putları da, iktidarınızı da yıkacağız! – Ayşe Düzkan

erkek şiddetinin eğitimsiz erkeklere mahsus olmadığı, her kesimden erkeğin bu suçu işleyebileceği feministler başta olmak üzere kadınların bildiği, deneyimlediği bir gerçeklik

putları da, iktidarınızı da yıkacağız! – Ayşe Düzkan

kadın devrimi tek bir siyasal altüst oluşla değil, farklı alanlarda, farklı zamanlarda gerçekleşen kopuşlar ve sıçramalarla gerçekleşir. o yüzden, taciz ve tacizci erkekler konusunda devrimsel bir süreçten geçtiğimizi söylemek yanlış olmaz. o yüzden, aynı konuda, iki yarı mecrada da olsa arka arkaya üç yazı yazmış olmamı hoş göreceğinizi umuyorum.

erkek şiddetinin eğitimsiz erkeklere mahsus olmadığı, her kesimden erkeğin bu suçu işleyebileceği feministler başta olmak üzere kadınların bildiği, deneyimlediği bir gerçeklik. ama bu yıl içinde akademinin içinden erkeklerle ilgili ifşalar, bu gerçeğin daha geniş kesimler tarafından görülmesini sağladı. benzer bir biçimde, tacizin cinsel açlıktan kaynaklandığı iddiası vardı. sinemacılarla ilgili ifşalar bunun gerçek olmadığını ortaya koydu. son günlerde tacizci yazarlar teşhir edildi. ve bir kere daha gördük ki taciz suçunun tek sebebi var; erkek iktidarı.

günler geçerken vakalar maalesef artıyor, deneyimimizin yanında gücümüz ve öfkemiz birikiyor. birbirinden cesaret ve güç alan kadınlar, seslerini yükseltiyor, konuşuyor ve sol çevrelerden tacizciler ifşa ediliyor.

bunun ardından şunu eklemek şart: bu cümle muzaffer oruçoğlu’nu kastetmiyor çünkü o ifşa edilmedi, kendi kendisini kamu önünde rezil etti.

tacizin erkek iktidarıyla ilintili olduğunu tekrar hatırlatarak bir ekleme yapmak istiyorum. başka alanlardaki iktidar erkek olmanın iktidarını perçinliyor, güçlendiriyor. nasıl ki zengin bir erkek, ünlü bir yazar, akademide yetkileri bulunan bir erkek, devlet görevlisi olan bir erkek cinsel şiddet suçu işlediğinde cezasız kalabileceğine inanıyorsa, bu, suçu işlemesini kolaylaştırıyorsa, zaman zaman tacizi iktidarını ispatlamanın ve uygulamanın bir yolu, bazen de bir cezalandırma aracı olarak kullanabiliyorsa, belli bir toplumsal grup yani sol-ilerici çevreler içinde muteber, yetkili ya da hiyerarşinin belli bir noktasında bulunan bir erkek de bu durumun sağladığı iktidarın kendisini koruyabileceği fikriyle hareket edebiliyor.

gerçekten de uzun zaman cezasız kaldılar ama işler yavaş yavaş değişiyor. önce tüzüklere girdi erkek şiddeti. ama zaman zaman, bir zamanlar bir örgütü başarıyla yönetmiş, halen bir örgütü yönetiyor, uzun hapis yatmış, işkencede direnmiş olmanın sağladığı itibar, tüzük maddelerinin uygulanmasını zorlaştırdı, daha önemlisi tüzük uygulansa bile çoğu suçlunun itibarı sarsılmadı. ancak feminizm, kadın kurtuluş hareketi bugünkü gücüne ve meşruluğuna ulaşınca başka bir durum ortaya çıktı. kararlar uygulandığı gibi suç da lanetleniyor, şiddet görmüş ama ayakta kalmayı başarmış olanların, itibarına bel bağlayan düşkünlerle ilgili beyanları, dikkate alınıyor.

ama muzaffer oruçoğlu, nasıl desem, tacizciliği, kadın düşmanlığını teorize etmiş. adı bu toprakların önemli sol örgütlerinden biriyle birlikte anılan adam teorize edecek bunu mu bulmuş diyebilirsiniz ama son günlerde sosyal medyada paylaşılan kitaplarından bölümler, bu teorizasyona başlayalı epey olduğunu gösteriyor.

kadınların özgürleşmesi süreçleri zaman zaman kapitalizmden ve erkeklerden de destek görmüştür. örneğin osmanlı’nın meşruiyet dönemi erkeği, tıpkı avrupalı erkekler gibi, sohbet edebileceği nitelikte, eğitimli kadınlarla yaşamak istiyordu. dünya savaşları sırasında, kadınların ücretli çalışması gerekiyordu. sonraki yıllarda pek çok erkek cinsel özgürlüğü, daha fazla kadına erişimlerinin bulunması olarak algılayıp destekledi. bunlar kadınların irade, duygu, nefis sahibi bireyler olduğunu fark etmeden yapılan tercihlerdi. muzaffer oruçoğlu’nun –ki bu zırvalarda yalnız değildir- görüşleri son bölüme oturuyor. o her istediği kadına erişiminin önünde engel olarak gördüğü “namus” anlayışını eleştiriyor!

işin şurasını tam anlamadım; kadınların arzuları ve tercihleri olabileceğini mi anlayamıyor yoksa herhangi bir kadının kendisini istememe ihtimalini aklına mı getirmiyor. arzu demir’in aktardığı şu anlatımındaki hayal gücü, ikinci ihtimalin gerçek olabileceğini düşündürüyor: “taciz insandan insana değişir… bayanlardan birisi geliyor. ben kitap imzalarken, kulağıma ‘senden çok hoşlanıyorum. sen çekici bir adamsın. bu gece seni evime davet ediyorum. seni yaşamak istiyorum’ dedi. kulağıma söyledi, ya fena halde hoşuma gitti bu benim. iltifat gibi geldi bana. gülümsedim ve kendisine teşekkür ettim. şimdi ben bir mahallede cinsel ahlak kültürü ile yaşasam, bir namus murtazası olarak yaşasam, bütün mahallenin parmakları da beni namus timsali olarak gösterse… kadın o masada otursa, bir erkek gelse, sizi bu gece evime davet ediyorum ve sizi yaşamak istiyorum dese. bana teklif gelen şey, bu kadına, bu namus timsaline ne gelir? neden tecavüz gelir? çünkü yetiştirildiği, biçimlendirildiği kültür…” ya, hep kültürden yoksa mümkün mü! uzun bakmayın, gözleriniz kamaşmasın.

şunu hatırlatmaya bile gerek yok. insan adının ibrahim kaypakkaya ile, bu toprakların yetiştirdiği önemli devrimcilerden biriyle anılmasını istiyorsa, bunun için çabaladıysa kadınların onu beğendiğiyle değil, geçmiş tahlil ve kararlarının isabetliliğiyle böbürlenir, böyle isabetli tahlilleri varsa ve illa böbürlenmesi gerekiyorsa tabii. oruçoğlu, birkaç gün önce teşhir edilen tacizcilere sahip çıkmasını eleştiren önemli bir kadın gazeteciye, savaş bölgesinde, ateş altında kaleme aldığı kitaplar yüzünden sürgünde olan, çok başarılı ve pırıl pırıl bir gazeteciye, arzu demir’e sözlü tacizde bulunma cüretini gösteriyor. komün kelimesinin adını kirleten bir yayında telaffuz edebiliyor bunu, bir suç ortağıyla birlikte. olup bitenden haberdar olanlar zaten lanetledi de, bu iki kişinin ve bu kurumun çevresinde hesap soracak, destur diyecek kimse yok mudur?

ikinci bir vaka var. bir trans kadının kullandığı, uzun zamandır aktif olan bir twitter hesabı, şaban iba’nın çocukluğunda kendisini taciz ettiğini yazdı. çocukluk çağındaki tacizin ne kadar örseleyici olduğunu, ne kadar derin izler bıraktığını söylemeye gerek yok, bunun trans bir çocuktaki etkisinin daha ağır olacağı da açık. geçmişte, bir kadına fiziksel şiddet uyguladığı ve iki kadına taciz ettiği bilinen şaban iba’nın, bu iddiayı savuşturmak için siyasette beceri kazandığı ayak oyunlarına başvurduğunu, bu trans kadının kimliğini açıklamaya zorladığını duyuyorum. sol hareketler, maalesef, kadın hareketinin ve lgbti+ hareketin sokaktaki hareketliliğini beğenip genellikle onlardan bir şeyler öğrenmeye yanaşmıyor. o yüzden, bir transı kimliğini, ailesini açıklamaya zorlamanın ne anlama gelebileceğini tahmin edemeyebiliyorlar! diğer yandan bu vaka, erkek şiddetinin cezasız kalmamasının, teşhir edilmesinin sadece adalet sağlamak, şiddet görene destek olmak anlamına gelmediğini, başkalarının da aynı kişinin şiddetine maruz kalmasını engellemek açısından ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. iba o günlerde dışlansaydı, bunları yapamazdı.

bilinen ama henüz teşhir edilemeyen, arsızıyla, utanmazıyla bütün tacizci erkekler, uykularınız kaçsın, sıra size de gelecek.

bununla sadece feminist olduğumuz için uğraşmıyoruz, sol örgütler halkın güvenini kazanacaksa, sol örgütler kadınları ve lgibti+’leri de temsil edecekse, kadın ve lgbti+ hareketlerinin yaratıcılığından, dinamizminden yararlanacaksa erkek şiddetiyle hesaplaşmak gerekiyor. farkındasınızdır da yine de yazayım: korkmuyoruz, kafanızın içindeki, kuyrukları birbirine dolanmış tilkilerin hesaplarından da, geçmiş hesaplaşmalardan da, bizlerle uğraşmak için başvurduğunuz sosyal medya hesaplarından da, korkmuyoruz.

 

*Bu yazı artıgercek.com sitesinden derlenmiştir.

Yorumlar