Umutsuzluk mu, daha çok beklerler!- Zeynep Çelik

Bu günler geçer, biz bu günlerden geriye; birlikte paylaştığımız, birbirimizi güçlendirdiğimiz, bir arada yaşadığımız insanlarla ürettiklerimiz ve kapı komşularımız ile dayanışmayı ördüğümüz güzellikler bırakalım…

Umutsuzluk mu, daha çok beklerler!- Zeynep Çelik

Merhaba;

Malum, hepimiz evlerimizde koronavirüs pandemisinin bitmesini bekliyoruz. Ne yalan söyleyeyim ilk günler hiç fena da değildi. Gerçi işin pek ciddiyetinde de değildim ya da ciddiye almak istemedim. Malum biz toplum olarak bire bin katıp anlatmayı, anlamayı, yaşamayı severiz ya, biraz öyle bir ruh hali içerisindeydim. Sonuçta; oh yan gelip yatacaktım evde, oraya buraya yetişme derdi olmadan.

Günler geçtikçe aslında işin hiç de şakaya gelir yanı olmadığını anladık hep birlikte. Bilgiye ulaşmanın insan hayatındaki önemini bu acı tecrübe ile hep birlikte yeniden öğreniyoruz.

Bizim gündelik hayatımızı sürdürürken aslında milyonlarca insan evlerinde hapis hayatı yaşıyordu ve biz bunu Avrupa toplumunun kendini aşırı sevmesine yorumladık. Biz alışığız ya; “aman ne olacak, bu kadar insanın içerisinde gelip beni mi bulacak?” Ama buluyor işte! Yanı başında arkadaşın, akraban, komşun, virüsü kapmış oluyor. En kötüsü, bu durumda elin kolun bağlı oturmak.

Gitmek istiyorsun, gidemiyorsun; ailesinin yanında olmak istiyorsun, olamıyorsun. İlk günler bu çaresizlik duygusu ile cebelleştim. Daha sonra teknolojinin nimetlerinden faydalanmaya başladık.

Görüntülü arama, camdan seslenme, kapıdan hal hatır sorma, parklarda korsan buluşmalar ve zoom’da ortak etkinlikler düzenlemek bizi birbirimize yakınlaştırdı. Her durumda birlikte olmanın olanaklarını arayıp bulmak o kadar iyi hissettirdi ki… Hapsedildiğimiz evlerimizde bile birbirimize el uzatabiliyor olmak, dayanışma kurmak, anı paylaşmak o kadar kıymetli ki sanırım hepimiz aynı şeyi hissediyoruz.

Herhalde çocuklarım ve eşimle ilk defa, bu kadar uzun zaman, hiç birbirimizden ayrılmadan -yedi/yirmi dört- bir aradayız. Başta dediğim gibi; ilk günler pek keyifli idi ama günler uzadıkça birbirine benzeyen rutin işler, yalnız kalma ihtiyacı, başka bir mekânda, başka bir sokakta, başka bir insan ile olma ihtiyacı…

İlk günler; biraz dinleneyim, bol bol kitap okurum, alıp da okumak için sıraya soktuğum kitapları bitiririm, fırsat bu fırsat, dedim. Ama o işler pek öyle olmadı. Başladığım ve hala elimde süründürdüğüm kitabım masada duruyor öylece. Bir müddet sonra sözler uçuşuyor; yavaş yavaş kayboluyor, kopuyorum. Bir ben mi böyleyim? Bilmiyorum. Sanki dünya ve zaman durmuş. Her şey şu mekânın içerisinde cereyan ediyor. Bazen “acaba bir bilgisayar oyununun içinde miyim” diye de düşünmüyor değilim. Meğer evde bitmeyen ne çok iş varmış, üstelik hiç yemek yapmamama rağmen… O kadar saçma geliyor ki bazen avaz avaz bağırmak istiyorum! Her gün yemek ye, ortalığı topla, bulaşıklar, çamaşır, ne kadar temizlersen temizle hep pislenen ev… “Yeeettteerrrr!” diye içimden avaazzz aaavvvaaazzz bağırıyorum, bu kısmı iyi geliyor bana.

Neyse ki evin bahçesi var da kendimi oraya atıp derin derin nefes alınca bi’ rahatlıyorum. İşte o zaman dışarıda hayat var diyorum.

Bir de o WhatsApp grupları yok mu? Aman allahım! Sürekli felaket tellallığı yapan; mahvolduk bittik aslında; vaka sayıları gerçek değil, gibi bitmek bilmeyen korku senaryoları… Zaten topluca kapatıldığımız evlerde, sıranın birgün bize de geleceğini beklerken, bir de üstüne bu mesajlar kâbusa çevirebiliyor günümüzü.

Oysa her şartta hayatı yeniden üretebilmenin olanaklarını görmek ve çıkış yolları bulmak, artık hepimiz için bir ihtiyaç.

Tabi ki paylaşımlarda bulunacağız, ama her önümüze gelen felaket tellallığı yapan, kaynağı belli olmayan haberleri paylaşmak yerine; kaynağına güven duyduğumuz, birbirimizi güçlendirecek, bilgilendirecek haberleri paylaşıp bu deli dumrul ortamından aklıselim çıkmayı başarmamız lazım.

Yarınımızın ne olacağını bilmeden yaşamak, hepimiz için o kadar zor ki… Tamam, daha önce de bilmiyorduk tam olarak. Fakat planlarımız vardı, hayallerimiz ve umutlarımız ile geleceğimizi örmeye çalışıyorduk. Bence şimdi de öyle yapmaya devam edelim. Bu sadece “Poliyanacılık” değil, hayat zaten biraz da böyle bir şey değil mi?

Kızlarım okula gidiyordu, şimdi uzaktan eğitim var. İlk günler; “Ne olacak bu çocuklar?”, “Bu sene gitti, seneye sınav var, nasıl yapacağız?” diye kara kara düşünüyordum. Şimdilerde; “Bir yıl geriden gelse çok büyük kayıp mı yani?” diyorum kendi kendime. Çünkü bizim korkularımızdan beslenen, bizim güvensizlik duygumuzla hayatımızı sınırlama çabasındaki iktidar hazırda bekliyor, bu duygularımızı okşaya okşaya, bizi hamur gibi yoğurmaya hazır bir biçimde. Gelecek korkusunun, umutsuzluğun evimizde ruhumuzda mayalanmasını bekliyor…

Valla daha çok beklerler, hiç pabuç bırakma niyetinde değilim.

Bu günler geçer, biz bu günlerden geriye; birlikte paylaştığımız, birbirimizi güçlendirdiğimiz, bir arada yaşadığımız insanlarla ürettiklerimiz,  kapı komşularımız ile dayanışmayı ördüğümüz güzellikler bırakalım… Bu günleri; çılgınca işe, çeşitli etkinliklere koştururken görmediğimiz, aynı mekânlarda yabancılaştığımız insanlar ile samimi, gerçek ilişkiler kurduğumuz zamanlar, güçlendiren günler olarak değerlendirelim…

Heybemizi dolduralım. Belirsiz bir zamana kadar bizi evimize hapseden; gerekli tedbirleri almayan; bizden gerçekleri saklayan; sağlık çalışanlarını, hastaneleri malzemesiz bırakan; çocuklarımızın geleceğini, işçilerin açlığını hiç umursamayan bu iktidara karşı öfkemiz, inadımız ve birlikteliğimiz ile heybemizi dolduralım.

Hiç birimiz yalnız ve çaresiz değiliz!

Birlikte, yan yana yapacak daha çok işimiz var.

 

 

 

 

Yorumlar