"Sermaye birikimi emeği dolaysız biçimde sömüren ilişkilere olduğu kadar onu üreten ve yenileyen toplumsal ilişkilere de dayanır. Bir başka deyişle, sınıf, “salt ekonomik” bir şey değildir. Hepsi de ekonomik alanı büyük ölçüde aşan faaliyetlerle, sadece üretim ilişkileri olmayıp toplumsal ilişkiler de olan faaliyetlerle üretilen ve yeniden üretilen somut insanlardan, onların topluluklarından, yaşam alanlarından ve yaşam koşullarından, deneyimlerinden, toplumsal bağlarından ve tarihlerinden oluşur."
Pandemide Kadın Kadına Tartışma sunuşlarımızı yayınlamaya devam ediyoruz. Tartışmamızın ilk başlığı pandemi öncesi yaşadığımız koşulları tartıştığımız Normaliniz Batsın! başlığıydı.
Tartışmamızın ikinci başlığı ise “Patriyarka Virüsten Daha Tehlikeli!” 28 Mayıs günü yaptığımız bu tartışmanın sunuşlarını paylaşmaya başlıyoruz. Pandemide iktidarlar kadınlar için ne yaptı? bu başlığın ilk, Pandemide özel alan, bakım emeği ve annelik ise ikinci sunuşuydu, aşağıda aynı başlığın üçüncü ve son sunuşunu paylaşıyoruz:
Toplumsal yeniden üretim krizi olarak pandemi – Fulya Dağlı, Meziyet Yıldız
Bu başlığı kavramak, karşısında bir tartışma ve politika üretebilmek için öncelikle temel kavramları kavramalı, anadilde, kısa ve öz bir şekilde yeniden tanımlamalıyız.
Emek gücü, temelde, birbirine bağlı üç süreçle yeniden üretilir:
Buradan hareketle toplumsal yeniden üretim bize şunları işaret eder
– Gündelik yaşamı ve kuşaklararası aktarımı korur, devamını sağlar(fiziksel ve duygusal)
– Biyolojik yeniden üretim (örneğin, emzirme, gebelik)
– İşgücünün yeniden üretimi (ücretsiz yemek, bakım, temizlik işleri, birincil sosyalleşme)
– Ücretli bakım işçiliği (kişisel evde bakım, ev işleri)
– Yoğun toplumsal yeniden üretim (ulaşım, konut, tıbbi bakım, eğitim) geniş alanlara bağlı)
Özetle toplumsal yeniden üretim; geleceğin ve toplumun üretimi ve yaşamın sürdürülebilmesi için temizlik, barınma, eğitim, beslenme, bakım gibi gerekli işler ve kurumların bütünü olan temel stratejidir. Kısacası yaşam sürkülasyonunu sağlayan temel stratejidir. Aynı zamanda toplumsal yeniden üretim bir çerçeve sunar; etrafımızdaki dünyaya bakmak ve anlamaya çalışmak için bir mercektir. Toplumumuzda zenginliğin kaynağını, insan hayatı ve insan emeği olarak tespit etmemizi sağlar.
İşe giderken bindiğimiz toplu taşıma, kısacık yemek arasında atıştırdığımız fast food, iş dönüşü kafamızı dinlemek için yürüdüğümüz park, gittiğimiz ev, yaptığımız temizlik, neslimizi sürdürmek için doğurduğumuz çocuklarla gündelik hayatımızın her bir anında yeniden üretimin bir parçası oluyoruz. Toplumsal yeniden üretimin en büyük paydasını alan bakım emeği en çok kadınlara dayatılıyor. Patriyarkanın dayattığı cinsiyetçi iş bölümünü nedeniyle ev içindeki temizlik, bakım ve yemek işleri kadınların görevi sayılır. Bunun bir sonucu olarak toplumsal yeniden üretim sektöründeki faaliyetlerin ya da işlerin -hasta bakımı, öğretim, temizlik gibi- çoğunda kadın emekçiler yoğunluktadır. Ve kapitalizm yaşam üretimi değil de meta üretimine dayalı bir sistem olduğu için bu faaliyetler ve bu emekçiler ciddi anlamda değersizleştirilmektedir. Toplumsal yeniden üretim emekçileri, en düşük ücretleri alanlardır, ilk işten çıkartılanlardır; sürekli olarak cinsel tacize ve doğrudan şiddete maruz bırakılanlardır. (Tüm dünyada sağlık çalışanlarının %70’i kadın.)
Yeniden üretim rejiminin devamı için kapitalizm, kadınların emekleri, bedenleri ve yaşamları üzerindeki denetimini daha da körüklemektedir. Neoliberalizm gelenek ve muhafazakarlık ile fayda yarar ilişkisi üzerinden toplum inşa eder. Muhafazakar bir gelenek ideolojisidir ve otoriteye, düzene, ulusal kimliğe ve aileye saygı temellerine dayanır. En önemli hiyerarşik yapısı ailedir. Aile kutsanır kadın üzerindeki tahakküm korunmuş olur. Yalnızca ev içerisinde gerçekleşmemekle birlikte toplumsal yeniden üretimin düşük ücretli, esnek, güvencesiz ve kadınlara yığılan işler olmasının garantörü olan aile olgusu ve cinsiyetçi iş bölümü sürdürülmeye çalışılır. Kürtaj yasağı, nafakaya yönelik saldırılar, aile kavramının kutsallaşması, şiddet ve taciz gibi saldırılar bunun göstergesidir.
Neoliberalizmin şekillendirdiği yeniden üretim rejimi bir bakım krizi yaratır. Diğer yandan 20. yy’ın başından bu yana kadın göçmen işçilerin oranındaki artışla birlikte, küresel olarak ‘bakım krizindeki’ artışın bir sonucu olarak göçün, yoksullaşmanın feminizasyonunu yaşamaktayız. Sermaye birikimine ve kârların maksimizasyonuna adanmış bir sistem olan kapitalizme neoliberal politikalarla koltuk değneği olan her ülke gibi, Türkiye’nin de uzun süredir içerisinde olduğu ekonomik krizde yoksulluğun, işsizliğin, göçün kadınlaştığını görmekteyiz.
İnfo grafikler: Oxfam 2020 Eşitsizlik Raporu – Bakım Zamanı
“Toplumsal yeniden üretim bu nedenle feminist bir meseledir. Fakat aynı zamanda ırk ve sınıf, cinsellik ve ulusun fay hatlarıyla da çizilmiştir. Mevcut krizin çözümünü amaçlayan bir feminizm toplumsal yeniden üretimi, bu çoklu egemenlik eksenlerini kavrayacak ve birbirine bağlayacak bir perspektifle anlamalıdır. Kapitalist toplumlar uzun süredir yeniden üretim emeği içindeki ırksal bölünmelerini kurumsallaştırdılar. İster kölelik veya sömürgecilik, isterse apartheid veya yeni-emperyalizm yoluyla olsun, bu sistem, ırk ayrımcılığına maruz bırakılan kadınları, bu tür emeği, çoğunluk-etnik kökenli ya da beyaz kız kardeşleri için bedava veya düşük maliyetle sunmaya zorlamıştır. Ev sahibelerinin veya işverenlerinin çocuklarına ve evlerine bakmaya zorlanarak, kendilerine bakabilmek için çok daha fazla mücadele etmek zorunda bırakıldılar.
Toplumsal yeniden üretimin sınıfsal karakteri esastır. Sermaye birikimi emeği dolaysız biçimde sömüren ilişkilere olduğu kadar onu üreten ve yenileyen toplumsal ilişkilere de dayanır. Bir başka deyişle, sınıf, “salt ekonomik” bir şey değildir. Hepsi de ekonomik alanı büyük ölçüde aşan faaliyetlerle, sadece üretim ilişkileri olmayıp toplumsal ilişkiler de olan faaliyetlerle üretilen ve yeniden üretilen somut insanlardan, onların topluluklarından, yaşam alanlarından ve yaşam koşullarından, deneyimlerinden, toplumsal bağlarından ve tarihlerinden oluşur. Küresel işçi sınıfı sadece fabrikalarda veya madenlerde ücret karşılığı çalışanları içermez; aynı zamanda tarlalarda ve özel evlerde; ofislerde, otellerde, restoranlarda, hastanelerde, kreşlerde ve okullarda çalışanları; güvencesizleri, işsizleri ve çalışmaları karşılığında hiçbir ücret almayanları da kapsar. Aynı şekilde, sınıf mücadelesi de sadece işyerindeki ekonomik kazanımlara dair değildir; toplumsal yeniden üretime dair mücadeleleri de içerir. Bütün bunlar her zaman merkezi olmakla birlikte, toplumsal yeniden üretim mücadeleleri bugün özellikle patlayıcı niteliktedir çünkü neoliberalizm, sosyal refaha yönelik devlet desteğini geri çekerek, aileleri, toplulukları ve hepsinden önemlisi kadınları kırılma noktasına iterek, hane başına daha uzun ücretli çalışma saatleri talep etmektedir. Bu koşullar altında, toplumsal yeniden üretim mücadeleleri, toplumu tepeden tırnağa değiştirme potansiyeliyle, merkezi plana taşınmıştır.” (%99 için feminist bir manifesto)
Toplumsal yeniden üretim yalnızca ev içerisindeki bakım emeği değildir aynı zamanda bu dönemde zorunlu olarak işlemeye devam eden sağlık başta olmak üzere (perakende satış, gıda zinciri, yakıt, barınak, kargo, kamusal alanın temizliği, tarım vb.) Bu alanın en güvencesiz, düşük ücretli ve esnek çalışma biçimleri ile kurduğu emek rejiminin krizi açığa çıkmıştır. Bu krizin ve değişimin merkezinde olan kadınları gösterdi.
Mevcut pandemi, bir üretim krizine dönüşmeden önce, sistemik bir toplumsal yeniden üretim krizi yarattı. Pandemi hayatı üreten faaliyetlerin kapitalizmin işleyişi bakımından ne kadar merkezi olduğunu gösterdi. Dahası, aynı zamanda bakım faaliyetinin değerini ve yer küredeki farklı topluluklar ve bireyler tarafından tecrübe edilen keskin bakım faaliyeti eşitsizliklerini de gösterdi.
Neo-liberal yeniden üretimin rejiminin yükselişi ve kurulması sadece, örneğin kadınların emek piyasalarına kitlesel biçimde girişinde olduğu gibi, neo-liberal üretim modelinin gelişimi için araçsal olmakla kalmadı, aynı zamanda onun kurucu eksenlerinden birisi oldu. Buradan hareketle, mevcut kriz, “sadece” bir üretim krizi değil; çok daha derin bir toplumsal yeniden üretim krizi. Kapitalist krizler daima yeni toplumsal üretim rejimlerinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanır. Ancak, bu olağanüstü bir kriz, çünkü hayatı korumak için temelde tam da ekonomik temelini zayıflatmamız gerekiyor ve daha görünürde bir alternatif yok. Bu nedenle insanlara yapılan “işe dönme” çağrıları, bu geri dönüşün nasıl olacağını izah edemiyor. Bu kriz en az üç bakımdan benzersiz: bunlar sömürme yeteneğindeki azalma, ücretli çalışma ve yeniden üretim zamanının iç içe geçmesi ve büyük ölçekli ölümler gerçeği ve siyaseti.
Sömürme yeteneğindeki azalma
Öncelikle, mevcut kriz geniş ölçekli kapitalist sömürü ihtimalini zayıflatıyor. Dünyanın büyük bir çoğunluğu geçimlerini emek güçlerini satarak karşılarken, bunu yapmanın imkânsız hale gelmesi, bizi Covid-19’dan korusa da, hayatın kendisini tehdit ediyor. Önceki krizlerde, sermaye ekonomik yükleri işçilerin, devletin veya her ikisinin sırtına yıkarak, ekonomik kayıpları toplumsallaştırmayı başarmıştı. Mevcut krizde, sermaye henüz kendi krizini emeğin krizine dönüştüremedi. Binlerce fabrika tamamen kapandı ve birçok ülkede zorunlu olmayan mal ve hizmet üretimleri durdu. Hem işverenler hem de işçiler aynı anda piyasadan çekilip evlerine kapanmak durumunda kaldılar. Hayatta kalmak için sömürüye yaslanan küresel bir sistemden sömürüyü çekip aldığınızda elinizde kalan işte bu. Pandemi bütün değerlerin üretiminde insan emeğinin ne kadar merkezi olduğunu tartışmasız biçimde gösterdi. Sermaye, sömürme ve mevcut yeniden üretim krizini aşma yeteneksizliğiyle toplumsal yeniden üretimin kendisini yeni bir metaya ve siyasal sınıra dönüştürüyor. Bu ekonomik ve siyasal oyun, yeniden üretim işçilerinin, özellikle de dünyanın her yerinde, BK’da, ABD’de, İtalya’da, İran’da, Hindistan’da ve diğer yerlerde, çok ihtiyaç duyulan koruyucu ekipmandan yoksun olan sağlık çalışanlarının hayat kurtaran çalışmalarına karşı oynanıyor. (Benzersiz bir kriz, Alessandra Mezzadri)
Ücretli çalışma ve yeniden üretim zamanının iç içe geçmesi
Bu durum Küresel Güneyin birçok yerindeki kayıt dışı istihdamın bir özelliği olmuştu. Ancak, bu iç içe geçmeyi hızlandıran ve Covid-19 karantinası altındaki dünya nüfusunun kitlesel bir yüzdesi bakımından yaygınlaştıran yöntemlerin şu ana dek benzeri görülmüş değil. Çıkan ilk en önemli eşitsizliklerden birisi evleri olmayanları veya evlerine kolayca ulaşamayacak olanları vuran eşitsizlikler. Park alanlarında aralarına mesafe koymaya çalışan Las Vegaslı Amerikan evsizlerine veya Hindistan’ın, kamusal ulaşımın iptal edilmesi ve endüstriyel koğuşlardan atılmaları nedeniyle köylerine yürüyerek dönen milyonlarca göçmen işçisine dair dramatik görüntüler, “evde kal” mesajının hiç de evrensel sonuçlar üretmediğini gösteriyor.
Evde kalabilenlerin hangi ortamlarda kaldıklarını 1. ve 2. sunuştaki arkadaşlarımız özetledi. Pandemi sırasında ev içi şiddet oranları dünya çapında rekor ölçüde arttı -veya başlıca zorluğun ücretli çalışmayla- ev işini birlikte yürütmekten çok, hayatta kalmak olduğu son derece rahatsız küçük evlerde sıkışıp kaldı. Birçok insan da işini kaybetti.
Karantina deneyimlerinin son derece sınıflı, toplumsal cinsiyetli ve ırklı deneyimler olması ve hepimizin aynı gemide olmadığı gerçeğine tanıklık etmesi tüm bunlar nedeniyle şaşırtıcı değil.
Evlerin içine kapanmış olsak da kendi gıdamızı yetiştirme veya kendi ihtiyaçlarımızı giderme yeteneğine sahip olmadığımızda, hayatımızı sürdürmemiz sadece depo çalışanları, posta ve kargo işçileri, çiftçiler ve gıda zinciri işçileri sayesinde mümkün olabilir. Bu kilit sektörlerdeki işçilerinse çoğu asgari ücrete bile zar zor ulaşabiliyor ve yine de karantina koşullarında yeniden üretimimizi garanti altına alıyor.
Büyük ölçekli ölümler gerçeği ve siyaseti
Ölüm, ölüm oranları ve ölüm siyaseti. Bu –kelimenin tam anlamıyla- ölümle sonuçlanan benzersiz bir toplumsal yeniden üretim krizi.
Kapitalizmin nekro-politikası bu pandemide, olağan halin de ötesinde, kimin ölüp kimin yaşayacağına karar veriyor. ABD’de, örneğin, siyahların Covid-19’dan ölme ihtimalleri çok daha yüksek. ABD nüfusunun geri kalanından daha yoksul ve hasta oldukları için hepsi de tehlikeli ko-morbiditeler olan diyabet, yüksek tansiyon veya kalp hastalığına sahip olma ve özel sağlık sigortaları olmadığı için hastanelerden geri çevrilme olasılıkları daha yüksek. Altta yatan sağlık koşullarına ilişkin tartışma ise dışlayıcı, engelli-ayrımcı ve yaş-ayrımcı. Öte yandan, neo-liberal bakım faaliyeti yaşama hakkını yalnızca en sağlamların ve en “hak edenlerin” hayatta kalması olarak yorumluyor. BK’da, bazı genel pratisyenler, çalışma yaşındaki otizmli kimselerin veya hasta çocukların hayata döndürülmemesini (DNR) açıktan önerebildi.
Dünyanın birçok yerinde, sağlık hizmetine ulaşımdaki bu adaletsizliğe varoluşsal eşitsizliklerin tırmanması eşlik ediyor.
“Sürü bağışıklığı” ve bağışıklık pasaportları gibi kavramlarla biçimlenen mevcut karantinadan çıkış tartışmaları, bireylerin ve toplumların yeniden üretimsel özelliklerinin daha da saldırgan biçimde metalaştırıldığı, yeni sosyo-ekonomik eşitsizlikleri tetiklemesi muhtemel bir geleceğe işaret ediyor.
Üç ay ya da daha uzun süre boyunca normal hayat askıya alındığından işten çıkarmalar kaçınılmaz . Aynı zamanda, okulların kapanması ve evde karantina, çocuk bakımını kreş, okul ve çocuk bakıcıları gibi ücretli emekten ücretsiz emek eksenine kaydırdı. Koronavirüs, gelişmiş ülkelerde çift gelirli ailelerin ikimiz de çalışabiliriz çünkü çocuğumuza bir başkası bakıyor anlaşmasını bozuyor. Artık çiftlerin aralarından hangisinin işini bir kenara koyup, çocuk bakımını üstleneceğine karar vermesi gerekecek. (Helen Lewis)
Halihazırda 2 milyona yaklaşan işsiz kadın sayısının Covid-19 krizi ile başlayan işten atmalar sonucunda artacağını ve ücretsiz izne zorlamalar ile toplumu yeniden üreten “kahramanlar” olarak Covid-19’dan korunacakları ama yoksulluktan, açlıktan, şiddetten korunamayacakları evlerine dönmek zorunda bırakılacakları açıktır.
Korona virüs yalnızca çoktandır sürmekte olan bakım krizinin; bakım emeğini görünmez kılan, toplumsal cinsiyetlendiren ve ırksallaştıran köklü ve planlı kapitalist aldırmazlığın altını çizdi.
Bu süreç gösteriyor ki yıllardır verdiğimiz mücadeleyle bir kısmını kazandığımız ya da kazanmaya çalıştığımız toplumsal yeniden üretim sürecinin en kıymetli parçaları olan taleplerimizle (ücretsiz sağlık, barınma, eğitim hakkı) yeniden üretim mücadelesi verme vakti.
Şu anda oluşum aşamasında olan ve kadınların öncülük ettiği bir örgütlenme biçimi oluşturuluyor; sadece bağlarımızı ve direniş kapasitemizi güçlendirmek için değil, aynı zamanda İspanya’da, Latin Amerika’da söylendiği gibi, yaşamı merkeze koyan farklı bir tür toplumu dayatmak için de devletle mücadele etmeyi önceleyen bir örgütlenme. Ayrıca daha dayanışmacı bir yeniden üretim de yaratmalıyız. (Silvia Federici)
Bütün bu tartışmalar sonucunda Marksist Feminist Kolektif’in toplumsal yeniden üretim ve COVID 19 üzerine 7 tezi ile ortaya koyduğu toplumsal yeniden üretim alanı mücadelesine yönelik güncel tartışma başlıklarını değerlendirmeye ve tartışmaya açabiliriz.
- KAPİTALİZM, HAYAT VERME ÜZERİNE KAR YARATMAYI ÖNCELİKLENDİRİR: TERSİNE ÇEVİRMEK İSTİYORUZ
- TOPLUMSAL YENİDEN ÜRETİM İŞÇİLERİ TEMEL İŞÇİLERDİR: ONLARIN EBEDİYEN BÖYLE TANINMASINI TALEP EDİYORUZ
- FİNANSAL YAPILAR DEĞİL İNSANLAR KURTARILMALI
- SINIRLARI AÇIN, CEZAEVLERİNİ KAPATIN
- DAYANIŞMA BİZİM SİLAHIMIZDIR: SERMAYEYE KARŞI KULLANALIM
- EV İÇİ ŞİDDETE KARŞI FEMİNİST DAYANIŞMA
- TOPLUMSAL YENİDEN ÜRETİM İŞÇİLERİ SOSYAL GÜCE SAHİP: BU GÜCÜ TOPLUMU YENİDEN DÜZENLEMEK İÇİN KULLANABİLİRİZ
Tüm sunuşlar: Pandemide Kadın Kadına Tartışma
Kaynakça:
https://www.catlakzemin.com/koronavirus-feminizm-adina-bir-felaket/
https://kadinsavunmasi.org/nicole-aschoff-covid-19-feministler-icin-bir-uyari-isareti-olmali/
https://newleftreview.org/issues/II100/articles/nancy-fraser-contradictions-of-capital-and-care
https://newsocialist.org/social-reproduction-surplus-populations-and-the-role-of-migrant-women/
https://spectrejournal.com/seven-theses-on-social-reproduction-and-the-covid-19-pandemic/
Yorumlar