Koronavirüs: Hadi biraz da hayvan tüketiminin sonuçlarından bahsedelim (ama ırkçılık yapmak yok) – Marla Rose

Çin kültürü üzerine uzun zaman önce tedavülden kalkmış olması gereken eski ırkçı söylemleri yeniden alevlendirmek yerine, gün hayvan tarımının risklerini konuşma günüdür.

Koronavirüs: Hadi biraz da hayvan tüketiminin sonuçlarından bahsedelim (ama ırkçılık yapmak yok) – Marla Rose

Koronavirüs haberlerinin patlamasıyla birlikte ben de hemen zırhımı kuşandım; kesilmiş ve canlı hayvanların satıldığı bir pazarda ortaya çıkıp yayıldığı söylenen virüs son derece bulaşıcı ve ölümcül. Sırf hayvanları yemenin ne denli yıkıcı olduğunu hatırlattığı için değil; virüs Çin’den, özellikle de Wuhan şehrinden yayıldığı için zırhımı kuşandım. Şu ana kadar biri hariç tamamı Çin’de 300’den fazla insan hayatını kaybetti ve 23 ülkede 14,500 vakada laboratuvar tanısı kondu. (Bu veriler yazının kaleme alındığı 3 Şubat 2020 tarihine ait verilerdir. Johns Hopkins Üniversitesi verilerine göre 21 Mart itibariyle salgının durdurulduğu Çin’de ölü sayısı 3255, tanı konan vaka sayısı 81.349 olmakla birlikte salgının yayılması durdurulmuştur; İtalya’da ölü sayısı 4825, vaka sayısı 53.578; İran’da ölü sayısı 1556, vaka sayısı 20.610; İspanya’da ölü sayısı 1381, vaka sayısı 25.496 -çevirenin notu.) Benim gardımı almamın sebebiyse, en az virüsün kendisi kadar ölümcül olan yorumlar okuyacağımı biliyor olmamdı: sosyal medya paylaşımlarında mevzuya her daim eşlik eden gündelik (ve bir o kadar da kötücül) ırkçılık ve yakın akrabası yabancı düşmanlığı.

Irkçılığa geçit vermeden

Facebook kullanıyorsanız, bu gündemle ya da başka bir bağlamda Çin’de hayvanlara kötü muamele edildiğine muhtemelen rastlamışsınızdır. Çinlilerin “barbar” oldukları ve “geri kalmış bir” ülkenin “iğrenç canavarları” olduklarını söyleyen yorumlarla karşılaşacaksınız. Virüs yalnızca insandan insana yayılıyor olsa da, koronavirüs aslında hayvanlara uygulanan zulmün bir “intikamıdır”. Çin-karşıtı bağnazlığın yanı sıra, yorumlarda Asya-karşıtı ırkçılığa da şahit oluyoruz.

Bir durup düşünebilir miyiz lütfen? Tüm dünyada hayvanlara yönelik uygulanan akıl almaz gaddarlık biraz olsun azalmış değil. Tıpkı belli türleri yemenin bazı ülkelerde yaygın, bazılarındaysa lanetlenmiş olduğu gibi, bir kültürde normalleştirilen pratikler, diğerlerinde canavarlık olarak görülebilir. Bu, hayvanlara uygulanan zulmü görmezden gelmek demek değil, bu zulme karşı, ırkçı yakıştırmaları sürdürmeden ve hayvanlara karşı uygulanan zulmün kendi kültürümüzün kabul ettiği biçimlerine karşı devasa bir kör nokta olmadan sözümüzü yükseltebilmeliyiz demek. Birinin daha tanıdık olması, daha az zalimce olduğu anlamına gelmez. Şimdi madem koronavirüs bir pandemi (iki ya da daha fazla kıtada süregelen salgın) olarak ele alınmaya başlayacak, uzun zaman önce tedavülden kalkmış olması gereken cahil ırkçı yakıştırmaları sağa sola savurmak yerine, artık hayvan tarımının insanları, diğer hayvanları ve gezegeni nasıl tehlikeye attığı konusunda eğitime odaklanmanın zamanı gelmedi mi?

Hayvan zulmünü normalleştirmek

Çin’de koronavirüsün yayılmaya başladığı yer olduğu düşünülen sözde pazar örneğine bakacak olursak, bağnazlık ve nefret söylemiyle sıkça karşılaşıyoruz. Ama gerçeklerden kopmamak daha makul ve kendi içselleştirilmiş zulüm pratiklerimizden sapmayan bir yaklaşım olacaktır. Çünkü, tekrar ve tekrar, hayvanlara yönelik zulüm konusunda son sözü Çin söylemeyecek. Nitekim hayvanlara kötü muamele konusunda temiz bir sicile sahip hiçbir ülke yok.

Büyük ölçekli bir endüstriyel çiftlik gerçekten de bir açık pazardan daha mı insani? Hayvanları -kuyruklarını kesip, gagalarını dağlayıp, kulaklarında delik açıp, zorla hamile bırakarak ve bebeklerini annelerinden ayırarak- kısacık ömürlerinin sonunda yemek için dünyaya getirmek gerçekten daha mı medeni? Amerika nüfusunun yüzde 15’i her yıl gıda kaynaklı bir hastalığa yakalanırken ve sektör kendisini devlet denetiminden geçmek yerine bir yandan kesim hattını her zamankinden daha da hızlı çalıştırarak daha da salıvermişken, Batının endüstriyel hayvan tarımı sisteminin daha hijyenik olduğunu gerçekten iddia edebilir miyiz?

Alışkanlıklarımızdaki tehlikeler

Mesele endüstriyel hayvan tarımının hayatımızı nasıl tehlikeye attığı konusundaki tartışmanın önünü kesmek değil. Bunun yerine, bu momente hayvan yeme alışkanlığımızın hepimizi tehlikeye atan sağlıksız, tehlikeli ve acımasız şartlar doğurduğu konusunda halkı eğitmek için sıkıca tutunmalıyız. Bunu da ırkçı, yabancı düşmanı ve ileriyi görmekten aciz bir söyleme (hem kendimizin hem de başkalarının) karşı tedbirli olarak yapmamız gerekir.

Bağnaz nefret söylemini yaygınlaştırmak mı daha önemli, yoksa daha şefkatli ve sürdürülebilir bir dünyayı savunmak mı? Eğer yanıt ikincisiyse, sanırım hepimiz hangi yaklaşımın daha anlamlı olduğunu biliyoruz. Bu, ırkçı tavırları sahiplenerek katlayacağımız değil, öğreterek bir araya geleceğimiz bir süreç.

 

[sendika.org’dan alınmıştır.]

Yorumlar