Sevgililer gününde biraz aşk, sevgi, haz ve bedenlerimiz hakkında konuşalım mı? Aşkla, hazla ve bedenlerimizle kurduğumuz ilişkinin ne kadarı tamamen bize ait ne kadarı patriyarka ve kapitalizm tarafından şekillendiriliyor? Bunların farkında olmak hayatımızda ne değiştirir? Bu soruların cevaplarını biraz kendimizde ve ilişkilerimizde biraz da Audre Lorde ve bell hooks ışığında bulmaya çalışabiliriz.
Sevgililer gününde biraz aşk, sevgi, haz ve bedenlerimiz hakkında konuşalım mı? Aşkla, hazla ve bedenlerimizle kurduğumuz ilişkinin ne kadarı tamamen bize ait ne kadarı patriyarka ve kapitalizm tarafından şekillendiriliyor? Bunların farkında olmak hayatımızda ne değiştirir? Bu soruların cevaplarını biraz kendimizde ve ilişkilerimizde biraz da Audre Lorde ve bell hooks ışığında bulmaya çalışabiliriz.
bell hooks “adalet olmadan, sevgi olmaz” der. İktidarın ve güç ilişkilerinin var olduğu yerde sevginin var olmayacağını söyler. hooks’a göre biz adalet ve sevgi arasındaki bağlantıyı çocuklukta öğrenmeye başlıyoruz. hooks, çocukların sevgiyi öğrenebilmesi için temel yurttaşlık haklarının kanunlar tarafından korunur olması gerektiğine, ve ebeveynlerin mutlak kural koyucular olmamaları adına çocukların aile dışında başvurabilecekleri yasal bir merci gerekliliğine dikkat çeker. Maalesef şu an böyle bir dünyada yaşamıyoruz. Ve ne yazık ki, çoğu ebeveyn disiplin ve ceza yoluyla çocuklarını eğitirken iktidar ilişkilerinin temellerini atıyor. Biz disiplin, ceza ve itaati “bakım” yoluyla ailede öğrenirken, yetişkin olduğumuzda bu bağı yurttaşlar olarak devlet ve patriyarka ile olan ilişkimizde pekiştiriyoruz. Yer yer cezalandırılarak, kırılgan hissettirilerek, yer yer itaat etmeye zorlanarak. Bu öğrenimler bizim direkt olarak sınır koyma edimlerimizi de belirleyen şartlar haline geliyor. Güç ilişkileri çocuk yaştan itibaren sınır koymayı zorlaştırıyor. Eğer bell hooks’un tabir ettiği gibi “işlevsiz”[1] ailelerde büyüdüysek, kendi sınırlarımızı nasıl koyacağımızı ve özerkliğimizi nasıl belirleyeceğimizi yetişkin olsak dahi öğrenmekte zorluk çekiyoruz. Bu hayatımızın her ilişkilenmesine yansıyor, hele ki hiyerarşik ilişkilenmelere. O yüzden çoğu zaman bir erkeğe sınır koyarken veya arzularımızı dile getirirken cezalandırılmış gibi hissedebiliyoruz. Ya da bazen cesaret edemeyebiliyoruz. Sevgi almak için bazen sessiz kalmamız gerektiğini, agresif olmayıp çok da huzur kaçırmamamız gerektiğini düşünebiliyoruz. Ama Sara Ahmed’in de bize hatırlattığı gibi ne olursa olsun oyunbozan feministler olmaktan vazgeçmemeliyiz. Kendi bedenimiz ve sınırlarımız üzerindeki söz hakkını ne pahasına olursa olsun sahiplenmeliyiz.
Sınırlarımızın nerde başlayıp nerede bittiğinin ayrımının çoğu zaman muallak ve sallantıda kalmasının bir sebebi de kendi bedenlerimize olan yabancılaşmamız. Kadın bedeninin, erotikliğinin ve cinselliğinin patriyarka tarafından sevgiyi yeniden üretirken önemsiz atfedilmesi. Bugün aşkın gizemli ve bilinmez bir olgu olduğuna dair mesajlarla karşılaşıp duruyoruz. İzlediğimiz o popüler filmlerde ise aynı yatağa girip kendi bedenleri, cinsel arzuları ve ne isteyip ne istemedikleri hakkında tek kelime etmeyen çift temsilleriyle dolu. Cinselliğin konuşmadan anlaşılanı, “modu bozmadan” yaşananı makbul. Cinselliğin cahilliği makbul. Kapitalizm ve patriyarka el ele bu algıyı gün be gün daha da pekiştiriyor. Kadın bedeni ve bedene dair erotiklik pornografi olarak yansıtılıyor çoğu zaman. Fakat bu noktada, Audre Lorde erotik olan ile pornografi arasında net bir ayrım çekerek bize bedenimizin erotik bilgisine dönüşün ne denli önemli ve hatta politik olduğunu hatırlatıyor. Pornografiyi erotik gücün reddi ve hakiki duygulanımların bastırılması olarak tanımlıyor Lorde. Fakat erotik olan erkekler tarafından çoğu zaman yanlış adlandırıldığı ve kadınların aleyhine kullanıldığı için, kadınlar erotiği güç ve bilgilenme kaynağı olarak görmekte, en derin arzularına kulak vermekte ve bedenleriyle ilişkilenmekte zorluk çektiler. Kendi bedenlerinden uzak ve arzularına dair korku içerisinde yaşadılar. Kadınlar bu en derin ve sezgisel kaynaklarından gelen güce güvenmemeyi ve hep tetikte olmayı öğrendiler.
Lorde erotik bilgiye kulak verebilme konusunda duygulanımın ve hislerin öneminin altını çizer. Bir yandan bize beyaz erkeklerin beden ve akıl ikililiğini üreten “düşünüyorum, öyleyse varım” öğretisini reddederken, bir yandan da hepimizin içinde siyah bir kadının “hissediyorum, öyleyse özgür olabilirim” diye fısıldadığını anlatır. Erotiğin dilde doğru ifade buluş şekillerinden birinin “bana doğru geliyor” cümlesi olduğunu söyler. Lorde’ye göre erotik olanı canlandırmanın bir sürü yolu var ama en önemlisi neşemizi korkusuzca ve özgürce ifade etmek;
“Tıpkı müziğe cevap veren ve esneyen, en derin ritimlere kulak veren bedenimin yaptığı gibi ister dans olsun ister bir kitaplık yapmak, şiir yazmak ya da bir düşünceye dalmak, hislerimin her seviyesi erotik olarak tatmin edici bir deneyime açılır. Kendimle olan bu bağlantım, hissedebileceğimi bildiğim sevincin bir göstergesidir; hissedebilme kapasitemin bir hatırlatıcısı. Sevinç kapasitemle ilgili bu derin ve yeri doldurulamaz bilgi, benden bütün hayatımı bu tatminin mümkün olduğunu bilerek yaşamamı talep eder: ve bunun adı evlilik, tanrı ya da ölümden sonra hayat olmak zorunda değildir”[2]
Dolayısıyla, Lorde erotik olanı bizi güçsüzlükten uzaklaştıracak ve özsaygımızı arttıracak bir kaynak olarak tasvir eder. Lorde’nin bedenle kurulan bu hakiki bağa olan vurgusu başkalarıyla nasıl ilişkilendiğimize de ayna tutuyor. Kendi bedenimizle bağ kurmadan başka bedenlerle tamamlanmaya mı çalışıyoruz? Kendimizi sevmeden başkalarını mı seviyoruz? Ya da bell hooks’un da sorduğu gibi biz kendimizi sevmezken başkaları bizi sevmeyi nereden öğrenebilir? Kendimizi eksik, yetersiz ve sevilmeye layık görmediğimiz noktada tahakküm ilişkilerini aşk sanıyoruz. Bizi “tamamlayacak” ve sevilmeye layık olduğumuza ikna edecek insanların peşinden gidiyoruz. Fakat yarım değiliz ve olduğumuz halde sevilmeye değeriz. Aşk tahakküm ilişkisi değil, sahiplenilme, kıskanılma ve kısıtlanma değil, kendi bedenlerimizin ve arzularımızın önemsiz atfedildiği bir yer de değil. Aşk sadece iki kişiyi içeren ve sadece kadın-erkek arasında yaşanan bir şey hiç değil. Aldatıldık, sevda böyle değil!
Öğrendiğimiz makbul aşkları unutup, bu 14 Şubat ve geri kalan her günümüzde adaletli ve eşit aşklar yaşayalım. Arzularımıza ve sınırlarımıza evet demekten ve oyunbozan feministler olmaktan korkmayalım. Neşemizi ve hazzımızı özgürce ifade etmekten geri durmayalım. Bize “doğru gelen” neyse ona kulak verelim, onu yaşayalım. Öz saygımızdan ve öz sevgimizden taviz vermeyelim. Tahakkümün ve şiddetin olduğu yerde aşk yok. Eşitlik yoksa aşk yok!
Kaynaklar
Lorde, Audre. 1984. Sister Outsider: Essays and Speeches. Crossing Press: Berkeley
hooks, bell. 2018. Hep aşka dair: Yeni Vizyonlar. çev. Umur İda. İstanbul: Notabene Yayınları.
Ahmed, Sara. 2017. Feminist bir yaşam sürmek. Çev. Beyza Sümer Aydaş. İstanbul: Ses Yayıncılık.
[1] bell hooks “işlevsiz aile” tanımını çocuklarına bir yandan sevildiklerine inanmalarını öğretirken bir yandan da “iyi bir çocuk” olmadıklarını öğreten, onları utandıran, sözlü ve/veya fiziksel istismara maruz bırakan ve duygusal açıdan önemsemeyen aileleri tanımlamak, ve bu ailelerin sevgiyi öğretmekteki işlevsizliğine dikkat çekmek için kullanıyor. Aynı zamanda bakım vermenin sevgi vermekle eş değer tutulması yargısını da eleştiriyor.
[2] Audre Lorde’nin “Uses of Erotic: Erotic as Power” metninin Türkçe çevirisi: https://www.5harfliler.com/erotigin-olanaklari/
Yorumlar