“Bu sefer dedim herkesin istediği gibi olayım. Evinin kadını, ne bileyim? Kocasının ihtiyaçlarını karşılayan, sözünden çıkmayan… bakalım durulacak mı? Belki dedim burada hayata yeni bir yol olur, öyle yürürüz. Ama olmadı. Sonunda iş inada bindi.”
Ezel Akay, “Neredesin Firuze”, “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” , “Yedi Kocalı Hürmüz” gibi kült filmlerinden on bir yıl sonra “9 Kere Leyla” filmi ile geri dönüş yaptı. Tayfun Türkili’nin “Dokuz Canlı” isimli oyunundan uyarlanan filmde karısı Leyla’yı (Demet Akbağ) öldürmeye çalışan Adem’in (Haluk Bilginer) başarısız cinayet girişimlerini izliyoruz. Filmde Elçin Sangu, Alican Yücesoy ve Fırat Tanış gibi başkaca popüler oyuncularda bulunuyor.
Ezel Akay filmleri oldum olası tatlı bir zevk vermiştir bana. Özellikle müzikler, sanat ve görüntü yönetmenlerinin başarısı, kostümlerin coşkusu pek çok izleyici gibi benim için de Akay filmlerinin öne çıkan özellikleri olmuştur. Filmlerde diyaloglar görüntüdeki akış içerisinde kendi yerini bulur. Söyle de diyebilirim diyalog önemlidir ama görsel haz benim için çok daha ön plandadır. Zaten bir filmin görüntü akışı ile aktardıkları fazlaca diyaloga yer bırakmayacak kadar güçlü ise benim açımdan film de güçlüdür. Ancak “9 Kere Leyla” filminde görsel olarak renkli bir “karmaşa” hali ve bu karmaşayı daha da çekilmez kılan eksikli, akmayan diyaloglar vardı. Sinematografik olarak genel sıkıntılarına değinecek yetkinliğim ancak bir izleyici amatörlüğünde olabilir. Elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle çoğu kişiden duyduğum ilk on beş dakika sonunda içlerinden filmi kapatma isteği uyandığı oldu. Bu isteğin bende de oluşmadığını söyleyemem. Çünkü filmin oyuncu kadrosu, senaristi, yönetmeni büyük bir beklenti uyandırıyor. Kabaca hesaplarsak iki saat süren filmde her on beş dakikada bir hayalkırıklığı yaşamış olsam dokuz kere yıkıldım diyebilirim. Ama neticede Leyla gibi ben de ölmedim. Ezel Akay sinemasına duyduğum hayranlık sadece biraz sarsıldı. Bundan sonrası bolca spoiler içeriyor o nedenle filmi izlemeyenler bana gönül koymasınlar izleyip öyle gelsinler.
İkinci olarak filmin senaryosunun iskeletinde birtakım çatlaklar vardı. Bir seyirci olarak kara komedilerde karakterlerin absürtlüğü kaldırabilecek yapıda kurulmasını beklerim. Karikatürize edilmiş karakterlerin en azından duygu uyandırması gereklidir. Bunun neresi komik aksine iğrenç, üzücü diye eleştirel de olsa izleyici bir duygu içine girer. Burada ise boş boş ekrana baktığım anlar çokça oldu. Karakterler bariz bir biçimde bende bir duygu uyandırmadı. Bu durum filmin içine dahil olamamam ile sonuçlandı. Diyaloglar güçlendirilebilirmiş. Uzun diyaloglar yazdığı için film boyunca konuşturulmayan “eski senarist taze 112 çalışanı İlyas” karakterinin uzun diyaloglarına biraz da olsa ihtiyaç varmış. Film boyu sekanslar arası geçişler çok ani ve bazen anlaması zor. Örneğin kaçırılma sahneleri çok köpürtülmüş, üzerinde durulmuş ama kaçırma anları yok. Filmde sıkça bayılan/bayıltılan birtakım insanlar var. Kim, nerede, neden bayıldı anlamıyorsun. Hele Adem’in ölü görünce üzerine düşen dayısından dolayı yaşadığı travmayı hatırlayıp bayılması ve bunun üzerine araya durduk yere giren kötü müzikal sahnelerine hiç girmeyeceğim. Filmin kapanışında oyuncuların rap yaptığı bölüme bakmayın bile. Ah nefes alamıyorum Leyla…
Üçüncü olarak kendimi iyi hissettiğim kısım yine kostümler, evde bolca bulunan ortaçağ tabloları, metaforlarla dolu heykeller, etrafa saçılan elmalar; kısacası Ezel Akay sinemasının renkleri… Ancak bunlar bile filmi kurtarmaya yetmemiş. Filmin senaristlerinden Özlem Lale şöyle diyor: “Bizim filmimizde insanlar tablolar görecek. O tabloların ilk başta ne olduğunu anlamayacaklar. Onlara sadece bir hissiyat verecek. Bu sahnede ‘söylenmeyen bir şey daha vardı’ diyecekler. Ama o tablolar başka başka şeyler anlatmaya devam edecek.” 1
Özlem Lale’nin görsel metaforlarla verdiklerini söylediği “hissiyat” bana geçmedi diyebilirim. Keşke söylenmeyen şeyleri daha açık anlatsalardı. Anlatılan şeyleri görüyoruz ama içine dahil olamıyoruz çünkü filmin çok temel bir sıkıntısı var. Akay filmlerinde yer alan tarihsel mitler veya mitolojik varlıklar anlamlarını Leyla’nın yitirdiği gibi yitirmemişti. Leyla karakteri aslında yaratılan ilk kadın, ilk cadı, ilk günahkar, ilk isyankar Lilith… Yönetmenler, senaristler bu tarz mitlerle dalga geçebilir, seyirciye anlamını sorgulatabilir. Ancak senarist ekibinin amacı filmin finalindeki derin diyalogdan anlaşılacağı üzere bir erkeklik eleştirisi sunmak. Senaristler erkekliği bir hastalık olarak tanımlıyorlar ama bunu sadece filmin son dakikalarında üç-beş cümle ile anlatmaya çalışıyorlar. Sanki film boyunca “derdimizi aslında tam anlatamadık” der gibi bir tirat attırıyorlar Lilith’e…
Şöyle bir karşılaştırma yerinde olacaktır belki “Neredesin Firuze”de Akbağ, Özcan Deniz’in oynadığı Ferhat karakterine bir lira ve bir gömlek verip yanağından öper hiçbir şey söylemeden yanından ayrılır. Filmi izleyenler bilirler, bu sessiz vedanın sonrasında ölümler ve yeniden doğumlar, çeşitli metaforlar yaşanır. Bir melek olan Firuze umutsuz insanlara film boyunca üflediği nefesini son olarak onları hayatta tutmak için üfler. “9 Kere Leyla” filminde de benzer bir durum görürüz. Ölümler ve yeniden doğumlar… Ancak Leyla durumunu açıklamak için uzun uzun anlatır: “Ben Lilitim, ölümsüzüm, erkeklik şöyle zehirli, cinsiyetle değil zihniyetle alakalı vs. vs.” Oysa filmin içindeki karmaşa sırasında bunun ipuçları seyirciye verilebilirdi. Elbette hiç ipucu verilmedi demiyorum. Lilith tablolarının önüde duran Leyla’yı gördük zaman zaman. Ama arkasında melek kanatları gözüken Firuze’nin verdiği hissin yakınından bile geçmedi. Ezel Akay dışında, filmin senarist ekibinin sinemada daha önce senarist olarak bulunmadıkları görülüyor. Araştırmalarımda diğer senaristler Özlem Lale’nin, Uğur Saatçi’nin ve Adnan Yıldırım’ın aslında tiyatro oyunları konusunda epey deneyimli olduklarını ama sinema alanında çalışma yapmadıklarını gördüm. Senaryo ekibinden Özlem Lale Gazete Duvar’a verdiği röportajda ilk sinema deneyimi olduğunu zaten belirtiyor.
Derli toplu bir feminist okuma ile filme bakacak olursak Lilith’in torunları olarak bu “Leyla” bizim bildiğimiz Lilith değil. Kendisini öldürmeye çalışan, aldatan Adem’e tek bir söz söylemeyen; anlayışlı, evinin kadını, ev içi bakım emeğini sırtlanmış, duygusal emeği sürekli sömürülen, ekonomik döngü dahil olmak üzere Adem’in tüm hayatını organize eden, seksüel bakımdan yetmeye çalışan vs vs. Kısacası makbul kadın olmaya çalışan bir Lilith görüyoruz. Filmin sonunda Leyla (Lilith) makbul kadını oynamasını şu şekilde açıklıyor:
“Bu sefer dedim herkesin istediği gibi olayım. Evinin kadını, ne bileyim? Kocasının ihtiyaçlarını karşılayan, sözünden çıkmayan… bakalım durulacak mı? Belki dedim burada hayata yeni bir yol olur, öyle yürürüz. Ama olmadı. Sonunda iş inada bindi.”
Eğer bu bir erkeklik eleştirisiyse – ki böyle olduğuna dair senaryo ekibinin beyanları var- erkekliğin bin bir türlü yüzünü daha keskin şekilde temsil eden karakterler olabilirdi. Erkekliğin aslında ne kadar toksik olduğu açık açık teşhir edilebilirdi. Erkekliğin iktidardan pay alması, birbirlerini kollamaları vurgulanabilirdi. Bir kadının öldürülmesine suç ortağı olan başka bir kadın gösterilip bir de tirat atarken “cinsiyet değil zihniyet meselesi” dedirtmek erkeklik eleştirisi olmuyor maalesef. Ayrıca Lilith’in erkeklere acıması ve bunca cinayetten sonra onlarsız olmaz valla demesi de pek erkeklik eleştirisi gibi gelmedi.
Karısını öldürmeye çalışan bir adamın komedisi olur mu diyerek bir etik tartışmaya hiç girmeyeceğim. Çekilen şey komedi midir bilemedim? Çünkü hiç gülemedim. Ama bu rahatsız olduğumdan değil. Film komik olmadığından… Yoksa kara mizah, ofansif espriler severim. Film boyunca özellikle kadına şiddeti eleştiren bir uslup söz konusu hatta hiç alakasız bir anda Lilith’in bir kadın eyleminde slogan attığı bir sahne bile var.
Hikaye Lilith’in hikayesi olduğu için belki dokuz kere yıkıldım diyorum. Çünkü kendisini öldürmeye çalışan Adem’i en sonunda Lilith’in öldürmesini beklerdim. Oysa erkekler birbirini öldürüyor. Lilith yeniden doğuyor, gençleşiyor. Nergis karakterini de alıyor karşısına anlatıyor da anlatıyor. İçindeki eril ruhu öldür sen de bacım, diyor kısaca. Tabi bu kelimelerle değil J Ama yetmiyor, yetmiyor. Hikayenin oturmayan yanları, çiğ kalmış bir hali, zorlama mesajları var. Yine de kendimce pozitif bir şekilde bitireyim yazıyı ne dersiniz:
“Leyla ben işte. Lilith… Pek kimse bilmez ismimi. İlk kadın. Havva’dan önceki yani. İblisin uşağı, iğrenç, yuva yıkan, kıskanç, kadın düşmanı, erkek yiyen dişi örümcek… Hiç böyle birine benziyor muyum ben?
Başta her şey çok güzeldi aslında. Adem ve ben aynı çamurdanız. Bende dedim ki eşiz, eşitiz ne güzel. Ama artık Adem kayışı nerede kopardıysa ‘ben erkeğim de şöyleyim de böyleyim de’ sonra iş çığırından çıktı.”
Sevgili Leyla olmuş Lilith’im,
Sen Adem’in tebası olmayı reddetmiş, cennetin güzelliklerinden özgürlüğün için vazgeçmiş, kızıl saçlarını cehennemin ateşinden almış, erkek tanrıların hükmünü bozmuş Lilith’sin! Madem iş çığırından çıktı sen de 9 kere çığrından çıksaydın keşke. Çünkü kadınlar çığırından çıkalı epey oldu.
- https://www.gazeteduvar.com.tr/sinemanin-kadin-hali-eril-kodlar-kutsanmis-erkeklik-ve-9-kere-leyla-haber-1505887
*Filme dair eleştirilerim, söylediğim üzere bir izleyici düzeyindedir. Sinematografik olarak eleştirilerimin yetersiz ve yersiz olduğu noktalar olabilir. Herbokolog olan erkekleri düşündükçe bunu açıklama ihtiyacı duydum.
**Unutmayalım ki film bir kolektif üretim işidir. Bu filmde de kolektif bir çalışma görülüyor. Senarist ekibinden sadece Özlem Lale’nin yorumlarına denk geldiğim için onun sözlerine yer verdim. Oysa filmi yazan ekipte üç erkek olduğunu hatırlatmakta fayda var. Film güzel olsa herkes Ezel Akay’dan söz ederdi. Kötü bir senaryo olunca Özlem Lale’ye mal edilmesini istemem. Feministliğe zeval gelmesin. Eleştirinin hepsini senaryo nasıl kolektifse ben de öyle kolektif olarak dağıtıyorum bacımlar.
Yorumlar