Pandemide özel alan, bakım emeği ve annelik – Çiğdem S., Aysun, Fatma

Patriyarkal kapitalist sistemin ne zaman krize girse, kadınların karşılıksız ev içi emeğini ve bakım emeğini daha fazla sömürmek için baskı politikalarını artırmakta aradığını görüyoruz. Pandemi sürecinde gördük ki kadınların varlığı, özgürlüğü, bedeni ve yaşamı üzerindeki tahakküm, iktidarlar açısından toplumun yeniden inşası için önemli bir yerde duruyor. Salt bir kadın düşmanlığı değil yaşadığımız süreç; aynı zamanda tüm yaşamın yeniden inşası için toplam bir saldırı karşısındayız.

Pandemide özel alan, bakım emeği ve annelik – Çiğdem S., Aysun, Fatma

Pandemide Kadın Kadına Tartışma sunuşlarımızı yayınlamaya devam ediyoruz. Tartışmamızın ilk başlığı pandemi öncesi yaşadığımız koşulları tartıştığımız Normaliniz Batsınbaşlığıydı.

Tartışmamızın ikinci başlığı ise “Patriyarka Virüsten Daha Tehlikeli!”  28 Mayıs günü yaptığımız bu tartışmanın sunuşlarını paylaşmaya başlıyoruz. Pandemide iktidarlar kadınlar için ne yaptı? bu başlığın ilk sunuşuydu, aşağıda aynı başlığın ikinci sunuşunu paylaşıyoruz:

Pandemide özel alan, bakım emeği ve annelik – Çiğdem Serin, Aysun Gençtanır, Fatma Girgin

Bu başlıkta pandemi sürecinde özel alanda neler yaşadığımızı, kadınlar üzerine yıkılan bakım emeğini ve “yeni dönem anneliği” konuşacağız. Neo-liberal kapitalizmin insanlığa, en çok da kadınlara dayatmaya çalıştığı “yeni normal” içerisinde, her biri toplumsal yeniden üretimin merkezi haline gelen evlerde, yani özel alanda neler olduğuna bakacağız. Aslında dünya genelinde neo-liberal faşist rejimlerin pandemi öncesinin “Kadın düşmanlığını” da aşan yeni bir saldırı evresi ile karşı karşıyayız.

Patriyarkal kapitalist sistemin ne zaman krize girse, krizden çıkmanın yollarını kadınların karşılıksız ev içi emeğini ve bakım emeğini daha fazla sömürmek için baskı politikalarını artırmakta aradığını görüyoruz. Pandemi sürecinde gördük ki kadınların varlığı, özgürlüğü, bedeni ve yaşamı üzerindeki tahakküm, iktidarlar açısından toplumun yeniden inşası için önemli bir yerde duruyor. Salt bir kadın düşmanlığı değil yaşadığımız süreç; aynı zamanda tüm yaşamın yeniden inşası için yapılan toplam bir saldırı karşısındayız. Gericiliğin daha da ön plana çıkarılarak ailenin kutsandığı, kadınların “makbul kadın” sınırları içerisine sıkıştırıldığı, kadın düşmanlığının perçinlendiği bir durumla karşı karşıyayız.

Eğitimin, çocuk bakımının, yaşlı bakımının tamamen evlere hapsolduğu koşullarda bir yeni dönem annelik ve kadınlık krizi ile karşı karşıya kalırken, bir de kamusal alanda varlık gösteremeyen erkeklerin tek iktidar alanı olarak gördüğü evlerde yaşanan erkeklik krizi ile de karşı karşıya olduğumuz bir süreçten geçmekteyiz.

Pandemiler ve eşitsizlik

Geçmişten örneklerle baktığımızda da pandemiler etrafımızdaki eşitsizlikleri derinleştirir. Korona virüsüne sadece fiziksel bir hastalık olarak baktığımızda kadınlar erkeklerden daha az etkiliyor. Fakat pandemiyi kapitalist patriyarkal sistemin kendini yeniden düzenlenmesi, eşitsizliklerin derinleşmesi olarak baktığımızda kadınlar açısından tüm sorunlar açığa çıkıyor. Alınan tedbirleri incelemeye başlayalım.

Okulların, kreşlerin kapanması, evde karantina, yaşlıların ve 20 yaş altına gelen sokak kısıtlaması derken ücretli emek alanından ücretsiz emek alanına, kamusaldan özel alana kayan bir emek biçimini gözlemleyebiliyoruz. Ebola salgınına bakacak olursak: Simon Fraser Üniversitesi’nde sağlık politikaları alanında araştırmalar yapan Julia Smith New York Times’a verdiği röportajda “Ebola salgını sırasında Batı Afrika’daki herkesin geliri olumsuz şekilde etkilendi. Ancak erkeklerin salgın öncesi gelir seviyelerine dönüşü kadınlardan çok daha çabuk oldu,” diyor. İngiliz araştırmalarına göre kadınların daha az ücretle çalışıyor olması herhangi bir aksaklık yaşandığında kadınların işlerinin daha az öncelikli olmasına sebep oluyor. Yani korona sonrası kadınların işyerlerine dönüşü ve ücret eşitliğine ulaşması daha da kırılganlaştı.

 

Ücretsiz bakım emeğinin yükü kadınların sırtına

Devlet, salgın sürecinde alması gereken hijyen, hasta bakımı, artan yoksulluk ve açlıkla mücadele için fon ayırmak gibi zaruri önlemlerin hiçbirini almayarak tüm bu önlemleri fiili olarak kadınların ev içi emeğine bırakmış oldu. Bakım emeği, ilişkileri sürdürmek, duyguları yönetmek ve kendine bakacak durumda olmayanlara fiziksel olarak bakmak diye tarif edebiliriz. Korona virüsü evin dışında tutmak ve aile bireylerini virüsten korumak, dışarı çıkmak zorunda kalan biri varsa onun kıyafetlerinin dezenfekte edilmesi, aile bireylerinin her birinin bedensel hijyeninin kontrolü, gerekli durumlarda uyarılması, çocukların bedensel hijyeninin sağlanması, ekonomik olarak ev içi giderlerin kontrol edilmesi, sağlıklı besinlerin tüketilmesi derken ev içi emek yükü artıyor.

Korona virüsü ile birlikte birçok üniversiteli genç kadın ailelerinin yanına dönmek zorunda kaldı. Çoğunluğu üniversiteli olmakla birlikte, sadece üniversiteli kadınlar da değil aslında, kendine bağımsız yaşam kuran pek çok kadın ekonomik nedenlerle aileye dönmek zorunda bırakıldı. Bu eskiye/geleneksele dönüş ile “güvenli” ev, özgürlüğe tercih edildi ya da tercih edilmesi zorlandı. Özerkliğin feda edilmesi ve kadınlar üzerindeki aile denetiminin artması ile feminist öz savunmanın temelleri de derinden sarsılmış oldu.

Ebola salgınında okulların kapanması kızların yaşam fırsatlarını olumsuz yönde etkiledi, çünkü çoğu tekrar okula dönemedi. Genç kadınların hamilelik oranlarının yükselmesi de bunda etkili oldu. Aile içi şiddet ve cinsel şiddet vakalarının arttığı biliniyor. Türkiye açısından da kentlere göre değişiklikler yaşanacaktır. Kişilerin pandeminin yarattığı ekonomik zorluluklar karşısında ayakta kalabilmek için daha geniş ailelerde yaşamaya başlaması, geçinmek için insan gücüne ihtiyaç duyması, şehir dışında üniversite okuyan kız çocuklarının masrafların azalması için genç kadınların aileye geri dönmesini zorunlu kılabilir.

Her alanda eşitsizlik tehlikesi büyüyor

Oxfam’ın Ocak ayında yayımladığı küresel eşitsizliğe ilişkin yeni rapora göre,  yoksul kadınlar ve kız çocukları her gün 12,5 milyar saat bedava bakım emeği sarf ediyor. Bu emeğin ekonomik karşılığı yılda asgari 10,8 trilyon dolar (KEDV) Rapora göre, ücretsiz bakım emeğinin dörtte üçünden fazlasını; ücretli bakım hizmetlerinin de üçte ikisinden fazlasını kadınlar gerçekleştiriyor. Kırsal kesimde ve alt gelir dilimindeki ülkelerde kadınlar günde 14 saate kadar ücretsiz bakım emeği veriyor, bu da aynı ülkelerde erkeklerin bakım emeğine harcadığı zamanın beş katı. Küresel ölçekte, çalışma çağındaki kadınların %42’si üstlendikleri ücretsiz bakım sorumlulukları yüzünden ücretli emek gücüne dahil değil; bu rakam erkeklerde sadece %6.

Plan International ve UNESCO’nun COVID-19’la ilgili ilk uyarıları, okuldan kopuşun özellikle ergenlik çağındaki kız çocukları etkileyeceğini, eğitimdeki toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini artıracağını; istismar, erken gebelik, erken ve zorla evlenme risklerini ağırlaştıracağını vurguluyordu. Karantina sırasında kız çocukların ve kadınların hane içi bakım sorumluluklarının artışı, azalan kaynakların tahsisinde önceliğin oğlan çocukların eğitimine verilmesi, özel eğitime gereksinim duyanlar, sığınmacılar, göçmenler, farklı cinsel yönelimlere sahip olanlar, mevsimlik tarım işçileri gibi kırılgan gruplardaki kız çocukları ve kadınlar için eğitime devam edememe riskini artırıyor.

Dünyada -ve Türkiye’de- internet kullanımının hızla artmasına karşılık “dijital toplumsal cinsiyet uçurumu”nun hala keskin bir biçimde sürmesi de pandemi sürecinde eğitim alanında cinsiyet eşitsizliğini artıyor. TÜİK’in Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması’na göre, Türkiye’de masaüstü bilgisayar bulunan hane oranı çok düşük (%17,6) olduğu gibi taşınabilir bilgisayar bulunan hane oranı da %37,9’de kalıyor. Tablet bulunan hane oranı %26,7; cep telefonu bulunan hanelerin oranı ise %98,7. İnternet erişimi ya da bilgisayar vb. olanaklara sahip olan hanelerde bile kız çocuklarla kadınların, dijital okuryazarlık ve dijital araç kullanımı fırsat ve olanaklarından daha az yararlanmış olmaları, eğitim oranlarını etkiliyor.

Unicef’in yaptığı araştırmaya göre dünya çapında 18 yaşından küçük çocukların ve gençlerin yüzde 99’u (2,34 milyar çocuk) salgın nedeniyle hareketlerin bir şekilde kısıtlandığı 186 ülkeden birinde yaşıyor. Tüm çocukların yüzde altmışı, sokağa çıkma yasağının tamamen (%7) veya kısmen (%53) uygulandığı 82 ülkeden birinde bulunuyor. Bu oran, 1,4 milyar gence karşılık geliyor. Özellikle yalnız yaşayan kadınların hem çocuklarına bakıp hem de geçimlerini sağlamak kısmında ne yapacağını kimse bilemiyor. Ayrıca Ebola sırasında çocukların aşılamalarının düştüğü verileri ortaya konuldu. Bu dönemde annelerin ise çocuklarının hastalıkları sebebiyle işten izin almak zorunda olduğu belirtiliyor.

En az iki kat ev içi mesai

Korona pandemisi sonrasında kadınların ev içerisinde mesailerinin iki katına çıkması, özellikle ücretli alanda çalışan kadınların evden çalışma düzenine geçilmesiyle birlikte aşırı yük ve strese maruz kalmalarına sebep oluyor. Uzmanlar ağır sorumluluk duygusunun tükenmişlik sendromuna yol açabileceği uyarısında bulunurken kadınları asıl yoranın zihinsel olarak çok fazla şeyle ilgilenmek zorunda kalmaları olduğu belirtiliyor. Ev işlerinin, ofis işlerinin, aile üyelerinin ihtiyaçları derken verilen duygusal emek artıyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin perçinlenmesi ile birlikte anne olan kadınların her şeyi yapması bekleniyor, ev içerisinde tüm bireylerin bulunması aynı zamanda kadınların kendilerine ait bir zamanının kalmamasına neden oluyor. Okula gidemeyen çocukların tüm gün bakımının yanında kadınlardan, uzaktan eğitime çocukların katılımını sağlamak, çocuklarla nitelikli zaman geçirerek gelişimlerine destek olmak gibi “yeni dönem annelik görevlerini” de aksatmamaları bekleniyor.

 

1 milyon güvenceli güvencesiz çalışan ev işçisinin de pandemi sürecinde işsiz kalmasıyla, ev işi konusunda da önceden aldığı desteği de alamayan ve home-ofice çalışma düzenine geçen kadınlar da ev içi iş bölümünde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en çıplak haliyle karşı karşıya kalıyor.

 

“Evde Kal” çağrıları yapılırken bu kampanya dahilinde sosyal medya üzerinden paylaşılan fotoğraflardan da “kutsal aile” kavramının yüceltildiğini görüyoruz. Sistemin tarif ettiği makbul aile formundaki heteroseksüel çiftimiz objektiflere gülümserken aslında o evlere sığdırılmaya çalışılan bizler açısından neler oluyor? O evlerde ne türlü yoksullukların ve yoksunlukların yaşandığını, insanların birbirine koşullar yüzünden nasıl tahammül etmek zorunda olduğunu, şiddete maruz kalan kadınları, kadınların ev içinde maruz kaldığı katmerlenen emek sömürüsünü, heteroseksüel olmayan çiftleri, LGBTİ+’ları, işsiz öğrencileri, mültecileri görünmez kılıyor. 1980’lerde HIV/AIDS pandemisi yaşanırken, benzer bir yöntemle, kuir düşünürler de heteronormatifliğin sağlık krizlerine nasıl ortam hazırladığını ve böylelikle de kabahatli bulduğu, toplumsal olarak kabul edilmeyen cinsel eylemlerde bulunan bedenleri cezalandırdığını vurguladılar.

 

Heteronormatif aileye pandemi güzellemesi

Başka bir deyişle, bireyin fiziksel yakınlık ve aşk bulma arzusu toplum beklentilerini karşılamıyorsa, hastalığa yakalanması ihtimalinde yok sayılıp ölüme terk edileceğini dile getiriyorlardı –ki o dönemde birçok gey erkeğin yaşadığı da farklı değildi. Korona pandemisi sırasında da buna benzer saldırılar gerçekleşecek gibi gözüküyor. Macaristan parlamentosunda, doğum anında kaydedilen cinsiyetin daha sonra değiştirilmesini önleyen yasa tasarısı kabul edildi.

Korona öncesi geniş çaplı bir araştırma kadınların yüzde 14’ünün üreme baskısı yaşadığını ya gebe kalmaya ya da kürtaja zorlandığını tespit etti. Bu veriler bile Korona döneminde özel alanda kadın bedeninin çeşitli baskı ve iktidar araçları ile kontrol altına alınacağını gösteriyor.

Tüm sunuşlar: Pandemide Kadın Kadına Tartışma  

Yorumlar