Sylvia Plath: Bir modern çağ tragedyası – Buse Üçer

Bu yazıları sanırım sandıktan çıkarmak için doğru bir zamandayız. Yazı umutsuz hisler içindeyken ve Sylvia ile tanışmışken yaptığım bir incelemeye dayanıyor. Kendi ruh halim içerisinde sırça fanusumu kıracak yollar ararken belki de Sylvia’nın bulamadığı bir yol buldum. Feminist öz savunma… Dayanışma, coşku ve cüreti hayatıma katan tüm kadınlara sevgilerle…

Sylvia Plath: Bir modern çağ tragedyası – Buse Üçer

Akıl, Aydınlanma Çağı ve akımı için anahtar kavramdır. Aydınlanma düşüncesine temelden bağlı olan modernizm ise “hemen şimdi” anlamını taşır. Modernleşme bizleri zamanın götürdüğü zorunlu sona hazırlar. Sırça fanus ise her insanın bu modern dünyada hapsolduğu “akılcı, zorunlu” kafesidir. Sylvia bu kafesin kapılarını birilerinin açmasını beklemektense kafesi kırmayı tercih eden özgürlükçü, anlaşılmaz bir kadın şairdir. Modern çağın garip paradoksu Sylvia’yı erken bir kopuşa sürüklemiştir. McCarthy döneminde yaşamış olan şair derin bir rasyonellik ağıyla örülmüş hayattan sıkılırken diğer yandan insan davranışlarındaki kötülüğün derinleşmesine şahit olmuştur. Sırça Fanus yazdığı tek romandır. Şiirlerinin aksine romanında oldukça sade ve anlaşılır bir dil kullanan Plath, hayata karşı kırgınlıklarını ve içindeki susmayan sesi Victoria Lucas takma adıyla yayımlatarak bizlere sunmuştur. Kendi hayatının kurgusal bir yaratımına şahit olduğumuz Sırça Fanus bir intihara giden yolun camdan cümleleri gibidir.

20. yüzyıl, insanın kendine ve dünyaya yabancılaşan, özellikle varoluşçu endişelerle yaşamı sorgulayan, içe dönük ve çevreden kopuk, bunalımlı bir ruh hâlinin de taşıyıcısı olan sanatçıların çağıdır. Sylvia ise bu yabancılaşmanın, bunalımların vücut bulmuş halidir. İntiharı ise mutlak akılcılığa karşı bir başkaldırıdır.

Anlatımcı Eleştiri ve Psikanalizm sanatkâra dönük kuramlardır. Temeli Rönesans’ın getirdiği bireycilik hareketine dayanan, neo-klasizmin akılcılığına ve kuralcılığına karşı olan Anlatımcılara göre edebî eserin en önemli özelliği duyguları anlatmasıdır. Yansıtma kuramının işleyişini reddeden bu metoda göre eser dış dünya gerçekliğine tutulan bir ayna değil, sanatçının iç dünyasına açılan penceredir.[1]

Sırça Fanus’un otobiyografik özellikleri dikkate alınırsa New York gibi modern hayatın hızlı bir dönüşüm içinde bulunduğu bir kentte başlayan roman bize İkinci Yeni şairlerinin kaçış hissini anımsatır. Bu bunalım ve yaşanan trajik son günümüzde hissetmeye devam ettiğimiz kent yaşamının kalabalık yalnızlığının bir sonucudur. Tam tersini düşünürsek yalnızlık hissi modern dünyada ruhun ölümüne neden olur mu?

Sylvia Plath gerçekliği ortaya dökme, yani sahicilik arzusu ile modern edebiyatın mitolojiye olan ilgisinin dışına çıkmıştır. Şairler modernizm içinde bir tür nezaket hastalığına yakalanmışlardır. Sylvia sahicilik arayışı içinde ölüme ve öfkeye yoğun olarak yer vermiş, yaşadığı gibi yazmayı başarmıştır. Psikanalitik Eleştiri de eseri sanatkârın ruhsal yapısı, bilinçaltı, hatta cinsel kompleksleri bağlamında ele alır. Eserin anlaşılması noktasında sanatçıyla eser arasındaki ilişkiyi inceler.[2]

“Bütün bu olanları kötü bir rüya gibi hatırlayacağız. Kötü bir rüya. Sırça bir fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır. Kötü bir rüya.”
Sylvia Plath, Sırça Fanus

Modern hayatın yükselttiği bireycilik, kapitalist dünyanın merkezi olan Amerika’da yaşayan Sylvia’yı hakikatten uzaklaştırmıştır. Sahicilik arzusu ve arayışı oldukça yoğun olan Plath için bu durum kaygılı, kuşkulu ve kaburgalarına saplanan sızı ile yaşadığı günleri beraberinde getirir. Modern hayat sürecinde depresyonun normalleşmesi, Sylvia’nın bunalımının intiharı aracılığıyla anlaşılmasına neden olur. Akıl hastanesi günleri Sırça Fanus’un en gösterişli günlerini oluşturur. Sırça fanus bir modern hayat kafesi ise akıl hastaneleri bu kafesin demirleridir. Modern çağın rasyonalist yükselişi karşısında akıl dışı davranan bireyi “soyluca–insanca” davranmamakla suçlayıp akıl hastanelerinde modern çağ ile yaşamaya alıştırıyorlardı. Sylvia Plath yaşamayı delice isteyen ancak ruhunu varlığına sıkışmış bulan, isteksizlik ile kayboluşuna tanıklık eden bir kadındır. Tragedya nedir? Öleceğini yahut delicesine sevgi duyduğu şeylerin biteceğini anlamak tragedyanın başlangıcıdır. Sylvia’nın tragedyası; yaşamak ile doluyken, her şeyi yapabilecek gücü hissederken kısıtlı olan dünyayı görmesiyle başlar. Sylvia’nın intiharı ruhunu sırça bir fanusta hapis tutan modern hayata yönelen bir yaşamak teşebbüsüdür.

“İstediğim bütün kitapları okuyamam; olmak istediğim bütün insanlar olamam ve istediğim hayatları süremem
İstediğim bütün becerileri edinemem. Öyleyse ne istiyorum? Yaşamak ve hayatta olabilecek bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin bütün renklerini, tonlarını yaşamak ve duyumsamak istiyorum ve berbat bir şekilde kısıtlıyım.”
Sylvia Plath, Sırça Fanus

 

[1]ERDOĞAN, Mehmet, “Eleştiri Geleneği ve Modern Eleştiri Yöntemleri”, Atlılar, Eylül-Kasım 2000.

[2]CANATAK, A. M.: “Modern Eleştiri Kuramları ve Mehmet Kaplan’ın Şiir Tahlil Metodu”, TAED 34, 2007, 139-155

Yorumlar