Polis aracının camlarına kıracak gibi vururken Sevinç “Yeter artık vurmayın cam kırılacak... Yani size bir şey olacak... Kendinize zarar vereceksiniz” dedi. Boşver be Sevinç, çok mu umurunuzda. Bizi nasıl getirdiniz bu araca... Kendini kandırma. “Bir yaşam bilisizliğidir bu.
6 yıl önce İstanbul Sözleşmesi’ne sözde ‘koşulsuz şartsız’ imza atan siyasi iktidar bir süredir zaten uygulamadığı bu sözleşmeden çekilme kararı aldı… Kendince -birçok şeyde olduğu gibi- aldı kararı da. İktidar, bu sefer kadınlar üzerinden yürüttüğü biyopolitikalarını bir geceye sığdıramadı. Çünkü kadınlar gece gündüz demeden direngenliğini gösterdi. 5 Ağustos… O gün bugündü… “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz” demek için omuz omuza, iktidarın kendisine ve baskı aygıtlarına karşı mücadele etmek için memleketin dört bir yanında sokaklardaydık. Fiziksel olarak gördüğümüz şiddet hastane raporlarıyla ve yanımızda olan avukatlar ve tabii ki sonuna kadar yanımızda olan basın emekçisi arkadaşlarımız tarafından somutlaştı. Bir de fiziksel şiddetin dışında bizde kalacak yanları var… Öfkemize öfke kattılar bu sayede.
Kolluk güçlerinin eylemden önce arayıp yürüyüşe izin vermeyeceklerini bize iletmeye ya da dayatmaya başladıkları an iktidarın emri ile önümüze dikildikleri süreç birçok defa olduğu gibi yine karşımızdaydı. Sorun değil zaten hiçbir zaman aynı tarafta olacağımıza dair ütopik düşünceler yok zihnimizde. Polis aracında, hastanede, güvenlik şubede ve yine hastanede hatta kimliklerimizi alıp “Sizden kurtuluyoruz” dediği ve “Sen öyle düşün de kendini şimdilik korkularından uzak tut” dediğimiz an da dahil hiç ütopik düşünmedim. Düşünmedim ama yine de söylemek istediğim şeyler vardı. Bedenimde birçok noktamda ağrılar yavaş yavaş artarken zihnimde de düşünceler birbirini kovalıyordu. Öfkem arttıkça artıyordu… Bize içindeki nefretle bakan hatta o nefreti eyleme dönüştürecek kadar -yanında kendisiyle aynı nefrete sahip bir başka kadın polisle birlikte- gözünü kırpmadan, bütün kadınlar için omuz omuza mücadele verdiğimiz bir süreçte şiddet uygulamaktan çekinmedi. Bir arada olduğumuz her saniye fiziksel ve psikolojik şiddeti kadınlar üzerinde uygulamaktan geri durmadı. Neden orada olduğumuzun farkında bile değildi de aslında farkındalığını örtmeye çalışan başka bir iktidar arayışı daha vardı, siyasi iktidardan farklı olarak…
Aslında kadın da değiller
Bilge Karasu’nun Gece kitabında yer verdiği 3 karakter… Hep hayatımızda olan 3 karakter. Sevinç ya da Sevim… Belki de ikisi birlikte… Belki de birdir… Bugün ikisi de birdi. Yarın varlıklarından şüphe ederim… Aynı nefretle yaklaştılar bize. N. zaten hep var. “Gecenin işçileri” de olmazsa olmazı -faşizmin süreğenliğinde- Peki neden buradayız, neden şiddetinize maruz kalıyoruz ya da senin söyleminle sen bizim şiddetimize neden maruz kalıyorsun? Birbirimizden kurtulma çabamız neden? Kadınların yaşamasını isteme talebimiz mi? … mi … mi … mi gibi soru cümleleri ile doldurmayacağım burayı. Ne peki, diye sordum, söylemde boştu… Şiddet her daim… “Bekle”, “Geç”, “Otur”, “Gel”, “Hayır” hatta “Evet” derken bile… Karşımdaki Sevinç ya da Sevim aynı kişiydi ve bana hissettirdiği öfke aynıydı tıpkı N.’ye karşı olan gibi. Zaten neredeyse hepsi aynı… Fail aynı… Sevinç, Sevim ve N. yok belki ama “Gecenin işçileri”nden de çok bağımsız değiller -olsalardı- belki de hep varlar ama isimler farklı. Zaten Bilge Karasu da hepten yok saymıyor. Sevinç Sevinç değil Sevim Sevim değil ama N. hep vardı… Sonuç olarak Sevinç, Sevim değil ve aslında kadın da değiller. (Bilge Karasu okuması yapacak olanlara da spoiler oldu… Affola)
Madem öyle Karasu ile devam… “Bunları yazmış olmak beni delirmekten kurtarır mı?” Öfkemden kurtulmadığım kesin de… “İnsanın öfkelenip saldırabilmesi gerek. Öfkelenebilmesi için de sarsılmaz, değişmez birtakım örneklere dayanması gerek” der Karasu. Polis aracının camlarına kıracak gibi vururken Sevinç “Yeter artık vurmayın cam kırılacak… Yani size bir şey olacak… Kendinize zarar vereceksiniz” dedi. Boşver be Sevinç, çok mu umurunuzda. Bizi nasıl getirdiniz bu araca… Kendini kandırma. “Bir yaşam bilisizliğidir bu. ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ dedirten, kişinin kendine yakın bulmadıklarının acısı karşısında -gizli de kalsa- bir ‘oh olsun! Dikkat edeydi ya ‘duygusu bile uyandırabilen bir bilisizlik. Bir kafa yoksulluğur bu.” Biz omuz omuza yaşamımızı savunmaya devam ederken, yaşam bilisizliği size kalsın…
* Ebru Akeloğlu: İzmir’de 5 Ağustos günü düzenlenen İstanbul Sözleşmesi eyleminde darp edilerek gözaltına alınan 15 kadın arasındaydı.
Bu yazı sendika.org sitesinden derlenmiştir.
Yorumlar