Kadınlar, “kadın işi” diye adlandırılan dikiş, nakış, kuaförlük, hasta ve yaşlı bakımı gibi işlere yönlendiriliyor. Kadınlara uygun görülen bu işlerin temel ortak özellikleri ise kısa süreli, düşük ücretli ve güvencesiz olmaları
Suriye savaşı kanlı ve kirli bir şekilde devam eder, yeni kayyumlar atanır, devletin zor aygıtı memleketi kara bir bulut gibi sararken, Şili halkının yarım yüzyıllık neo-liberal saldırganlığa karşı büyüttüğü isyan, bir doyumluk nefes gibi doluyor ciğerlerimize. Çünkü biz de, “Eşit, özgür, emeğimizin sömürülmediği ve haklarımızın gasp edilmediği bir dünyada yaşamak istiyoruz.” Son zamanlarda sesimizin pek gür çıkamadığı Türkiye’deki neo-liberal saldırganlığa karşı yeni direnişlerin açığa çıkması ise yine bir nefes gibi dikkatimizi perakende hizmet sektörüne çekiyor.
Geçtiğimiz günlerde, tekstil sektörünün taşeroncu “dev”lerinden olan Koton’un satış mağazalarında çalışan işçilerin işten çıkarıldıkları haberi gündemimize girdi. Son dönemde sendikal örgütlenme çalışmalarını başlatan Koton işçilerinin yaşadıkları emek sömürüsünün teşhir edildiği anonim bir sosyal medya hesabındaki paylaşımları beğenen 25 Koton işçisi işten çıkarıldı. Yıllık cirosunu her yıl arttıran, üretimini ağırlıkla Suriyeli göçmen emeğini köle gibi sömürerek gerçekleştiren Türkiye’nin en büyük perakendecileri listesinde ilk 10’da olan bu “dev”in başka işi kalmamış, çalışanlarının sosyal medya hesaplarını mı takip ediyor, demeyin. Zira hizmet sektörü gençlerin, kadınların ve göçmenlerin emeğinin sıkı sıkıya denetlenerek sömürülmesi üzerinden yükseliyor.
Hizmet sektörü için aranan şartlar bulundu
2020 işsizlik hedefini yüzde 11,8 olarak açıklandı. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk ise Avrupa Birliği içerisinde 2007-2018 yılları arasında genç istihdamını en fazla artıran ülke olduğumuzu söyledi. Ancak veriler devlet “büyüklerinin” servis ettiği hayali tabloyu, gerçeklerle yırtıp attı.
Verilere göre genç işsizliği, genç kadın işsizliği ve tarım dışı genç kadın işsizliği en yüksek işsizlik türleri olarak öne çıkıyor. Genç işsizliği 2018 Temmuz ayında yüzde 19,9 iken Temmuz 2019’da 27,1’e yükseldi; yani her 4 gençten biri işsiz. Genç kadın işsizliği yüzde 25,6’dan yüzde 33,3’e, tarım dışı genç kadın işsizliği yüzde 32,3’ten yüzde 41,2’ye yükseldi; yani her 3 genç kadından 1’i işsizken, kentsel alanlarda her 5 kadının 2’si işsiz.
Bu denli yükselen genç ve kadın işsizliği, hizmet sektörü, özellikle de perakende hizmet sektöründe olanlar açısından güvencesiz, ucuz ve esnek çalıştırılabilecek işgücü manasına geliyor.
Hizmet sektörü, dünyada toplam istihdam artışının en yüksek olduğu ve gittikçe daha yüksek oranda kadın istihdamının gerçekleştiği bir sektör olarak ortaya çıkıyor. Müşteri ile doğrudan/yüz yüze iletişimi gerektirdiğinden hizmet sektöründe çalışanlar için duyguların, davranışların ve bedenin “müşteri memnuniyeti”ne uygun olması beklenmekte. Yani; “sürekli ayakta dur ama topuklu ayakkabı giy; uzun süre çalış ama güler yüzlü ol, az maaş al ama kuaför ve kozmetik harcamalarından taviz verme: çünkü müşteri memnuniyeti bizim için çok önemli” ilkesiyle hareket ediyor. Tam bu noktada da en küçük bir itirazın domino etkisiyle tüm çalışanlarını saracağını bildikleri için, en ufak bir hak arayışı karşısında ellerindeki tokmağı işçilerin kafasına indirmekten geri durmamak da, yine sektörün temel ilkelerinden.[1]
Bir yandan hak gaspı, diğer yandan emek sömürüsü
DİSK’in yaptığı araştırmaya göre[2], hizmet sektörünün cinsiyet dağılımına bakıldığında, bu sektörde istihdam edilen kadınların sayısı erkeklere göre daha fazla. Geçtiğimiz on yıllık dönemde hizmetler sektörü içinde erkek istihdamının oranı yüzde 11 azalırken, kadın istihdamı aynı oranda artış göstermiş. Bu orandaki artışın sebeplerinden biri de iktidarın, İŞKUR aracılığıyla yaptığı istihdam programları olduğu düşünülüyor. Çünkü buradaki işlere baktığımızda, çoğunlukla kadınların yönlendirildiği, “kadın işi” diye adlandırılan dikiş, nakış, kuaförlük, hasta ve yaşlı bakımı çerçevesinde kurslar olduğunu görüyoruz. Kadınlara uygun görülen bu işlerin temel ortak özellikleri ise kısa süreli, düşük ücretli ve güvencesiz olmaları. Ücretli çalışan eğitimli genç kadınların çoğunluğu, eğitimini aldıkları işkolunun dışında daha düşük ücretle çalıştığını söylüyor.
İktidar genç kadınlara işsizlik, güvencesiz- esnek-düşük ücretli istihdam ve kocaya bağımlı bir yaşam paketinden kendilerine uygun kombinasyonu “tercih” imkânı sunuyor. Genç kadınların içine sıkıştırılmaya çalışıldığı bu kıskaç, her gün bir başka kadın düşmanı saldırıyla daha da daraltılıyor.
Kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırılar ve kadın düşmanı politikalar da tam da bu neo-liberal kadın emeği sömürüsüyle eşgüdümlü biçimde ilerliyor. Genç kadın işsizliğinin artışı, kadınların ücretli emek alanında her türlü mobbing, taciz ve şiddete açık hale getirilmeleri, asgari ücretin yoksulluk sınırının yaklaşık 4 bin TL altında olduğu bir dönemde kadınların yoksulluk nafakasının gasp edilmeye çalışılması, toplumsal cinsiyet e��itliğinin 11. kalkınma planı başta olmak üzere her türlü devlet politikası metninden çıkarılması, iktidarın kadınların bedeni, emeği ve cinselliği üzerinde kurmaya çalıştığı denetimin nasıl iç içe geçtiğinin izleğini sunuyor.
Ama biz “emeğimiz sömürülmeden yaşamak istiyoruz” diyenler biliyoruz ki: Aynı genç kadınlar bedenleri ve cinselliği üzerindeki denetime karşı sokaklarda feminist isyanda, aynı genç kadınlar emeklerini savunarak perakende hizmet sektöründe örgütlenme girişiminde, aynı genç kadınlar yeni yaşamın kurucu özneleri ve aynı genç kadınlar Şili’den Beyrut’a tüm isyanların en güçlü simgeleri.
Dipnotlar:
[1] “Çekmeköy’de bulunan bir atölyede KOTON üretimi yapılıyor. Babalar Tekstil adında bir firma bu. 30’u aşkın Suriyeli çalışıyor, hem de ne çalışma, çalışmak değil resmen fabrikaya hapsedilmiş 30’dan fazla insan, pasaportlarına patron tarafından el konulmuş ve fabrikada yatıp kalkıyorlar.” Nuran Gülenç, “Markalar, fason üretim ve işçileri“, Sendika.Org, 2 Aralık 2013.
[2] http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2019/10/Sınıf-Görünümleri-Web-son.pdf
Suriye savaşı kanlı ve kirli bir şekilde devam eder, yeni kayyumlar atanır, devletin zor aygıtı memleketi kara bir bulut gibi sararken, Şili halkının yarım yüzyıllık neo-liberal saldırganlığa karşı büyüttüğü isyan, bir doyumluk nefes gibi doluyor ciğerlerimize. Çünkü biz de, “Eşit, özgür, emeğimizin sömürülmediği ve haklarımızın gasp edilmediği bir dünyada yaşamak istiyoruz.” Son zamanlarda sesimizin pek gür çıkamadığı Türkiye’deki neo-liberal saldırganlığa karşı yeni direnişlerin açığa çıkması ise yine bir nefes gibi dikkatimizi perakende hizmet sektörüne çekiyor.
Geçtiğimiz günlerde, tekstil sektörünün taşeroncu “dev”lerinden olan Koton’un satış mağazalarında çalışan işçilerin işten çıkarıldıkları haberi gündemimize girdi. Son dönemde sendikal örgütlenme çalışmalarını başlatan Koton işçilerinin yaşadıkları emek sömürüsünün teşhir edildiği anonim bir sosyal medya hesabındaki paylaşımları beğenen 25 Koton işçisi işten çıkarıldı. Yıllık cirosunu her yıl arttıran, üretimini ağırlıkla Suriyeli göçmen emeğini köle gibi sömürerek gerçekleştiren Türkiye’nin en büyük perakendecileri listesinde ilk 10’da olan bu “dev”in başka işi kalmamış, çalışanlarının sosyal medya hesaplarını mı takip ediyor, demeyin. Zira hizmet sektörü gençlerin, kadınların ve göçmenlerin emeğinin sıkı sıkıya denetlenerek sömürülmesi üzerinden yükseliyor.
Hizmet sektörü için aranan şartlar bulundu
2020 işsizlik hedefini yüzde 11,8 olarak açıklandı. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk ise Avrupa Birliği içerisinde 2007-2018 yılları arasında genç istihdamını en fazla artıran ülke olduğumuzu söyledi. Ancak veriler devlet “büyüklerinin” servis ettiği hayali tabloyu, gerçeklerle yırtıp attı.
Verilere göre genç işsizliği, genç kadın işsizliği ve tarım dışı genç kadın işsizliği en yüksek işsizlik türleri olarak öne çıkıyor. Genç işsizliği 2018 Temmuz ayında yüzde 19,9 iken Temmuz 2019’da 27,1’e yükseldi; yani her 4 gençten biri işsiz. Genç kadın işsizliği yüzde 25,6’dan yüzde 33,3’e, tarım dışı genç kadın işsizliği yüzde 32,3’ten yüzde 41,2’ye yükseldi; yani her 3 genç kadından 1’i işsizken, kentsel alanlarda her 5 kadının 2’si işsiz.
Bu denli yükselen genç ve kadın işsizliği, hizmet sektörü, özellikle de perakende hizmet sektöründe olanlar açısından güvencesiz, ucuz ve esnek çalıştırılabilecek işgücü manasına geliyor.
Hizmet sektörü, dünyada toplam istihdam artışının en yüksek olduğu ve gittikçe daha yüksek oranda kadın istihdamının gerçekleştiği bir sektör olarak ortaya çıkıyor. Müşteri ile doğrudan/yüz yüze iletişimi gerektirdiğinden hizmet sektöründe çalışanlar için duyguların, davranışların ve bedenin “müşteri memnuniyeti”ne uygun olması beklenmekte. Yani; “sürekli ayakta dur ama topuklu ayakkabı giy; uzun süre çalış ama güler yüzlü ol, az maaş al ama kuaför ve kozmetik harcamalarından taviz verme: çünkü müşteri memnuniyeti bizim için çok önemli” ilkesiyle hareket ediyor. Tam bu noktada da en küçük bir itirazın domino etkisiyle tüm çalışanlarını saracağını bildikleri için, en ufak bir hak arayışı karşısında ellerindeki tokmağı işçilerin kafasına indirmekten geri durmamak da, yine sektörün temel ilkelerinden.[1]
Bir yandan hak gaspı, diğer yandan emek sömürüsü
DİSK’in yaptığı araştırmaya göre[2], hizmet sektörünün cinsiyet dağılımına bakıldığında, bu sektörde istihdam edilen kadınların sayısı erkeklere göre daha fazla. Geçtiğimiz on yıllık dönemde hizmetler sektörü içinde erkek istihdamının oranı yüzde 11 azalırken, kadın istihdamı aynı oranda artış göstermiş. Bu orandaki artışın sebeplerinden biri de iktidarın, İŞKUR aracılığıyla yaptığı istihdam programları olduğu düşünülüyor. Çünkü buradaki işlere baktığımızda, çoğunlukla kadınların yönlendirildiği, “kadın işi” diye adlandırılan dikiş, nakış, kuaförlük, hasta ve yaşlı bakımı çerçevesinde kurslar olduğunu görüyoruz. Kadınlara uygun görülen bu işlerin temel ortak özellikleri ise kısa süreli, düşük ücretli ve güvencesiz olmaları. Ücretli çalışan eğitimli genç kadınların çoğunluğu, eğitimini aldıkları işkolunun dışında daha düşük ücretle çalıştığını söylüyor.
İktidar genç kadınlara işsizlik, güvencesiz- esnek-düşük ücretli istihdam ve kocaya bağımlı bir yaşam paketinden kendilerine uygun kombinasyonu “tercih” imkânı sunuyor. Genç kadınların içine sıkıştırılmaya çalışıldığı bu kıskaç, her gün bir başka kadın düşmanı saldırıyla daha da daraltılıyor.
Kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırılar ve kadın düşmanı politikalar da tam da bu neo-liberal kadın emeği sömürüsüyle eşgüdümlü biçimde ilerliyor. Genç kadın işsizliğinin artışı, kadınların ücretli emek alanında her türlü mobbing, taciz ve şiddete açık hale getirilmeleri, asgari ücretin yoksulluk sınırının yaklaşık 4 bin TL altında olduğu bir dönemde kadınların yoksulluk nafakasının gasp edilmeye çalışılması, toplumsal cinsiyet e��itliğinin 11. kalkınma planı başta olmak üzere her türlü devlet politikası metninden çıkarılması, iktidarın kadınların bedeni, emeği ve cinselliği üzerinde kurmaya çalıştığı denetimin nasıl iç içe geçtiğinin izleğini sunuyor.
Ama biz “emeğimiz sömürülmeden yaşamak istiyoruz” diyenler biliyoruz ki: Aynı genç kadınlar bedenleri ve cinselliği üzerindeki denetime karşı sokaklarda feminist isyanda, aynı genç kadınlar emeklerini savunarak perakende hizmet sektöründe örgütlenme girişiminde, aynı genç kadınlar yeni yaşamın kurucu özneleri ve aynı genç kadınlar Şili’den Beyrut’a tüm isyanların en güçlü simgeleri.
Dipnotlar:
[1] “Çekmeköy’de bulunan bir atölyede KOTON üretimi yapılıyor. Babalar Tekstil adında bir firma bu. 30’u aşkın Suriyeli çalışıyor, hem de ne çalışma, çalışmak değil resmen fabrikaya hapsedilmiş 30’dan fazla insan, pasaportlarına patron tarafından el konulmuş ve fabrikada yatıp kalkıyorlar.” Nuran Gülenç, “Markalar, fason üretim ve işçileri“, Sendika.Org, 2 Aralık 2013.
[2] http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2019/10/Sınıf-Görünümleri-Web-son.pdf
Yorumlar