Kendine ait bir çadır, donun politikliği ve birbirimizden asla vazgeçmemenin güzelliği – Çiğdem Serin

Zaten kenti asla terk etmek istemeyen kadınlar bizim varlığımızla da kalmak için daha çok sebepleri olduğunu söylüyorlar. Rotasyon sistemimizle yüzlerimiz değişse de Kadın Savunma Ağı önlüğünü giyen herkes onlar için aynı. Yani Antakya’nın bir parçası, onların kahve içmeye gittiği komşusuyuz. Şunu her söylediğimizde hüzünlü gözleri parıldıyor “Birbirimizden asla vazgeçmeyiz, bir yere gitmiyoruz, buradayız.”

Kendine ait bir çadır, donun politikliği ve birbirimizden asla vazgeçmemenin güzelliği – Çiğdem Serin

6 Şubat depreminin ilk saatlerinden itibaren Antakya’ya gidip sonrasında Kadın Dayanışma Çadırımızın kurulması, taşınması, yeniden kurulması gibi her aşamasına büyük bir emekle katkıda bulunan canımız arkadaşımız Çiğdem Serin yazdı:

Antakya’da kurduğumuz kadın dayanışma çadırımızla 43 günü geride bıraktık. Devam eden tüm zorlu koşullara rağmen kadın dayanışması uykusuzluktan ve yorgunluktan ağır basıyor. Sabahın erken saatlerinden gece geç saatlere kadar süren mesaimiz biraz yazmamızı zorlaştırsa da günlerdir kadınlarla yaşadığımız deneyimleri yazmaya, ortak hafıza oluşturmaya ihtiyacımız var.

Depremin ilk gününden itibaren hem deprem bölgelerinde hem de örgütlü bulunduğumuz her yerde dayanışma faaliyetlerinde bulunduk. Depremden bir hafta sonra ise kadınlara özerk bir alan oluşturmak için Sevgi Parkı’nda Kadın Dayanışma Noktasını, Kadın Dayanışma Çadırımızı kurduk. Çünkü biliyorduk: bu kadar büyük bir yıkımın tonlarca yükü yine kadınların üstüne yıkılmıştı. Dört duvar arasında zaten zor olan hayatımız dört duvarın da olmadığı, çadırlara, araçlara sıkıştığı durumda kadınlar açısından içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Tüm krizli durumlarda olduğu gibi yine göz ardı edilen kadınların hayatları ve ihtiyaçları oldu. Pandemide nasıl artan bakım emeği yükü kadınların omuzlarına yıkıldıysa depremde de hayatta kalma faaliyetlerinin tümü kadınların omzundaydı. Yine pandemide kadınlar nasıl şiddet gördükleri erkeklerle aynı evde yaşamak zorunda kaldıysa şimdi de aynı çadırlarda aynı arabalarda aynı adamlarla, hatta geniş ailedeki tüm patriyarkal güç ilişkileriyle baş başa bırakıldılar. Kadınların kendilerine ait hiçbir alanının kalmadığı koşullarda bir kadın dayanışma noktası özerk bir alan oluşturmak, kadından kadına köprü olmak, depremden etkilenen kadınların hayatını bir nebze de olsa kolaylaştırmak için kuruldu. Daha ilk günden tüm kadınların çekim merkezi haline geldi. Çünkü kadınlar için yaşadıkları büyük yıkımı anlatmak, dertleşmek, kadın kadına konuşmak ihtiyacı iç çamaşırı ihtiyacı kadar, ped ihtiyacı kadar gerçekti.

Erkekler dayanışma noktalarını sosyalleşme alanı olarak kullanırken, kadınlar dayanışma noktalarında sadece kendilerinin değil tüm ailenin ihtiyaçlarını karşılamak için bulunuyordu. Geri kalan zamanları ise bakım emeği yüküyle geçiyordu. Biz de dayanışma noktamızın kadınlar için bir sosyalleşme alanına dönüşebilmesi için bulunduğumuz alana bir Kadın Kahvesi alanı açtık. Antakyalı kadınlar ellerinde kahveleriyle, sac börekleriyle, kısırlarıyla gelmeye başladılar. Kurduğumuz ilişkinin bir yardım ilişkisi değil dayanışma ilişkisi olduğuna ikna olmaları çok uzun zaman almadı. Antakyalı kadınlar dayanışma noktasını kısa sürede sahiplenip, aynı zamanda gönüllü olarak oranın işleyişine dahil olmuşlardı.  Dayanışma Noktamızda bulunan malzeme çadırımızı birlikte tasnifliyor, ihtiyaç listelerini birlikte oluşturuyorduk. Sabah kahvaltısına birlikte başlayıp, yoğun mesai ve gece sohbetlerimizin ardından ilerleyen saatlerde birbirimizden zor ayrılıyorduk. Kadınlara konuşmak ve aynı zamanda bize yemeklerini, kültürlerini tanıtmak terapi gibi geliyordu. Bizler için Kadın Dayanışma Noktası ve Kadın Kahvesi “kendine ait bir oda” oluvermişti. Kısa bir süre sonra Sevgi Parkı’nda bir rutin devam ederken, bir yandan da ekipler halinde mahallelerde kadınlarla buluşmaya başladık.

Kadınlarla bağlarımız arttıkça maruz kaldıkları en çok da psikolojik şiddeti bize açmaya başladılar. Kimileri çocuklarıyla bir arada olmak için boşanma aşamasında oldukları erkeklerle aynı çadırda bulunmak zorunda kalırken, kimisi istemediği halde erkekler istediği için kentten gitmeye, kimisi de kentte kalmaya zorlandığını anlatıyordu. Ne çok hikâye birbirine benziyordu. Kentin geleneksel yapısı geniş aile içerisindeki erkeklerin kadınlar üzerindeki baskısını daha da artırmıştı. Üç beş ailenin aynı yerde kaldığı koşullarda kadınların her attığı adım geniş ailenin bütün erkeklerinin gözetimi altında. Kadınların, özellikle de genç kadınların çekirdek ailede gördüğü baskı geniş aileye yayılmış durumda. Belki eskiden haftada bir gördükleri akrabaları şu an hayatlarının tam ortasında. Kadınlar dayanışma noktamıza geldikçe çok kısa sürede kadınlar açısından korkunç tablo açığa çıkmıştı.

Upuzun anlatmaya gerek yok, bildiğiniz gerekçelerle insanlar Sevgi Parkı’ndan çıkarıldıktan sonra biz de Aşağıokcular Mahallesi’nde meyve ağaçlarının arasında bir bahçede barınma ve malzeme çadırlarımızı kurduk. Burada bir Kadın Kahvesi oluşturmak için imkânımız olmasa ve böyle bir şey duyurmuş olmasak da bizi tanıyan kadınlar daha aynı gün nerede olduğumuzu öğrenerek bize ulaşmıştı bile, ellerinde Antakya kahveleriyle. Hızla farklı noktalardan kadınlar bize ulaşmaya devam ettiler. Depremin üzerinden bir ay geçmesine rağmen insanların en temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmadığı ve hala insanlar kendi kaderine terk edildiğinden her gün elimizde uzun ihtiyaç listeleri oluşuyor. Donun bu kadar politik bir mesele olacağını hiç düşünmezdim. Depremin üzerinden bir buçuk ay geçmesine rağmen hala çamaşır makinesi ve deterjan olmadığından iç çamaşırı ihtiyacı sürekli olarak devam ediyor. Devletin insanların en temel ihtiyacını karşılamadığı yerde bugün don, sutyen tedarik etmek politik bir meseleye dönüşüyor. Bazen gece geç saatlere kadar don, sutyen ve hijyen paketi hazırlıyoruz. Tabii depomuz doluysa… Bir yandan bu ihtiyaç listelerini hazırlayıp, bir yandan yeni tedarik kaynakları bulmaya çalışırken bir yandan da bir araya geldiğimiz, birbirimizi dinlediğimiz, içinde bulunduğumuz koşullara çözümler üretmeye çalıştığımız yeni alanlar yaratmaya çalışıyoruz. Sevgi Parkı dağıtılmış olabilir ama bugün bize her yer Kadın Kahvesi.

Bazen yemek yemeye giderken, bazen yürüyüşe çıktığımızda komşularımızın çadırı önüne davet ediliyor, Antakya kahvesi eşliğinde sohbet ediyoruz. Bazen dağıtımlara gittiğimiz mahallelerde ya bir kısır sofrasında ya bir çay muhabbetinde bir araya geliyoruz. Bazen kahvaltıya bazen yemeğe davet ediliyoruz. Antakyalı kadınlar misafirlerini ağırlayarak sanki normal hayata dönüyorlar. Tek taraflı bir alıp verme ilişkisinden çıkıp bir dayanışma ilişkisi kuruyorlar. Bahçemiz de soframız da asla boş kalmıyor. İsmini yeni öğrendiğimiz mahallelerden dahi “Kadın Savunması varmış, onlara geldik” diyerek bizi buluyorlar. Artık ismimiz Antakya’nın birçok mahallesinde biliniyor. Tabii sadece Antakyalı kadınlar değil, feminist gruplar, çeşitli örgütler, dayanışma ağları, kadın dernekleri, meslek örgütleri…  Her an herkes kendini malzeme çadırımızda iç çamaşırı ve hijyen paketi hazırlarken buluyor ya da poşetleri arabaya taşırken. Gün boyu öyle yoğun bir mesai içinde oluyoruz ki kahvemizi içmeye gelen kimse bu mesaiye kayıtsız kalamıyor.

Kadınlar her buluşmamızda depremde yaşadıklarını, gelecek kaygılarını, bakım emeği yükünü tekrar tekrar anlatıyor. Bu onlar için adeta bir terapi gibi. Kimileri ise şiddetten çıkmak için bizimle iletişime geçiyor, birlikte çözümler üretiyoruz. Kayıplarını anlatıyorlar, sarılıyorlar sımsıkı. Derin hüzünler yaşanıyor bazı anlarda, bazen de espriler, gülüşmeler oluyor çekingence, her yas evinde olduğu gibi. Antakya büyük bir yas evi sanki. Bir yanda ölümün yakıcılığı, bir yandan hayata tutunma çabası, bazen umutsuzluk, bazen direnç.

 

Kadınlar bizden güç aldıklarını, buradaki varlığımızın onları yalnızlık duygusundan çıkardığını söylüyor. “Ne zamana kadar buradasınız” sorusu artık daha az geliyor. Çünkü artık daha uzun bir süre burada olacağımıza ikna olarak bizi Antakya’nın bir parçası, kendilerinden biri olarak görüyorlar. Zaten kenti asla terk etmek istemeyen kadınlar bizim varlığımızla da kalmak için daha çok sebepleri olduğunu söylüyorlar. Rotasyon sistemimizle yüzlerimiz değişse de Kadın Savunma Ağı önlüğünü giyen herkes onlar için aynı. Yani Antakya’nın bir parçası, onların kahve içmeye gittiği komşusuyuz. Şunu her söylediğimizde hüzünlü gözleri parıldıyor “Birbirimizden asla vazgeçmeyiz, bir yere gitmiyoruz, buradayız.”