İsyanın dansı, dansın isyanı: Suçlu sensin! – Çağla Akdere

İhtişamlı bir devlet binasının önünde, günler önce eşitlik ve özgürlük taleplerinin yükseltildiği isyanlara ev sahipliği yapan kent meydanlarında, yüzlerce kadının “Suçlu sensin” haykırışıyla yaptığı dansın, beden hafızalarına kazınmış korkuyu bir kenara atma; eşitlik ve özgürlük talebini yükseltme çağrısını bedensel bir hafıza olarak da tanıdı, selamladı ve tekrarladı

Bedensel hafızayı birçoğumuz duymuşuzdur. Ama bilmeyenler için bedensel hafıza, vücudumuzda kayıtlı duyusal bir hafızadır: Bir anın, bedensel bir eylemin veyahut duygunun hafızasıdır. Mesela bir yemeğin kokusu seni yıllar önce oturduğun bir sofraya götürüverir sen farkında olmadan, eğer evini bir kediyle paylaştıysan her kapıyı temkinli açarsın evden kaçacak refleksiyle. Mesela ben ne zaman bir yerde “Sana ne” şarkısını duysam bir anda kendimi 8 Mart gününde, İstiklal Caddesi’nde, erkek egemenliğinin gücüyle kadınların hayatının her anına karışma hakkını bulanlara karşı isyan eden kadınların arasında bulurum. Öyle bir şeydir ki beden hafızası, hiçbir zaman kuru bir fikir olarak değil, her zaman duygusuyla birlikte gelir.

O yüzden Ceren Özdemir’in o son bakışı o kadar tanıdık geldi bize. Bir sokakta yürürken, arkamızdan gelen o ayak sesinin sahibine bakıp bakmama kararsızlığımızı hatırlattı. Çoğu zaman “ya yanılıyorsam” deyip sessiz kalışımızı. Korkumuzu, tedirginliğimizi. Çünkü Ceren, aynı bedensel hafızaya sahip tüm kadınlar, yani bizdik aslında…

O yüzden Şili’de o kocaman binanın ne binası olduğunu ilk başta bilmese de, İspanyolca sözleri ilk başta anlamasa da Las Tesis eylemi Türkiye ve dünyada milyonlarca kadını, insanı heyecanlandırdı. Çünkü dünyanın her yerindeki kadınlar, belli ki kadın düşmanlığının bir parçası olan ihtişamlı bir devlet binasının önünde, günler önce eşitlik ve özgürlük taleplerinin yükseltildiği isyanlara ev sahipliği yapan kent meydanlarında, yüzlerce kadının “Suçlu sensin” haykırışıyla yaptığı dansın, beden hafızalarına kazınmış korkuyu bir kenara atma; eşitlik ve özgürlük talebini yükseltme çağrısını bedensel bir hafıza olarak da tanıdı, selamladı ve tekrarladı. İşte böylece kadınlar “ihtişamlı” bir binanın önünde bağıra bağıra şarkı söyleyip dans edince, “Sözleri anlamıyorum ama çok heyecanlanıyorum,” cümlesi de peşinden geldi ve Meksika, İspanya, ABD, Fransa, Lübnan’da kadınlar aynı dansın eşitlik ve özgürlük çağrısıyla sokaklara döküldü. Kadın hareketi binlerce kadının beden hafızasıyla, eşitlik, özgürlük ve adalet için yapılan bir dansı bir isyan eylemi haline getirdi. Demek ki, “dans” hiçbir zaman salt dans değil imiş.

Her neredeysem, ne giydiysem suç bende değil

Elbette dansı dans olmaktan çıkartıp bir isyan eylemine dönüştüren günlerden geçiyoruz. Ve 2019 yılı dünyanın dört bir yanında irili ufaklı isyanlara ev sahipliği yaptı, yapıyor… Bu isyanlar farklı talepleri içerse de, hepsinin ortak sözü eşitlik, özgürlük ve adalet.

Las Tesis’in 25 Kasım’da Şili’de Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı önündeki “Yolundaki Tecavüzcü” isimli danslı performansı tüm dünyadaki bu eşitlik, özgürlük ve adalet taleplerini birbirine bağladı. Öyle ki, kısa sürede bu dans, dünyanın farklı ülkelerinde, şehirlerinde, adliye önlerinde, zamanının en büyük toplama ve işkence kampı olan bir stadyumda, okullarda, parklarda her yerde uluslararası isyancı bir anlam kazandı. Çünkü hem sözler hem de dans eden kadınların dansının anlattığı bedensel hafıza çok tanıdıktı.

Mesele bizim açımızdan 

Patriyarka bir yargıçtı ve Türkiye’deki reisi “eşitlik fıtrata aykırı” diyordu. Kadın olarak dünyaya gelmiş olmakla biyolojik kaderimiz olan eşitsizliğe teslim olmalıydık ona göre. Buna her itirazımızda; boşanmak istediğimizde, o kırmızı ruju sürdüğümüzde, gece sokakta tek başımıza yürüdüğümüzde erkek şiddetiyle karşılaşmamızın da bizim suçumuz olduğunu söylediler. Şiddetten kaçıp gittiğimiz karakolda polisler, 6284 sayılı kanunun hükümlerini uygulamak yerine, bizi şiddet gördüğümüz eve geri gönderdiler; mahkemeler failleri haksız tahrik indirimleriyle, iyi hal indirimleriyle ödüllendirdiler; devlet, 25 Kasım’da yolda yürüyen kadınların önüne barikat kurdu. Biz de çok iyi biliyorduk: Suçlu onlardı!

Bu dansın veya danssı isyanın, her yerde bu kadar büyük bir heyecan ve coşku yaratmasının diğer ve asıl nedeni, kadınların suçu, yine aynı tanıdık beden hafızasıyla, “Suçlu sensin” diyerek suçluların yüzüne yüzüne, doğrudan ve eylemli bir biçimde söyleyebilmesi. Ancak tüm dünyada yapılan bu eylem Türkiye’de saldırıya uğradı: Suçlular, suçlu sensin diyen kadınlara karşı bir kez daha suç işlediler, nafile bir çabayla kadınların dansını, isyanını zorla engellemeye çalıştılar! Ama olmadı, çünkü artık korkunun yerini cesaret aldı.

Bu bir savaş dansı

Kadınlara hep korkmaları öğretildi. En son Ceren Özdemir cinayetinde, katil verdiği ifadede, kadınlar arasından rastgele bir seçim yaptığını söyledi. Edirne’de bir erkeğin rastgele seçtiği kadınların yüzüne sıvı sinek ilacı attığı haberini okuduk. Bir dönem sokaklarda tanımadığı kadınların yüzüne kezzap atan erkekler vardı. Bu ve buna benzer birçok erkek şiddeti örneği de kadınların korkup kamusal alanlarda tedirginlik içinde yaşamasını örgütlüyor.

Ceren’in son bakışı da bize doğrudan kendi deneyimlerimizi ve duygularımızı hatırlattığı için o korkuyu yeniden yaşadık. Bir anda kendimizi bu freni patlamış kamyon gibi rastgele önüne çıkanı ezen erkek şiddeti karşısında nasıl savunacağımızı sorgular bulduk. Oysa kendimizi savunmak sadece en “cesur ve güçlü” kadınların becerebileceği özel bir beceri değil. Evet, toplum korkuyla eğitilir. Ancak korku hem gerçek bir duygu hem de bir savunma aracı. Korkumuzu bastırmak yerine korkunun bize tehlikeyi haber veren ve savunmayı harekete geçiren bir araç olduğunu anlayarak, korkuyla başa çıkmayı öğrenebiliriz.

Ve öfke… Korkuyla eğitildiğimiz gibi, öfke duygusundan da yoksun bırakıldık. Bize öfke yerine, zayıf, zarif, duyarlı veya kırılgan olmamız öğretildi. Ancak elimizden alınan bu duyguya yeniden sahibiz: Öfkeliyiz! Çünkü sokaklarda korkmadan dolaşmak istiyoruz; çünkü haklarımızı gasp etmeye çalışıyorlar; çünkü emeğimizi sömürüyorlar; çünkü yaşamak istiyoruz!

Bugün kadınlar olarak önümüze koymamız gereken temel hedef ise, tek tek sahip olduğumuz bu öfkeyi, kolektif bir bilinçle örgütlemek. Tıpkı Şilili kadınlar gibi, öfkemizi bedenlerimiz aracılığıyla, bize dayatılan “arzu nesnesi” olma mecburiyetine karşı bir isyanın aracına dönüştürebiliriz.

Çünkü erkek-devlet şiddeti her zaman olduğu gibi her alanda kadınların korkup susmasını, “köşelerine” çekilmesini bekliyor. Ancak, “örgütlenmekten başka yapacak bir şeyimiz” yok diyen kadınların asla vazgeçmeye, susmaya, korkmaya, itaat etmeye niyetleri yok. Öfkemizi kuşandık, mor-turkuaz isyan boyalarımızı sürdük, dansımız hazır: Haydi kadınlar, korkunun yerini cesaret alsın!

Yorumlar