Toplumsal cinsiyetle yoksulluk ilişkisi nasıl kurulabilir? Bu ilişki nasıl çalışılabilir? – Yıldız Ecevit

Hemen her alanda, yapısal toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine ve stratejik gereksinimlere odaklanmadan, sadece kadınların yaşamlarını kolaylaştırıcı, gereksinimlerine cevap arayan ve kısa vadeli sorunlarını çözmeye yönelik bir yaklaşımdan kaçınmalıdır.

Toplumsal cinsiyetle yoksulluk ilişkisi nasıl kurulabilir? Bu ilişki nasıl çalışılabilir? – Yıldız Ecevit

En genel olarak toplumsal cinsiyet (gender), kadın ve erkekler için toplumsal olarak oluşturulmuş roller ve öğrenilmiş davranış ve beklentilere işaret etmek için kullanılan bir kavramdır.[1] Bu kavram, kadın ve erkeğin biyolojik farklılıklarına işaret eden biyolojik cinsiyetten (sex) farklıdır.

Bütün toplumlarda doğuştan gelen bu biyolojik farklılıklar kültürel olarak yorumlanıp değerlendirilir. Böylece hangi davranış ve faaliyetlerin kadınlar ve erkekler için uygun olduğuna, bu iki cinsin hangi haklara, kaynaklara ve güce ne derecede sahip olduğuna ya da olması gerektiğine ilişkin toplumsal beklentiler geliştirilir. Bu beklentiler toplumdan topluma ve aynı toplum içinde bir toplumsal kesimden diğerine kısmen değişse de, özünde ortak noktalar vardır. Bu öz toplumsal cinsiyet temelli asimetrinin yani farklılıklar ve eşitsizliklerin varlığıdır. ,

Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı, kadın ve erkeğin, toplumsal kurumlar içinde (aile, çalışma, hukuk, eğitim, siyaset, din, sağlık, vb ) mevcut kaynakları, fırsatları ve gücü kullanımlarında eşitliği ifade ederken toplumsal cinsiyet eşitsizliği de bu alanlarda birinin diğerine göre eşitsiz konumunu anlatır.

Son yıllarda, toplumsal cinsiyet eşitsizliği , kadının alta sıralanmışlığı ve ezilmişliğini yaratan nedenler konusunda zengin bir literatür oluştu. Toplumsal bilimlerin pek çok dalı, ama özellikle, sosyoloji, psikoloji, antropoloji ve ekonominin bu alandaki katkıları ile bugün elimizde değişik disiplinlerden destek alan bir kuramlar demeti var. Burada zamanımın sınırlılığı nedeniyle bu kuramsal analize girmeyeceğim.

Toplumsal cinsiyet, ya da kadın-erkek eşitsizliği konusu hassas bir konudur; çünkü bu eşitsizliğin varlığı sıklıkla görmezden gelinmekte ve yadsınmaktadır. Bu görmezden gelişin nedenlerini de burada anlatabilecek zaman sahip değilim. Ancak, eşitsizliklerin var olduğunu iddia etmenin ötesinde, çeşitli alanlardan örnekler ve göstergeler kullanarak anlatmanın daha doğru bir yöntem olduğunu düşünmekteyim. 20. yüzyılın ikinci yarısında kalkınmakta olan ülkelerin bir çoğunda toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşma yönünde önemli gelişmeler olduysa da bu eşitsizliklerin hala yoğun olduğu ve kadınları yoksulluğa karşı daha korunaksız yapan eşitsizliklerin en sık görüldüğü alanlardan bazıları şunlardır:

Toplumsal Cinsiyet Temelli Eşitsizlikler

Haklarda eşit(siz)lik:

Dünyanın bütün bölgelerinde sosyal, ekonomik, yasal ve siyasal haklar açısından toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri vardır. Bu eşitsizliklerin varlığı, toplumsal cinsiyet indeksleri geliştirilerek Humana tarafından 1992) 2[2] somut olarak da saptanmıştır. Kadınlar, aile reisliği, toprak sahipliği, mülkleri yönetme, iş kurma ve yürütme gibi konularda erkeklerle eşit değildir.

Kaynaklarda eşitsizlik:

  • Eğitim, iş, toprak ve sermaye gibi kaynaklara sahiplikte kadınlar erkeklerin gerisindedir.
  • Ayrımcılığa yol açan geleneksel yaklaşımlar, erken evlilik ve gebelikler, kız çocuklarının daha değersiz olması ve benzer nedenlerle, kız çocuklarının eğitime ulaşabilmeleri zordur.

Ekonomik faaliyet alanında eşitsizlik: 

  • Düşük ücretli ve kötü koşullu işlerde çalışma, pazarlık gücünden yoksun olma;
  • Kayıt dışı sektörlerde, geçici, gündelik, yarı zamanlı, sözleşmeli ve evde çalışmaya dayalı istihdam, standart dışı işlerde çalışma;
  • İşe alınmada, ücretlerde ve yükseltmelerde ayrımcılığa uğrama;
  • İş yerinde cinsel taciz;
  • Ücret karşılığı olmayan işlerde çalışma ( aile işçiliği) = ücretsiz emek kullanma zamanları fazladır;
  • Ev içi emeğin kullanımında toplumsal cinsiyet ilişkilerinden
  • kaynaklanan eşitsizlikler;

Sağık ve bağlantılı hizmetlere erişebilmede eşitsizlik:

  • Kadınların, çocukluk dönemi hastalıkları, kötü beslenme, anemi, ishale bağlı hastalıklar, bulaşıcı hastalıklar, sıtma ve diğer tropikal hastalıkların ve tüberkülozun önlenmesi ve tedavisi için sunulan sağlık hizmetlerine ve temel sağlık kaynaklarına ulaşılabilmelerinde eşitsizlikler. ( Bir örnek: Kalkınmakta olan ülkelerde her sene bütün gebe kadınların % 35i ( yaklaşık 45 milyon kadın) sağlık kontrolü ve bakımı almamaktadır).
  • Kadınların kendi cinsel ve üremeye yönelik yaşamları hakkında sınırlı güçleri ve karar alma süreçlerindeki etkisiz konumları;
  • Kadın sünneti ve üreme organlarına yönelik diğer müdahaleler: (Her sene iki milyondan fazla genç kız bu tür bir muameleye tabi olmaktadır. )

Şiddet, taciz ve istismar:

  • Fiziksel ve psikolojik taciz dahil aile içi şiddet, cinsel şiddet, evlilikte tecavüz, çeyize bağlı şiddet;
  • Kadın ve kız çocuklarının alınıp satılması ve fahişeliğe zorlanması, cinsel istismar;
  • Savaş durumlarında cinayet, sistematik tecavüz cinsel kölelik ve gebeliğe zorlama. ( Örn. : Ruvanda 1994, Doğu Timor 1998, Kosova 1999)
  • Seks ticareti: kadınlar uluslar arası seks ticaretini nesneleridir. ( Örn. : Uluslar Arası Göç Örgütü’nün verilerine göre, Dominik Cumhuriyeti’nden, Bangladeş’ten ve Tayvan’dan kadınlar başka ülkelere seks işçisi olarak gitmekte/ götürülmektedir.)

Kamusal yaşam ve siyasal alanda eşitsizlik:

  • Bir çok ülkede hala kadınların seçme ve seçilme hakları yoktur ( Örn. Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri);
  • Siyasal partilerin yönetim organlarında bulunmaları nadirdir. 80 ülkede 871 siyasal partinin % 67 sinde yönetim düzeyinde ( parti başkanı, yardımcısı, parti meclis grup başkanı, parti sözcüsü) kadın yoktur.
  • Parlamentoda temsil: 1999 verilerine göre sadece 16 ülkenin parlamentosunda kadın milletvekillerinin oranı % 25’in üzerindedir. Avrupa Birliği parlamentosunda bu oran % 30 dur.
  • Başbakan: 1974 den sonra sadece 17 ülkenin kadın başbakanı olmuştur. Tüm dünyadaki bakanların % 8 i kadın bakandır.

    Kadınlar Daha Mı Yoksuldur?

Bu soru, kalkınma ve yoksulluk konularında yapılan tartışmaların ve yoksullukla mücadele etmek için geliştirilecek politikalar için çizilen çerçevenin en temel sorularından biri olmuştur. Uluslar arası kuruluşların çalışmaları sonucu elde edilen dünya genelindeki verilerle bu soruya evet cevabı verilmektedir. Bu veriler, bizi şu çarpıcı sonuçlara ulaştırmaktadır:

  • Dünyadaki toplam işgücünün 2/3 ü kadınlara aitken; kadınların günlük çalışma süreleri saat olarak erkeklerinkinden % 25 daha uzunken ve bütün dünyada toplam gıdanın %50’sini kadınlar üretmekteyken, kadınların geliri dünya gelirinin yalnızca % 10’ u kadardır.
  • Dünyanın tüm varlığının ancak %1’i kadınlara aittir.
  • Dünyadaki tüm yoksulların % 70’ini kadınlar oluşturmaktadır.[3]3 Yoksul hanelerin toplamı içinde kadın reisli haneler çoğunluktadır.

Kadınların Yoksulluğu Bir Dünya Sorunudur !

1990’dan beri toplanan bütün Birleşmiş Milletler Konferanslarında, ama özellikle Kopenhag Dünya Kalkınma Zirvesi ve Pekin 4. Dünya Kadın Konferansı’nda kadınların yoksulluğunun bir dünya sorunu olduğu teyit edilmiştir.

Yoksulluk,1995 yılında Kopenhag’da saptanan üç temel sorundan biridir ve bu konferansta 180 hükümetin üzerinde anlaşmaya vardıkları on eylem alanı arasında ikinci sıradadır. Bu konferans metninde, erkeklere kıyasla daha çok kadının mutlak yoksulluk içinde bulunduğu çeşitli yerlerde tekrarlanmıştır.

Yine 1995 yılında Pekin 4. Dünya Kadın Konferansı’nda kabul edilen Pekin Eylem Platformu’nda ise yoksulluğun kadınlaşması kavramı yoğun olarak kullanılmıştır. Bu kavram Pekin Konferansı ile birlikte, kadın ve yoksulluk konusunda yapılan analizlerin kilit kavramı olmuştur. Bu kavram, şu olgulara işaret etmek için kullanılmaktadır:

  • Erkeklerle kıyaslandığında, kadınların yoksullukla karşılaşma olasılıkları daha yüksektir.
  • Kadınların yoksulluğu erkeklerin yoksulluğundan daha ciddidir.
  • Kadınlar arasında görülen yoksulluk durumu erkeklerin arasında görülene göre, zaman içinde artmaktadır.

Bu konferansa katılan hükümetler, 1985-1995 yılları arasında, özellikle kalkınmakta olan ülkelerde yoksulluk içinde yaşayan kadınların sayısının erkeklerden çok daha hızla arttığı konusunda anlaşarak, yoksul kadınların gereksinimlerine cevap vermek için dört genel strateji belirlemişlerdir.

1995 Dünya Kadın Konferansı Yoksullukla Mücadele Stratejileri:

  • yoksul kadınların ihtiyaçlarını dikkate alan makro ekonomik politikalar ve kalkınma stratejileri benimsemek ve bunları devam ettirmek;
  • kadınların ekonomik kaynaklara sahip olmasını ve bunlar üzerinde eşit haklarının olmasını sağlamak için yasaları ve uygulamaları gözden geçirmek;
  • kadınların kredi mekanizma ve kurumlarına ulaşabilmelerini sağlamak;
  • yoksulluğun kadınlaşmasını ortaya çıkaracak toplumsal cinsiyet temelli metodolojiler geliştirmek ve araştırmalar yapmak[4].

Kadınlar Niçin Daha Yoksuldur? Niçin Yoksulluk Daha Çok Bir ‘Kadın Sorunu’dur?

Daha önce değindiğim toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, yoksullukla doğrudan ilişkilidir ve yoksulluğun artışına paralel olarak artar. Ayrıca kadınları yoksulluğa karşı risk altına sokar ya da yoksulluklarına neden olur. Toplumsal cinsiyet ilişkileri ve eşitsizlikleri, kadınların ve erkeklerin hanede yaşadıkları yoksulluğun farklı olması sonucunu doğurur. Kadınlar erkeklerden daha çok sıkıntı çeker. Kadınların kapasitelerini gelire ve iyilik (refah) haline dönüştürebilmeleri zordur. Öte yandan,

  • Hane gelirlerinin ve değerlerinin dağılımında ve kontrolünde;
  • Kredi gibi üretken değerlere erişimde;
  • Kaynakları kullanmada;
  • Mülkiyet üzerinde söz hakkına sahip olmada zayıflıkları; ve eşitsiz muamele görmeleri;
  • İşgücü piyasasındaki ayrımcılık;
  • Ev içinde yeniden üretim ile ilgili sorumlulukları nedeniyle ücretli ekonomik faaliyetlerinin sınırlanması;
  • Ekonomik ve politik kurumlarda yaşadıkları sosyal dışlanma, kadınların kronik yoksulluğa karşı korumasız olmalarının nedenleridir.

Toplumsal cinsiyet temelli iş bölümü ve bunun sonucu kadınların ücret karşılığı olmayan işler yapmaları, onları ekonomik ve sosyal olarak güvensizliğe iter ve hem ‘kronik’ yoksulluğa hem de kişisel, sosyal ve ekonomik krizlerden doğan ‘geçici süreli’ yoksulluğa karşı korumasız bırakır. Yapısal ekonomik politikaların uygulandığı ve makroekonomik krizlerin yaşandığı durumlarda ise kadınlar, ücretli ve ücret karşılığı olmayan emeklerini artırarak ve erkeklere kıyasla daha fazla çalışarak hanenin ayakta kalması için uğraşırlar.

Yukarıda sıralanan toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri Türkiye’de de vardır. Sadece gelir alanından seçilmiş küçük bir örnek bile bu eşitsizlikleri anlatmaya yeter: 2001 yılında Hazırlanan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve Yoksullukla Mücadele Özel İhtisas Raporu’na Göre:

  • Türkiye’de gelir getiren fertlerin % 36’sı kadın, % 64’ ü erkektir. buna karşılık, yaratılan gelirin sadece % 12’si kadınlara, % 88’i erkeklere aittir.
  • Erkeklerde fert başına düşen ortalama gelir, kadınlar için fert başına ortalama gelirin 4.2 katıdır.
  • Gerek kadınlarda gerekse erkeklerde ortalama geliri en düşük olan grup, okuryazar olup bir okul bitirmeyenlerdir. Bu grupta bile erkeklerin elde ettiği gelir kadınların neredeyse 10 katıdır.
  • En yüksek gelirli grup olan lisans üstü dereceli kadınlar ve erkekler grubunda dahi, kadınlar erkeklerin ancak yarısı kadar gelir elde etmektedirler.

Yoksulluk İle İlgili Çalışmalarda Analiz Ve Değerlendirme Biçimleri

Sosyal bilimler alanında yoksulluğun çeşitli yönlerini ortaya çıkarmak için kullanılan araçlar genellikle şunlardır:

  • Resmi istatistikler
  • Hane Anketleri
  • Katılımcı Yoksulluk değerlendirmeleri
  • Haritalama
  • Çoklu Teknikler

Bunlardan ilk ikisi nicelikler teknikler, diğerleri ise niteliksel teknikler grubuna sokulabilir.

1. Niceliksel Teknikler. .

Niceliksel ölçümler kullanıldığında, haneler, içinde çatışma olmayan uyumlu birimler olarak kabul edilir. Ekonomide büyümeyi esas alan yoksullukla mücadele yaklaşımları, nasıl büyüme olduğunda bunun yoksul hanelere otomatik olarak yansıyacağını savunursa, gelir/tüketim temelli yaklaşımlar da yoksul hanelerde gelir yükselmesinin, bütün hane üyelerini aynı derecede olumlu etkileyeceğini savunur. Oysa hanelerde işbirliği ve paylaşma olduğu kadar çatışma ve eşitsizlikler de vardır. Niceliksel teknikler bunların ortaya çıkarılmasında yardımcı olamaz.

Bu grup teknikler içinde yoksullukla ilgili olarak en sık, geleneksel hane halkı anketleri kullanılmakta, ne var ki bunlar çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Yoksulluğu kavramaya çalışırken kullanılan hane temelli analizlerin ve ölçümlerin, kadınların yaşadığı gerçek yoksulluğu gösteremediği; ancak konuya toplumsal cinsiyet perspektifiyle[5]5 yaklaşıldığında anlaşılabilmektedir. Bu perspektifin zayıflığından dolayı, kadınların birey olarak yoksullukları önemli bir sorun olarak görülmemekte ve onların yoksulluğunun, ait oldukları hanelerin yoksulluğundan daha belirgin ve yoğun olabileceği hesaba katılmamaktadır. Hane anketlerinin yetersizliği aşağıdaki nedenlerden dolayıdır:

  • Hane anketlerinde veriler, kadın ve erkek için ayrı ayrı toplanmış, ancak bu fark gözetilerek analiz edilmemiştir.
  • Araştırma aracında ( örneğin anket) doğru sorular sorulmuş olabilir, fakat cevaplayanın genellikle tek kişi, onun da hane reisi olması verilen cevapların öznelliğini artırır.
  • Araştırma aracı uygun olsa da, soru sorulan kişilerin sorulara başkalarının varlığında cevap vermesi zordur ve bu durum, cevapların doğruluğunu etkiler.
  • Hem araştırma aracı hem de veri toplama metotları, çalışmanın amacına uygun değildir. Hane anketleri, çoğu zaman yiyecek, para ve üretimle ilgili kaynakların hane içinde nasıl ve kimler arasında dağıldığını ve nasıl kontrol edildiğini analiz etmekte başarısızdır. Sonuçta, kız çocukların ve kadınların daha az ve kötü beslenme, sağlık hizmetlerine erişememe, nakit para kullanamama gibi durumlarını ortaya çıkaramazlar.
  • Bazı hane araştırmalarında toplumsal cinsiyet analizi yapabilmek için bilgi vardır, ancak araştırmacı tarafından toplumsal cinsiyet önemli bir kategori olarak düşünülmediğinden ve dikkate alınmadığından bu bilginin kullanımına gidilmez.

2. Niteliksel Teknikler. .

Yoksulluk değerlendirmelerine niteliksel yaklaşımlar, yoksulluların yoksullukla ilgili kendi kriterlerine ve kendi çözümlerine vurgu yapılmasını sağladıklarından önemlidir.

Şu sorulara cevap bulmak, yoksullukla mücadelede sürdürülebilirliği olan siyasalar geliştirebilmek için önemlidir:

-Yoksullar yaşamlarında ne tür maddi, sosyal ve kültürel engellerle karşılaşıyorlar?

– Yaşamlarında ne türden değişiklikler, yoksulluklarını azaltma konusunda etkili olabilir?

– Kendilerinin yoksulluktan nasıl kurtulacağını düşünüyorlar?

– Kadınlar ve erkekler yoksulluktan neden farklı etkileniyor?

Bu ve benzeri sorulara cevap bulabilmenin en etkin yolu katılımcılık temelli yoksulluk araştırması[6]6 yapmaktır. Katılımcı araştırma, yoksulları dinlemek için ve değişik gruplardan insanların ( kadınlar ve erkekler; topraksız emekçiler; küçük toprak sahipleri; dini, etnik ve ırk temelli azınlık grupları) kendi yoksulluklarını nasıl değerlendirdiklerini, hangi yaşama stratejileri kullandıklarını, hangi grupların, hükümetlerin uyguladığı hangi yoksulluğu giderme stratejilerini tercih ettiklerini ve hangilerini desteklemeye hazır olduklarını anlamak için tasarımlanır.

Katılımcılık temelli yoksulluk araştırmalarının niceliksel teknikler kullanılarak yapılan araştırmalardan farkını bir örnekle açıklayayım. Gine’de hane içi yoksulluğu araştırmak için tüketime ve gelire ağırlık veren ve bunları niceliksel olarak ölçen bir yaklaşım kullanıldığında, kadınların erkeklerle aynı düzeyde yoksul oldukları sonucuna varılmış ve kadın reisli hanelerin de, erkek reisli haneler kadar yoksul olduğu ama daha yoksul olmadığı sonucu elde edilmiştir. Katılımcı Yoksulluk Değerlendirilmesi yapıldığında ise kadınların en korunmasız kişiler ve ‘yoksulların yoksulu’ grup olduğu bulunmuştur[7].

Yoksulları anlamak için onların algıladıklarını açık bir tavırla söyleyebilecekleri metotlar kullanılmalıdır. Katılımcı yoksulluk değerlendirmelerinde kullanılan dört niteliksel araştırma metodu şunlardır:

  • Derinlemesine mülakat. Açık uçlu sorulardan oluşan bir görüşme formu kullanılarak veya bu form olmaksızın, görüşmenin ana konuları hatırda tutularak yapılan yapılandırılmamış mülakat.
  • Odak grup çalışması. 6-12 kişi ile yapılan ve bir konuda çok sayıda kişinin ne düşündüğünü ortaya çıkaran toplu mülakat.
  • Katımcı gözlem. Değerlendirilecek toplulukta uzun süreli kalmayı ve yaşamayı gerektirir. İki üç hafta olabileceği gibi aylarca da sürebilir. Topluluğun temsilcileri ile derinlemesine mülakatları içerir. Aynı zamanda topluluktaki ekonomik, sosyal ve politik faktörleri de derinlemesine takdim eder.
  • Kurumsal değerlendirme. Toplulukta kilit kurumları yöneten kişilerle ve yerel hükümet, sivil toplum kuruluşları, sendika temsilcileriyle görüşmeler yapılır. Bu çalışmanın amacı, toplulukta kalkınma odaklı çalışmalar yapılırken bu kurumların hangisinin ne kadar destek vereceğini ya da verip vermeyeceğini değerlendirmektir.

Sonuç

Burada vurgulayacağım noktalar, genel olarak yoksulluk ve kadın bağlamında çalışma yapan toplum bilimciler ve diğer disiplinlerden araştırmacılar tarafından göz önünde bulundurulması gereken noktalardır.

  1. Kadınların güçlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kendi başlarına önemli konular oldukları kadar, yoksulluk ile ilişkileri içinde de önemli konulardır. TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTSİZLİKLERİ İLE YOKSULLUK İLİŞKİSİNİ GÖZDEN KAÇIRMAMAK GEREKİR. Eğitim, sağlık ve beslenme, işgücü piyasasına katılım ve benzeri alanlardaki toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, genel yoksulluk düzeyini artırmaktadır. Bu nedenle, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini gidermek yoksulluğu azaltıcı bir rol oynayacaktır. Analiz TOPLUMSAL CİNSİYET PERSPEKTİFİNİ gerektirir. Bu perspektif, kadın ve erkeklerin kaynaklara erişimindeki farklılıkları ortaya çıkarırken, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ne kadar önemli olduğunu vurgular ve kadın yoksulluğunun nasıl yeniden üretildiğini anlamamızı sağlar.
  2. Toplumsal cinsiyet analizi, geleneksel olarak bu analizin yapıldığı sağlık ve eğitim gibi sektörlerle sınırlı kalmamalıdır. TOPLUMSAL CİNSİYET İLİŞKİLERİNİN VE ÖZELLİKLE TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTSİZLİKLERİNİN TEMELİNDE YATAN GÜÇ İLİŞKİLERİNİN DİKKATE ALINMASI ÖNEMLİDİR. Hemen her alanda, yapısal toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine ve stratejik gereksinimlere odaklanmadan, sadece kadınların yaşamlarını kolaylaştırıcı, gereksinimlerine cevap arayan ve kısa vadeli sorunlarını çözmeye yönelik bir yaklaşımdan kaçınmalıdır.
  3. Kadınlara yaklaşırken onları sadece pasif bir HEDEF KİTLE olarak görme eğiliminden vazgeçilmelidir. Benimsenecek yaklaşım, HAKLAR TEMELİNDE VE GÜÇLENDİRİCİ bir yaklaşım olmalıdır.

Yorumlar