Bilimin öncü kadınları için resimli bir şölen

Ada Lovelace, Marie Curie, Jane Goodall, Mae Jemison ve onca kültürel eşitsizliğe karşı, merakları galip gelen daha pek çok öncü kadın.   MARIA

Ada Lovelace, Marie Curie, Jane Goodall, Mae Jemison ve onca kültürel eşitsizliğe karşı, merakları galip gelen daha pek çok öncü kadın.

 

MARIA POPOVA

Öncü bilim insanı Vera Rubin, 1930’larda henüz küçük bir kız çocuğuyken, henüz bu işi yapan gerçek biriyle tanışmamış olsa da, büyüyünce bir gökbilimci olmanın hayaliyle yaşıyordu. Yıllar sonra, saygın Palomar Rasathanesi’nde gözlem yapma hakkını elde ederek ve karanlık madde’yi keşfederek uzay biliminin üzerindeki cam tavanı parçalamasının ardından Rubin, “Bir gökbilimci olamayacağım düşüncesi aklımın ucundan geçmemişti” diyecekti. Bu fikrini güçlendiren ise Rubin’in, olasılıklara dair ufkunu genişletirken, benzer rol modellerle güçlenen bir kültürün ortasında bir kız çocuğunun günün birinde astronom olabileceği fikrinin tohumlarını atan, – ilk Amerikalı kadın gökbilimci ve bilim kadınlarının ömürlük önderi – Maria Mitchell hakkında bir çocuk kitabıyla karşılaşması olmuştu. Bir yandan, biri kendisi de bir gökbilimci olacak olan kızı da dahil, ilerde hepsi bilim alanında doktora ünvanını kazanacak olan üç çocuğunu büyütürken Rubin, bir astronom oldu – aslında tüm dünyada, yaşamış en büyük gökbilimcilerden biri oldu -. Doğrusu Rubin’in hala bir Nobel Ödülü’ne layık görülmemiş olması gülünç olduğu kadar, kültürümüzün bilimdeki eşitsizliğinin uzun tarihinin de itirafı sayılır.

Rubin, ressam ve yazar Rachel Ignotofsky’nin Bilim Kadınları: Dünyayı Değiştiren 50 Korkusuz Önder başlıklı kitabında yer verdiği elli olağanüstü kadından yalnızca biri. Kitap, 4. yy’da yaşamış olan antik gökbilimci, matematikçi ve filozof Hypathia’dan, 1977’de doğan İranlı matematikçi Maryam Mirzakhani’ye, keşif ve icatlarla somutlaşan merakın fethini STEM* adıyla kısaltmamızdan çok daha öncesinden beri bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında çalışma yapan nüfuzlu ve etkileyici kadınlara yapılmış resimli bir reverans niteliğinde.

*STEM; Bilim, Teknoloji, Mühendislik, Matematik

Her ne kadar aykırı duruşun bilim ve hayatta bir avantaj olduğunu kabul etsek de, örnek karakterler genç yürekleri, şu ya da bu şekilde kendilerine benzeyen insanların da tamamen farklı yaşamlara özgüymüş gibi görünen alanlarda başarıyla var olabileceklerine dair cesaretlendirmede etkili olabilirler. Ignotofsky’nin kitaba geniş bir etnik köken, tabiiyet, yönelim ve kültürel gelenek yelpazesinden bilim insanlarını dahil etme çabasının arkasında yatan perspektif de budur.

On yıllarca, hatta yüzyıllarca umut ışığı olan öncüler bazıları: dünyanın ilk de facto bilgisayar programcısı Ada Lovelace; Nobel ödülü kazanan ilk kadın olmakla beraber, bugüne kadar iki farklı bilim dalında Nobel Ödülü alan tek bilim insanı Marie Curie (hemen akabinde hakettiği Nobel ödülünden dışlanmıştı) ; “Bell Hanım, yirminci yüzyılın en büyük gökbilim keşfini yapmış bulunuyorsunuz!” nidasıyla karşılanan Bell Burnell; kelebek metamorfozu ile ilgili çalışmaları entomoloji ve doğa tarihi örneklerinde devrim yaratan 17. YY Alman doğa bilimci Maria Sybilla Merian; olağanüstü engellere karşı çocukluk hayallerini gerçekleştiren, daha da ileri giderek tüm bilim dünyasından önce insan dışı canlılardaki bilinci anlamaya yönelik çalışan bir diğer öncü Jane Goodall.

Bununla birlikte, ortak noktaları sahip oldukları doyumsuz merak duygusunu bilgiye dönüştürme dehası ve taşıdıkları iki adet X kromozomu olan, daha az tanınmış olsalar da hiç de daha az sıradışı olmayan mühendisler, fizikçiler, kimyagerler, genetikçiler, yer bilimciler, mucitler, biyologlar ve her alandan bilim kadınlarını da unutmamak  gerekir.

Bilim kadınlarının tarihindeki önemli anların bir dökümü, STEM alanlarındaki endişe verici cinsiyet ayrımı istatistikleri ve laboratuvar aletlerinin de bir görsel dizini olarak mikro-biyografilerle örülmüş bir görsel bilgi deposu.

Ignotofsky kitabın giriş bölümünde, her ne kadar bilimin kendisi bin yaşında olsa da, bilim kadınlarının uzun yıllar önce olduğu gibi bugün de nelere karşı mücadele verdiğini ortaya koyuyor:

Hiçbir şey pantolon giymiş bir kadın kadar belayı çağrıştıramaz. En azından 1930’larda hakim olan kanı buydu; Barbara McClintock’ın Missouri Üniversitesi’ne pantolonla gitmesi skandal olarak görülmüştü. Daha da fenası, girişken, direkt, fazlasıyla akıllı ve erkek meslektaşlarından kat be kat daha becerikliydi. Sokağa çıkma yasaklarını delerek öğrencileriyle geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalsa bile, işini en iyi şekilde tamamlamak için kendi bildiği yoldan şaşmazdı. Şayet bütün bunlar size de iyi bir bilim insanının nitelikleri gibi görünüyorsa, haklısınız. Fakat o zamanlar bütün bunlar bir kadın için pek de olumlu özellikler olarak görülmezdi. Zekası, özgüveni, kuralları yıkma arzusu ve tabi ki pantolonları ezber bozuyordu.

Barbara, Cornell Üniversitesi’nde mısır kullanarak kromozom haritası çıkardığı bilim dünyasında çığır açan çalışmasıyla halihazırda genetik alanına damga vurmuştu. Bu çalışma, bilim tarihindeki önemini korumaya bugün de devam ediyor. Yine de, Missouri Üniversitesi’nde çalışmaya devam ederken halen fazla cüretkar ve hiç de hanımefendi olmayan bir kadın olarak görülüyordu. Öyle ki, fakülte toplantılarından dışlandı ve araştırma desteği kısıtlandı. Evlenmeye kalkarsa işten atılacağını ve artık hiçbir yükselme şansı kalmadığını anladığında, buna daha fazla katlanamayacağına karar verdi.

Tüm kariyerini riske atarak, çantasını topladı; Barbara, değerinden ödün vermeme kararlılığından başka hiçbir plan yapmadan hayalindeki işi bulmak için yola koyuldu. Bu kararı sayesinde gün boyu keyifle araştırma yapmaya koyuldu ve nihayet “zıplayan gen”leri keşfetti. Bu keşif ona bir Nobel Ödülü kazandıracak ve genetik bilimine bakış açımızı sonsuza dek değiştirecekti.

Barbara McClintock’ın öyküsü benzersiz değil. İnsanlık dünya hakkında  sorular sordukça, kadınlar ve erkekler aradıkları cevapları bulmak için gökyüzündeki yıldızlara, taşların altına ve mikroskop camlarına bakmaya devam ettiler. Kadınlar ve erkeklerin bilgiye aynı ölçüde susamış olsalar da, cevapları bulmaları için kadınlara her zaman aynı imkanlar tanınmamıştır.

Bu noktada, – Amerikan Sanat ve Bilimler Akademisi’ne oybirliğiyle kabul edilen ilk kadın ünvanını kazanmasını da sağlayan, teleskopik kuyrukluyıldızları keşfeden ilk bilim insanı – Maria Mitchell’in hayatı boyunca hiçbir üniversiteye öğrenci olarak adım atma imkanı bulamamış olmasına rağmen kazandığı üç onur ödülünü hatırlamadan edemiyorum. Ignotofsky, tüm bu kadınların marifetlerini daha da etkileyici kılan onca yürek burkan eşitsizliği gözler önüne seriyor:

Sonunda kadınlar yüksek öğrenime erişim imkanlarına kavuştuklarında ise, genellikle ortada bir bityeniği vardı; genellikle çalışabilecekleri bir yer, finans kaynağı ve itibar sağlanmazdı. Kadın olduğu için üniversiteye girmesine izin verilmeyen Lise Meitner, radyokimya deneylerini karanlık bir bodrum katında yapmak zorunda kalırdı; laboratuvar için fon sağlanmadığından, fizikçi ve kimyager Marie Curie tehlikeli radyoaktif elementler üzerindeki çalışmalarını küçük, tozlu bir barakada yapardı; astronomi tarihindeki en önemli keşiflerinden birini yaptıktan sonra bile Cecilia Payne-Gaposchkin, çok az tanınmakla birlikte, kadın olduğu için onlarca yıl daha teknik asistanlıkla sınırlandırıldı. Yaratıcılık, ısrar ve keşfetme tutkusu bu kadınların ellerindeki en önemli araçlardı.

İllüstrasyonlar © Rachel Ignotofsky

*Rachel Ignotofsky yazdı ve çizdi. Kadın Savunması için Sena Çenkoğlu çevirdi.

Kaynak için tıklayınız.

Yorumlar