Kapitalist üretimin doğa ve insan üzerindeki yıkıcı etkisi kadınların üzerinde katmerleniyor. Emeğin hakları ve özgürlük mücadelesi doğanın özgür olmasından ve bu ikisi kadın özgürlük mücadelesinden ayrı düşünülemez. Bugünün dünyasında, neoliberal patriyarkal kapitalizmin insan yaşamında ve doğada yarattığı büyük yıkımı durdurabilme ve eskisini tepetaklak ederek yeni yaşamı kurabilme kapasitesine sahip, gerçek devrimci özneler biz kadınlarız.
Pandemide Kadın Kadına Tartışma sunuşlarımızı yayınlamaya devam ediyoruz. Tartışmamızın ilk başlığı pandemi öncesi yaşadığımız koşulları tartıştığımız Normaliniz Batsın! başlığıydı.
Tartışmamızın ikinci başlığını oluşturan “Patriyarka Virüsten Daha Tehlikeli!” (28 Mayıs) sunuşları ise Pandemide iktidarlar kadınlar için ne yaptı? , Pandemide özel alan, bakım emeği ve annelik ve Toplumsal yeniden üretim krizi olarak pandemi başlıklarını taşıyor.
Kapitalizm Öldürür tartışmamızın üçüncü başlığıydı. Bu başlıkta yer alan Pandemi ortamında derinleşen kriz, ve Pandemide ücretli kadın emeği, Pandemide baskı, iktidar ve biyodenetim ve Toplumsal yeniden üretim krizi olarak pandemi sunuşlarını paylaştık.
Dördüncü başlığımız Gezegeni de kadınlar kurtaracak tartışmasını 3 Haziran’da gerçekleştirdik. Şimdi bu başlığın ilk sunuşunu paylaşıyoruz:
Neo-liberal kapitalist üretim modeli pandemiyi nasıl yarattı? -Tuğçe Özçelik, Selin Kılıç, Rüya Kurtuluş
Bu bölümün konusu neoliberal patriyarkal kapitalizmin üretim modeli ve doğa talanı pandemiyi nasıl üretti? Pandemi koşullarında doğaya yönelen saldırılar ne tür tehditler yaratmaya devam ediyor? Doğa talanına dayalı kapitalist birikim geleceğimizi hangi temel tehditler altına sokuyor?
Neoliberal patriyarkal kapitalizmin krizi içinde olduğumuzu, bu dönemin aynı zamanda bu krize yanıt olarak ortaya çıkan yeni faşist iktidarların da krizi olduğunu söylemiştik. Yine daha önceki tartışma başlıklarımızda neoliberal patriyarkal kapitalizmin emeğin, doğanın ve kadınların sınırsız sömürüsü üzerine kurulduğunu ve krizinin de tam olarak burada olduğunu açıklamıştık. Şimdi bütün bu krizlerin bir sağlık krizi altında cisimleştiği bir dönemden geçiyoruz. Salgınla birlikte kapitalizmin yarattığı ekolojik, sağlıkla ilgili ve ekonomik kırılganlıkların ne kadar iç içe ve yaşamsal olduğu hiç olmadığı kadar görünür oldu.
“Kapitalist üretim, insanla yeryüzü arasındaki metabolik etkileşimi bozar, insan tarafından besin ve giysi olarak tüketilen bileşenlerin toprağa dönmesini engeller; toprağa verimlilik kazandıran ezelî doğal şartların işleyişini engeller. Kapitalist tarımda tüm ilerleme, sadece emekçinin soyulması sanatındaki ilerleme değil, aynı zamanda toprağın soyulması sanatındaki ilerlemedir. Bir ülke büyük sanayi temelinde ne kadar gelişirse, bu yıkım süreci o kadar hızlı gerçekleşir. Toprağın verimliliğinin belirli bir süre için artırılmasındaki tüm ilerleme, o verimliliğin daha uzun ömürlü kaynaklarının tahrip edilmesi yönündeki ilerlemedir. Kapitalist üretim sadece üretimin toplumsal sürecinin bağlantı tekniklerini ve derecesini, aynı anda tüm zenginliğin kaynağını – toprağın ve emekçinin – çökerterek geliştirir.” Karl Marx – Kapital 1
“Toprağı kutsal analıktan çıkarır ve kullanıp atılabilir bir nesneye, altındaki mineraller için talan edilebilecek ya da dev barajlar altında boğulabilecek bir şeye dönüştürür. Toprağın çocukları da kullanılıp atılabilir hale gelir; madenler ve barajlar arkalarında çorak topraklar ve köklerinden koparılmış insanlar bırakır.” Vandana Shiva
Marx’ın 1867’de yazdığı, Vandana Shiva’nın ondan belki de 150 yıl sonra söylediği sözler sadece toprak bakımından söylenmiş görünse de ikisi de kapitalist üretimin doğa ve insan üzerindeki yıkıcı etkisini anlatmaktadır. Ve bu yıkıcı etki kadınların üzerinde katmerleniyor. Dolayısıyla bir önceki tartışma başlığında konuştuğumuz emeğin hakları ve özgürlük mücadelesi doğanın özgür olmasından ve bu ikisi kadın özgürlük mücadelesinden ayrı düşünülemez.
Maalesef bugün bu yıkıcı etkiyi milyonlarca insanın ölmesini bekleyerek yaşıyoruz. Dahası insanlar, pandemiyi üreten koşulların gezegenin de sonunu getirdiğini adeta kötü bir Hollywood filmi izler gibi seyrediyor.
Neoliberal patriyarkal kapitalizmin krizi hayatın her alanına yayılarak yapısal ve çoklu siyasal biçimlere bürünüyor. 1990’da Sovyetlerin yıkılmasından sonra küresel dünya ilan edilmiş, piyasaya serbestleşirken, devletlerin küçüleceği ve demokratikleşeceği söylenmişti. Oysa gerçekte yaşanan emeğin güvencesiz ve esnek çalıştırılma biçimleriyle dünyanın bir ucundan diğer ucuna sömürülmesi, kamusal alanın sermayenin sınırsız sömürüsüne sunulması ve işçi sınıfının mücadelelerle elde ettiği kamusal hakların piyasaya açılması, doğanın, kentlerin sermayenin kar ihtiyacını karşılayacak şekilde yağmalanması oldu. Az önce Vandana Shiva’nın sözünde geçen “madenler ve barajlar arkalarında çorak topraklar ve köklerinden koparılmış insanlar bırakır” sözünü tamamlarsak, neoliberal dönemde köklerinden koparılmış insanlar, vahşi emek piyasasının her koşulda sömürülebilecek artık nüfusuna dönüştürüldü. Neoliberal kapitalizm tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir mülksüzleştirme ve proleterleştirme dalgası yarattı. Dünyanın bir ucundaki ucuz emek, diğer ucundaki yağmalanabilir doğal varlıklar, bir başka ucundaki tüketici uluslararası bir meta – değer zincirinin parçası haline geldi. Uluslararası şirketler daha çok kar elde etmek için sadece insan emeğini değil, yerkürenin suyunu, taşını, yeraltı varlıklarını, hayvanlarını, güneşini ve rüzgarını yağmaladılar. Bu yağmanın devam edebilmesi için finansallaşan sermaye kredi musluklarını açtı, devletler garantör oldu hatta çoğu zaman hazine kaynağıyla yaşamı yok eden projeler desteklendi.
Salgınların “kapitalizmin en başından itibaren virüsler ya sermayenin genişleyen sınırsız ticaret, yatırım ve dolaşım yollarından veya bu yolları genişletmek için açılan askeri yollardan geçerek” yayıldığını birinci tartışma başlığımızda söylemiştik. Peki, bugünkü Covid 19 salgınını oluşturan ve yayılmasını sağlayan koşullar nelerdir?
Virüsleri açığa çıkaran koşullar
“Epidemi ve pandemilerin başlangıç noktaları daima doğal bozulmanın meydana geldiği yerler olmuştur. Wuhan kentinin 1984 ve 2020 yıllarındaki uydu görüntüleri, şehrin doğal alanlarının içine ne derece girildiğini ve habitat tahribatını göstermektedir”
Korona virüsün açığa çıkışıyla ilgili artık birçok veri Çin’in Wuhan kentinde canlı hayvanların satıldığı pazarları gösteriyor. Burada da iki etken belirleyici hale geliyor. Birincisi doğal yaşamla iç içe geçen kentleşme ve doğal yaşama kapitalist müdahale, ikincisi nüfus yoğunluğu. “Bir çalışma, 1940’tan 2004’e kadar, bulaşıcı hastalıkların en çok ABD’nin kuzeydoğusu, batı Avrupa, Japonya ve güneydoğu Avustralya gibi tıklım tıklım bölgelerde gerçekleştiğini buldu. Son on yıllarda, çoğu imalat işi Asya’ya geçiş yaptığından, oradaki insan ve hayvanlar daha yakın yaşamaya başladı. 1996 yılında erken dönem kuş gribi vakaları ve 2002 yılında SARS, insanlar ve hayvancılık açısından tarihin en yoğun yerleşim yeri olan Çin’in Guangdong eyaletindeki hayvanlarda bulundu.”(1)
Covid -19 bilim insanlarının iz sürerek buldukları verilere göre zoonotik bir hastalık. Yani hayvanlardan insanlara bulaşan patojenlerden kaynaklanan bir hastalık. Kapitalizmin endüstriyel hayvan yetiştiriciliği modelini dayatması, hayvansal kaynaklı gıdalar üzerinden bulaşan hastalıkların yükselmesine önayak oldu. Endüstriyel hayvan yetiştiriciliği dünyaya dayatıldığından beri, son otuz yılda otuzdan fazla insan patojeni belirlendi, neredeyse çoğu Covid-19 gibi hayvansal zoonotik virüs.
Sadece endüstriyel hayvancılık değil endüstriyel üretim ve kentleşme için doğal varlıkların yok edilmesi, endüstriyel tarım için habitatların temizlenmesi, madencilik faaliyetleri, ormansızlaşma gibi insan etkileri, habitat yıkımlarına neden olmakta, biyoçeşitliliği yok etmekte ve vahşi yaşamın döngüsü içinde bulunan patojenlerin insana geçmesine sebep olmaktadır. 2014-2016 yılları arasında Batı Afrika’da patlak veren Ebola virüsü salgını da, bölgedeki zengin biyoçeşitlilik noktalarının bozulmaya uğradığı yerlerde başlamıştır.
Virüsün ortaya çıkmasını sağlayan koşullar aynı zamanda iklim felaketini de yaratıyor. Ve iklim krizi virüsten daha tehlikeli diyor bilim insanları. Bu konuyu bir sonraki başlığımızda ayrıntılı konuşacağız.
Virüsün pandemiye dönüşmesini sağlayan koşullar
Virüslerin insanlara geçişini sağlayan koşullarla salgına dönüşmesini sağlayan koşullar bir biriyle çok iç içe.
Bir örnekten yola çıkalım. Afrika, Asya, Kuzey ve Güney Amerika’da yetişen Palm ağaçlarından elde edilen palm yağı, bu kıtalardan dağıtım yollarıyla evlerimize geliyor ve kullandığımız ürünlerin yaklaşık yüzde 40-50’sinin içerisinde bulunuyor. Bunların arasında unlu mamuller, çikolata ve türevleri, şekerlemeler, şampuanlar, kozmetik ürünleri, temizlik ürünleri, çamaşır deterjanları, diş ve bakım ürünleri bulunuyor. Palm yağı endüstrisi ne yazık ki orman ve habitat tahribatı, iklim değişiklikleri, hayvana yönelik şiddet, yerli halkların sömürülmesi ve kötü muamele görmesi gibi pek çok ciddi sorunla doğrudan bağlantılı. Dünya Yaban Hayatı Derneği tarafından yapılan resmi açıklamaya göre saatte 300 futbol sahası büyüklüğünde yağmur ormanı alanı bu endüstri için yok ediliyor. Bu denli hızlı bir orman tahribatı pek çok canlı türünün neslini ciddi biçimde tehdit ediyor. Yağmur ormanlarında yaşayan orangutanların önümüzdeki 5-10 sene içerisinde nesillerinin tamamen tükeneceği öngörülüyor. Sumatra kaplanlarının ise yalnızca bir iki senesi kaldı. Palm yağı ithalatının %85’inin yapıldığı iki ülkeden biri olan Endonezya zoonotik hastalıkların açığa çıktığı bir ülke. Hatta korona sürecinde Endonezya’da dang humması adında bir salgın hastalık ortaya çıktı.
Artık pandemi bize öğretti ki; dünyanın bir köşesindeki bir köyden çıkan patojen 36 saat içinde dünyanın bütün kıtalarına yayılabilir. Bu kadar hızlı yayılımın birinci yolu havayolu ulaşımı. Büyük havalimanları ise bu ağın en kritik bileşeni. Sadece havayolu yolculuğu olarak bakarsak, 2000 yılında 1,64 milyar yolcu sayısı, 2010’da 2,6 milyar yolcuya çıktı. 2018’de ise 4,2 milyar yolcuyu geçtiğimizi veriler ortaya koyuyor.
Sadece yolcuların ulaşımı değil, endüstriyel tarımın ucuza yapıldığı bölgelerden dünyanın dört bir yanına yayılan tarımsal ürünler, emek ve hammadde maliyetlerinin düşük olduğu bölgelerden ithal edilen elektronik ürünler, kozmetik ürünler, tekstil ürünleri vs. ve aklınıza gelebilecek bütün malları taşıyan lojistik ağları. Dünya yerin altından gökyüzüne, yollarla birbirine bağlanırken bu yollardan sadece mallar taşınmıyor.
İşte kapitalizm yerküreyi böyle bir cendere altına alıyor.
Korona aslında bu yıl başımıza gelen tek büyük felaket değil… Bizlerin gündemine son yıllarda giren ancak ekoloji hareketinin çok uzun yıllardır dikkat çekmeye çalıştığı şey tüm dünyanın sistemin devamı için dönmesinin gezegenin sonunu getireceği gerçeğiydi. Hatırlarsak; daha geçtiğimiz yıl uluslararası bir iklim grevi yaptık. Çünkü gezegen sera gazlarının salınımının artması yüzünden her geçen gün küresel olarak biraz daha ısınıyor. İlkim krizi, habitatlar ve su kaynaklarını değiştiriyor, tüketiyor. Su kaynaklarının tükenmesi, kuraklıkla birlikte gıda krizi kapıya dayanıyordu. İklim krizi nedeniyle en son İstanbul’un 4 katı büyüklüğünde ve 1 trilyon ton ağırlığında olan bir buzdağı güney kutup bölgesinden koptu, son aylarda Avusturalya’da yaklaşık 4 ay süren ve söndürülemeyen yangınlarda 8 milyon hektar alan yok oldu. Onlarca insan yaşamını yitirirken ve 1,25 milyar hayvan yangınlar nedeniyle hayatını kaybetti. Hemen ardından yine Afrika’dan yayılan, günde 150 kilometre hızla yayılım gösteren çekirgeler sadece Kenya’da bir günde 85 milyon kişiye yetecek kadar gıdayı tüketti. Neoliberal patriyarkal kapitalizm hem emeğin hem de doğanın sınırlarını zorluyor. Açığa çıkan iklim krizi, gıda krizi, su krizi, plansız kentleşme başka krizleri de tetikliyor. Bunları sonraki sunumlarda daha ayrıntılı konuşacağız.
Maskeli ihale, doğa talanı pandemide bile şahane
Dakikalara sığdırıp anlatmaya çalıştığımız sermayenin karı ve iktidarların devamlılığı için sürdürülen bu yağmacılık bildiğimiz gibi pandemi koşullarında da devam etti. Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) 18 ülkede yaptırdığı araştırmaya göre “korona ayı” diye nitelenen Mart 2020’de 18 ülkede tropikal orman alanları 6 bin 500 kilometrekare azaldı. Bu da Berlin’in yüzölçümünün yedi katına tekabül ediyor. Bu miktar 2017-2019’un aynı dönemi ile karşılaştırıldığında yüzde 150 artış demek.
Türkiye’de ise hepimiz çok konuştuk pandemi koşullarında bile yapılan ihaleleri, verilen ÇED olumlu kararlarını. Aramızda pandemi fırsatçılığına karşı mücadele eden arkadaşlarımız da var. Sermaye ve Saray iktidarı koronavirüs salgınını tam bir rant fırsatçılığına çevirdi. İnsanlar evde kalırken dışarda doğa talanına devam edildi. Maden çalışmalarına ve HES çalışmalarına devam edildi. Türkiye ile İngiliz Rolls-Royce Holdings arasında Nükleer Anlaşma imzalandı. 1. derece doğal sit alanı olan Salda’dan millet bahçesi yapmak için kum taşındı. Firmaların atık havuzlarından sızan siyanür doğaya yayıldı. Kaz Dağları’nda nöbet alanının terk edilmesi için para cezaları kesildi. Kanal İstanbul güzergahındaki iki tarihi köprünün taşınması için maskeli ihale yapıldı. Sokağa çıkma yasağının olduğu günlerde Bursa Kirazlıyayla’ya jandarma eşliğinde şirket araçları girdi. Hopa’da taş ocağı yapılmaya çalışıldı. Yusufeli’nde 6 yıldır köylülerin izin vermediği HES inşaatına başlandı. Türkiye’nin bütün bölgelerinde şirketler ve AKP, salgın boyunca halk için değil rant için çalıştı. Özellikle enerji ve madencilik sektöründe yoğunlaştı bu projeler. Salgın başladıktan sonraki iki ay içinde onlarca ÇED süreci başlatıldı, 20 ÇED olumlu kararı verildi. Hükümet tarafından korona düzenlemeleri içinde emekçilerin yararına kararlar alınmazken sermayenin doğa talanını kolaylaştıracak kararlar alındı. Emekçiye verecek ödenek bulamayan hükümet, kendi beslemesi 3-5 şirkete geçmediğimiz köprülerin, kullanmadığımız otoyolların, doğa katliamı abidesi ve pandemi boyunca kullanılmayan 3. havalimanının garanti ödemelerini yaptı.
Bunları böyle alt alta sıralayınca karanlık bir tablo çıkıyor ortaya. Ama biz karamsar değiliz. Pandemi boyunca yasaklara rağmen doğayı savunan insanlar dünyanın dört bir yanında hareket halindeydi. Kendi ülkemizde de ne köylerde ne de kentlerde susmadı kimse. Durdurduğumuz projeler de oldu.
Bu görseldeki kadın Pamukkale üniversitesinde profesör, adı Fevziye Çelebi Toprak. Pandeminin ilk günlerinde, bin bir emekle hazırladıkları Yerli Tohum ve Bitki Üretim Merkezi’nin yine üniversitenin rektörünün gönderdiği dozerlerle yok edilmemesi için kepçenin önüne yatıp çalışmayı engellemişti.
Bu da online iklim grevi çağrı görseli. Geçen yılki iklim grevi gibi etkili olmasa, farklı araçların kullanımı açısından önemli.
Bu görsel Kadıköy Dayanışma Ağı’nın yaptığı bir bostan. Dayanışma ve doğayla kurulan ilişkiyi değiştirme de direnişin parçası.
Bu kadınlar Bursa Kirazlıyayla’dan. Köye yapılmak istenen maden çalışmasına karşı pandemi başladığı ilk günden beri, yasak masak tanımadan direniyorlar.
Bu tartışmamızın genel başlığı “Gezegeni de kadınlar kurtaracak”. Bazen onu da mı biz yapacağız diye şakalaşıyoruz. Biraz iddialı gelebilir. Bizce sakıncası yok. Bugünün dünyasında, neoliberal patriyarkal kapitalizmin insan yaşamında ve doğada yarattığı büyük yıkımı durdurabilme ve eskisini tepetaklak ederek yeni yaşamı kurabilme kapasitesine sahip, gerçek devrimci özneler biz kadınlarız. Dinlediğiniz için teşekkürler.
Kaynaklar:
https://www.birikimdergisi.com/guncel/10097/covid-19-normale-donmeyecegiz-cunku-problem-normal-olan
https://www.birgun.net/haber/palm-yagi-endustrisi-143451
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/03/20/korona-gunlerinde-iklim-meselesi/
Tüm sunuşlar: Pandemide Kadın Kadına Tartışma
Yorumlar