemidir. Çünkü bu suç ortaklığı hikayesinin beslendiği ve işbirliği yaptığı yer aynıdır: Patriyarka.

O zaman daha önce yaptığımız gibi sokak sokak, meydan meydan suçluların karşılarına dikilelim ve gerçekleri haykıralım. İstanbul Sözleşmesi’nin resmi olarak yürürlükten kaldırılacağı tarih 1 Temmuz’a kadar yapacağımız İstanbul Sözleşmesi savunma programımızı harcını kadın düşmanlığıyla karan bu kontrgerilla koalisyonunun iktidarını sarsacak şekilde örgütleyelim. İstanbul Sözleşmesi’ni bir gecede feshetmeye kalkan “ihtişamlı” 12. Cumhurbaşkanına da faşist çetelerine de güçlü bir yanıt daha verelim.

[sendika.org’dan derlenmiştir.]

Yorumlar