Erkek şiddetiyle mücadele salgın döneminde özel önlemler gerektirir. Bu noktada yerel yönetimler kadınlarla temas edebilecek önemli kurumlardandır. Kadınlar en çok bu kurumlara yakındır, bu nedenle yerel yönetimler de sorumluluklardan kaçmadan kendi üzerine düşeni yapmak zorundadır. Kadına yönelik şiddete karşı asılan afişler ancak bu şekilde gerçek manasını bulabilir
COVID-19 pandemisi dünyayı birçok alanda derin bir krize soktu. Bu süreçte toplumsal cinsiyet eşitsizliği de daha da derinleşti. Salgınla beraber kadına yönelik şiddetin artışı, kadın emeğinin artan oranda görünmezleşmesi, kadınların üzerindeki iş yükü artarken sömürünün katmerlenmesi ciddi biçimde kendini gösterdi.
Salgın sürecinde kadınlar, en çok öldürüldükleri evlerde hem ekonomik krizle hem erkek şiddetiyle hem de artan bakım emeği ve iş yüküyle baş başa bırakıldı.[1]
Kadınlar maruz kaldıkları şiddet ve cinsel suçlar karşısında adli hizmetlere ulaşamadı.
Salgınla beraber kadın sığınma evlerinin yetersizliği ve var olanın koşullarının da sağlıksızlığı bir kez daha ortaya çıkmış oldu.
Bu süreçte ev temizliğine giden kadınlar işsiz kaldı. İşten çıkarmalardan yine en çok kadınlar etkilendi. Ev içi iş yükündeki artışın yanı sıra işyerlerinde ücretli çalışmaya devam eden kadınların toplam (ücretli + ücretsiz) çalışma saatleri sürdürülemez boyutlara ulaştı.
Salgının Türkiye’de de etkisini gösterdiği sürecin başından bu yana ücretli çalışma ev içine çekilirken hane içi ücretsiz yapılan iş miktarı da artarak ücretli\ücretsiz çalışan kadınların iş yükü ciddi boyutta katlanmış oldu.[2]
Peki kadına yönelik artan şiddetin ve emek sömürüsünün karşısında hükümetin ve yerel yönetimlerin politikaları neler oldu?
Şiddetin ayyuka çıktığı bu süreçte “eşit katılımcı bir belediyecilik” diyen belediyelerin çalışmalarının kadınlar için aslında ne eşit ne de yeterli olduğunu biliyoruz.
Kadın birimlerine ayrılan bütçe, açılan kadın merkezlerinin kadın öz savunmasını geliştireceği ve sosyal hayata katılımını sağlayacağı niteliğe erişmemesi, kadın birimlerinin kurulduğu belediyelerde başkan ya da görevlendirilen kadın daire sorumlusunun onayına tabi olması şartı, kadınların bağımsız faaliyet yürütmelerinin engellenmesi, kadınların sözünün hala gerçek bir karşılığının olmaması, öz savunma öz saygı gibi kadını güçlendirecek etkinliklerin “aşırı feminist” bulunarak çeşitli gerekçelerle engellenmesi, kadın mücadelesini tartıştırma çabalarının “siyaset yapıyorsunuz, burası siyaset yeri değildir”e kadar birçok engelle karşılaşması gibi kadın bakış açısından uzak uygulamalarla karşı karşıya kalıyoruz.
Yerel yönetimlerin kadın faaliyetini sadece eğitim ve yardım faaliyeti olarak gördüğünü ya da ihtiyaç duyduklarında yanlarında kadınların da olmasını istemek gibi bir yaklaşıma sahip olduklarını deneyimleyerek gördük.
Çeşitli durumlarda ilk gözden çıkarılan faaliyet kadın çalışmaları oluyor örneğin. Pandemiyle beraber “Kadın merkezlerinde yapacak iş yok, bu birimlerde çalışan kadınlar sosyal yardım dağıtma işine bakacaklar” denilerek kadınların en fazla ihtiyaç duydukları zamanlarda kadın merkezleri ya da birimleri kapatılıyor. Bu merkezlerde kadınların danışmanlık, hukuki ve psikolojik destek ihtiyaçları yarı zamanlı çalışan personellerle yapılmaya çalışılıyor. Şiddetin ve ev içi yükün bu kadar arttığı bir dönemde yarı zamanlı çalışan bir ekip ile bu talepleri karşılamak, destek olmak mümkün değil. Yine kadın çalışmaları için ayrılan bütçe ve etkinlikler aslında yerel yönetimlerin bu konudaki samimiyetlerini de göstermiş oluyor.
Hükümet ve yerel yönetimler salgın karşısında, “Biz bize yeteriz” kampanyaları, yardım toplama faaliyetleri gibi seferberlik çağrılarında yarışa girişti. Ancak kadınlar söz konusu olunca aynı seferberliği göremedik. Aksine bizler bu süreçte İstanbul Sözleşmesi’nin feshini gündem eden hükümetin kadınlara biçtiği “makbul kadın” politikasıyla mücadele ettik. Yerel yönetimlerin bazıları, kadın örgütlerinin “Acil Durum Planlama” önerilerine rağmen sorumluluk almaktan kaçınırken bazıları ise mevcut kadın birimlerini işlevsizleştirdi.
Yürüttükleri çeşitli sosyal yardım kampanyalarıyla da gördük ki sosyal yardım talebinde bulunan kadınlar eşit ve adil olmayan bir tutumla karşı karşıya kaldı. Maske ve sosyal yardım öncelenirken kadınların ped, hijyen paketi vb. gibi ihtiyaçları karşılanmadığı görüldü. Ayrıca göçmen, mülteci kadınların; sığınak, sosyal yardım, sağlık gibi birçok yaşamsal ihtiyaca erişemediği de görüldü. Şiddete maruz kalan kadınlar sığınma evlerinde yer olmadığı gerekçesiyle evlerine geri dönmek zorunda kaldı, gittikleri karakollarda ayrıca bir psikolojik şiddete maruz bırakıldılar.
Şiddete maruz kalan kadına şiddet
Bunun sadece bir örneğini yaşadığımız ilçede görmüş olduk. İstanbul’un Avcılar ilçesinde şiddete uğrayan bir kadın arkadaşımız kendisine şiddet uygulayan erkeği şikâyet etmek amacıyla karakola gittiğinde “Evine dön, sen de çocuklarını ver kurtul, buraya neden sürekli geliyorsun” söylemlerine maruz kaldı. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Kanunu’na göre kadınları korumak ve kadının şikâyetini almakla yükümlü kolluk kuvvetleri, böylece kadınlara şiddetin başka bir türlüsünü yaşatmış oldu. Bunun üzerine bunun bir suç olduğunu ve suç duyurusunda bulunacağımızı söyleyerek tepki verdiğimiz polislerin “istediğiniz yere suç duyusunda bulunun, bize işimizi öğretmeyin” dediğine tanık olduk. Israrımız üzerine şiddete maruz kalan arkadaşımızın evine polis ekibinin giderek “merak ettik, iyi misiniz” demesi gösteriyor ki devlet kurumları üzerinde bir denetim ya da yaptırım olmaması sonucu bu kurumlar da ancak kadınların kendi ısrarı ve takibiyle harekete geçebiliyor.
Salgının başlangıcından bu yana kadınların başvuracakları halihazırda var olan kurumların işlevsizleştirilmesi, kadınların kendilerini anlatacağı, çözüm bulacağı mecralara ulaşamaması, ulaştığı yerlerde ise ayrıca bir şiddete maruz kalmaları ya da dönüt alamamaları; kadın politikasızlığı ve bu politikasızlıkla hazırlıksız yakalanmanın sonuçları kadınlar için hiç iç açıcı olmadığı bir kez daha göstermiş oldu. Eşit katılımcı bir belediyecilik şiarı ancak tüm bunların karşısında kadınların sözünü, taleplerini özneleriyle birlikte yönetim mekanizmalarına taşıyarak, özellikle kadınlara en yakın olan yerel yönetimlerin üstüne düşen sorumluluk bilinciyle hareket ederek, bu konularda yıllardır çalışma yürüten kadın örgütleriyle birlikte çalışma yapıldığı ölçüde somut bir sonuç alabilir.
Kayyum saldırıları
2015-2020 yılları arasında HDP’nin seçilmiş eş başkanlarının hukuksuzca tutuklandı, kırktan fazla kadın örgütü ve belediye kadın merkezleri lağvedildi ve bu birimlerde çalışan profesyoneller tavsiye edildi.
Kadın mücadelesi açısından önemli adımlar atmış bu belediyelere atanan, kadın düşmanı politikalar izleyen kayyumların ciddi tahribatları da oldu. Hükümetin Kürt illerine atadığı kayyumların var olan kadın derneklerini, kurumlarını kapatması da kadın düşmanlığının merkezinde konumlandıklarını bir kez daha göstermiş oldu.[3]
Kapatılan kadın yaşam merkezleri, dernekler tekrardan erkekliğin üretildiği mekânlara; kıraathanelere dönüştürüldü, tarikatlara devredilerek Kuran kurslarına çevrildi.
“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır”
İstanbul Sözleşmesi, kadınların tarihsel mücadelesi sonucu bizler için hayati önem taşıyan bir sözleşmedir. Bu sözleşme şiddet faillerinin cezasız kalmaması, boşanan kadınların güvenliğinin sağlanması, sığınma evi, yaşam merkezlerinin açılması, nafaka hakkının gasp edilmemesi gibi devlet kurumlarına, hükümete önemli yükümlülükler verir. İstanbul Sözleşmesi yerel yönetimlere de önemli sorumluluklar yükler. Sığınma evlerinin açılması, kadınları güçlendiren merkezlerin açılması, şiddeti önleyici yerel çalışmalar yapmak bunlardan sadece birkaçıdır.
Yerel yönetimlerin, kadın örgütleri ve sivil toplum örgütleriyle koordineli çalışmaması yine bu sürecin etkin ve işlevsel olarak yürütülmemesinin sebepleri arasında değerlendirebilir.
Bu süreçte İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmek isteyen AKP iktidarının karşısında kadın örgütlerinin başlattığı kampanya geniş kesimlerce de sahiplenildi. Kapı kapı, sokak sokak sözleşmeyi anlatan, sokaklardan çekilmeyen kadınlar, kurulan barikatların karşısında “İstanbul Sözleşmesi pazarlık konusu olamaz” diyerek AKP’ye geri adım attırmış oldu.
Belediyelerin İstanbul Sözleşmesi’ni sahiplenmesi, broşür, billboard, kitapçık dağıtımı gibi faaliyetleri eşitlikçi bir yerel yönetim anlayışı açısından önemli bir adım oldu.
Yine İBB’nin bu süreçte çalışabilir durumdaki kadınları bölgesel ofislere yönlendirmesi, İstanbul’da 15 kreş açması, 7/24 Kadın Destek Hattını kurması, online eğitimler yapması; İzmir’de ikinci bir kadın sığınma evi açılışı çalışmaları yapılması bu konuda önemli girişimler.
Keza özellikle İzmir Belediyesi’nin depremle beraber kadın örgütleriyle kurumsal bir ilişki kurup koordineli bir çalışma yapması önemli ve umut verici bir çalışma.
Tüm yerel yönetimler acil durum planı yapmalı
Salgın etkisini ağırlaştırırken; şimdi deneyimlerimizle üzerimize düşen sorumluluklardan kaçınmadan hareket etme zamanıdır! En gür sesimizle taleplerimizi haykırmaktan geri durmuyoruz.
İstanbul Sözleşmesi maddeleri uygulanmalıdır.
Tüm yerel yönetimler üzerine düşen sorumluluklardan kaçınmadan hareket etmelidir.
Güvenli kentlerde yaşamak istiyoruz.
Kadınların kent hakkını göz ardı etmeden kadın bakış açısıyla kentler yeniden inşa edilmelidir.
Pandemide kadınları şiddetle tek başına bırakamazsınız. Erkek şiddetine karşı tıpkı sahra hastaneleri gibi geçici ve kalıcı sığınaklar, acil başvuru istasyonları kurulmalıdır.
Kadın sığınma evlerinin sağlık koşulları düzeltilmeli ve bu merkezlerdeki kadınları güçlendirecek faaliyetler düzenlenmelidir.
Kadın yasam merkezlerinin sayısı arttırılmalı ayrıca kadınlara dönük uzaman ekiplerce psikolojik ve hukuksal destek sağlanmalıdır.
Sağlık hizmetinin %70’ini kadınlar üretmektedir. Sağlık emekçisi kadınların çalışma koşullarında düzenlemeler yapılmalıdır.
İstanbul Sözleşmesi tüm yerel yönetimlerin stratejik planlarında yer almalı ve bu konuda etkin çalışmalar yapılmalıdır.
Sosyal yardımlaşma paketlerinin, kadınların ped, hijyen malzemeleri gibi ihtiyaçlarını karşılamaya dönük olmasına dikkat edilmelidir.
Kadınların dijital platformlara (bilgilere) erişimi sağlanmalı, kullanma pratiği geliştirmek üzerine eğitimler verilmelidir.
Salgın, afet gibi durumlarda oluşturulan acil kriz mekanizmalarına kadınların ulaşımı sağlanmalı, bu mekanizmaların 7/24 açık ve çok dilli olmasına dikkat edilmelidir.
Kadınların temel haklarına ilişkin bilgilendirme yapan çok dilli broşürler hazırlanmalıdır. Dijital ortamlarda şiddet karşıtı farkındalık çalışmalar yapılmalıdır.
Kadınlara bırakılan yaşlı, engelli, çocuk bakımı toplumsallaştırılmalı. Ücretsiz kreş ve kolektif bakım merkezleri sağlanmalıdır.
Yerellerde yapılan çalışmalarda kadın örgütleri ve kitle örgütleri ile işbirliği içinde koordineli olunmalıdır. Yerel yönetimler ile kadın örgütlerinin ilişkisi kurumsallaştırılmalıdır.
Kadın örgütlerinin İl Pandemi Kurullarına katılımı sağlanmalıdır.
İzmir örneğinde olduğu gibi kadın örgütlerine ücretsiz internet, ücretsiz online toplantı platformu gibi imkanlar sağlanmalıdır.
Sonuç
COVID-19 salgını bir kez daha gösterdi ki; kadınlar şiddetle, iş yüküyle, artan bakım emeğiyle tek başına mücadele ederken yani “kaderine terk edilirken” bir arada haklarına yaşamlarına sahip çıkarak mücadelelerini de büyüttü. Kayyumlara karşı iradesine sahip çıkan, erkek/devlet şiddeti karşısında susmadan korkmadan yaşamlarına sahip çıkan kadınlar, “salgın ve erkek şiddeti karşısında kimsesiz ve çaresiz değilsin” diyerek, İstanbul Sözleşmesi Yaşatır kampanyasıyla yükselen sesiyle, cesareti de umudu da dayanışmayı da katarak tam da nefes alamadığımız bu günlerde hepimize umut oldu. Taleplerimizi haykırmaktan geri durmuyoruz.
Erkek şiddetiyle mücadele salgın döneminde özel önlemler gerektirir. Her bir kurumun üzerine düşen sorumluluğun bilinciyle hareket etmeli. Bu noktada yerel yönetimler kadınlarla temas edebilecek önemli kurumlardandır. Kadınlar en çok bu kurumlara yakındır, bu nedenle yerel yönetimler de sorumluluklardan kaçmadan kendi üzerine düşeni yapmak zorundadır. Kadına yönelik şiddete karşı asılan afişler ancak bu şekilde gerçek manasını bulabilir.
Dipnotlar:
[1] Mor Çatı 2020 şiddet raporu
[2] Salgın döneminde artan ücretsiz iş yükü kadınlar için günde 2,9 saatten 4,5 saate, erkekler için günde 0,3 saatten 1,1 saate çıkıyor. UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) ücretsiz iş yükünün arttığı ancak kadınların, erkeklerin neredeyse 4 katı daha fazla ücretsiz emek harcayarak bu yükün önemli bir kısmını omuzlarında taşıdığı kaydediliyor. UNDP raporunun verileri gösteriyor ki toplumsal cinsiyet eşitsizliği salgınla beraber daha da derinleşti.
[3] 2015-2020 yılları arasında kayyum atanan Ağrı, Adıyaman, Batman, Bitlis, Diyarbakır, Siirt, Van, Urfa gibi illerde 40 kadın yaşam merkezi; Mersin, İstanbul’da kadın yaşam merkez ve dernekler kapatıldı. Kapatılan dernek ve yaşam merkezlerinin yerine kıraathaneler açılırken bazıları ise tarikatlara devredildi.
*Bu yazı sendika.org sitesinden derlenmiştir.
Yorumlar